6
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
1027
Okunma

Dünden beri kafam fena bozuktu. Ne zaman televizyonu ya da bilgisayarı açsam Ankara’daki patlamada ölenlerin sayıları ile ilgili haberler geliyordu.
Hani bir fıkra vardır: Adamın biri bakmış vatandaşın biri bir kuyuya eğilmiş ve ‘’ Otuz altı, otuz altı’’ deyip duruyor. Yaklaşmış yanına ‘’Hayırdır kardeş, ne sayıyorsun öyle?’’ demiş. Vatandaş cevap yerine ‘’Otuz altı, otuz altı’’ diye tekrarlamaya devam etmiş. Adam dayanamamış, kuyunun içinde ne olduğunu görmek için eğilince vatandaş bunu ayaklarından tuttuğu gibi kuyuya atmış ve başlamış: ‘’Otuz yedi, otuz yedi’’
Bizim televizyonlar da dün yirmi ile başladı bu gün doksan beşe çıktı.
Artık kırk senedir iyice kanıksadık ondan olsa gerek bu tür ölüm haberlerinde bizler de sadece ve sadece ölenlerin sayısını merak eder olduk. Yani ölenler artık basit rakamlar. Yirmi, Otuz, altmış, doksan beş gibi. .. Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma değil de ilk okula gittiğimizde ufak bir kese içinde okula götürdüğümüz sayma fasulyeleri sanki. ‘’ İçlerinden kaç tanesi eksildi fasulyelerimizin?’’ Merak ettiğimiz şey bu.
Neyse…Canım fena halde sıkkın anlayacağınız. Hani genç ve sapasağlam bir insan olsam çıkacağım sokağa, rastgele birisine ‘’ Ulan niçin gözünün üstünde kaş var senin ?’’ diyeceğim, ya o vatandaş benim haşadımı çıkaracak, ya ben onun. Böylece deşarj olacağım da yaş altmış bir. G.tümüzü zor doğrultuyoruz zaten. Bir de elaleme çatıp eşek sudan gelinceye kadar dayak yemek yakışmaz.
Hamdolsun ki torun var. O’nun dürterek ‘’ Dedee, payka gidelim mi?’’ demesi üzerine daldığım hayallerden uyandım.
Fethiye demek park demek zaten. O bakımdan gayri ihtiyari sordum: ‘’ Hangi parka gidelim kızım?’’
Bizim torunun aklında Korkutelideyken gittiğimiz ve -rahatça bisikletini kullanabildiği için- ‘’Bisiklet Parkı adını verdiği park kalmış. Cevap verdi ‘’ Bisiklet Paykına gidelim’’
Dedim ki ‘’ O park taa Korkuteli’de kaldı.’’ Cevap hazırdı. ‘’ Olsun…Buyadan ayabaya binelim. Koykuteli’ne gidelim. Bisiklet paykına gidip oynayalım.’’
Yavaş yavaş gerilen kaslar gevşemeye başladı tabii ki. Aldım torunu, bir minibüse atlayıp Fethiye’ye doğru yürümeye başladık Çamköy’den…
. Yolda bir trafo gördü benim torun ve üzerindeki kuru kafayı göstererek sordu: ‘’ Dedeee, buyada ne yazıyoy?’’ Cevap verdim ‘’ Kedi dışındaki canlıların girmesi yasaktır yazıyor kızım’’ ( Aslında ‘’ Dikkat Ölüm Tehlikesi’’ Yazıyordu tabii ki.)
Minibüstekiler başladı gülmeye. Bu arada torun bırakmıyor yakamı. ‘’ Kediley dışındaki canlılay giyeyse ne oluy?’’ Cevap verdim: ‘’Elektrik çarpar, ölürler’’ Ulan ikna o işte. Ne gezer. Bir soru daha ‘’ Peki kediley ölmüyoy mu?’’ Yine cevap veriyorum ama bu sefer minibüs yıkılıyor. ‘’ Ölmüyorlar kızım. Tam tersine trafoları attırıyorlar? Bitti sanıyorsunuz sorular değil mi? Ne gezer. ‘’Dedeee..Kediley çok mu güçlü? Nasıl attıyıyoylay?’’ Cevap veriyorum: ‘’ Evet kızım. Çok güçlüler. Onlar trafoları attırınca elektrikler kesiliyor’’’ Torunun gözlerini görmelisiniz o anda. Minibüs milleti gülmekten karnını tutarken o da yorumunu yapıyor ‘’ Demek ki bizim elektiyikleyi hep kediley kesiyoy. ‘’
Velhasılı kelam böyle konuşa konuşa Fethiye’ye vasıl olduk. Yeni Cami bahçesinden dümdüz aşağıya inerek sahile, oradaki parka geldik. Parkta bir hayli çocuk olmasına rağmen benim Torun direkt sahilde balık tutan bir adam ve onun çocuklarının yanına gitti. O zaman gördüm ki benim torun balık tutma işini her türlü oyundan daha çok seviyor. En az bir saat bu balık tutan ailenin yanında kaldı. Hatta tutulan balıkları ( Sokarca denilen bir tür balık tutuyordu bu aile) kovaya koyduklarında kovanın kapağını açıp kapama işini bile üzerine almıştı. Böylece torunun bir başka ilgi alanını daha keşfettim. ( Hasan Özaydın Amcasının kulakları çınlasın. Fethiye’ye geldiğinde artık bir balıkçı arkadaşı olacak )
Oh beee. Temiz deniz havası iyi gelmişti. Tüm dostlara tavsiye ederim. Böyle zamanlarda kafa dağıtmak için torununuzu, torun yoksa evladınızı, o da yoksa bir komşu çocuğunu yanınıza alıp atın kendinizi bir parka. Çocuk cıvıltılarının içine atın. Rahatlama konusunda kesin garanti veriyorum. Hele de o parkta bir balonun peşinden koşan üç dişli bir tosun paşacık görmüşseniz, onun lömbür lümbür etleriyle, paytak paytak koşusu tüm gerilmiş kaslarınızı pamuk gibi etmezse bana ne derseniz deyin.
Bu arada benim torun sahildeki yaşlı ve insandan kaçmayan bir kediyi bir müddet sevdikten sonra ona ‘’ Biy daha bizim elektiyikleyi kesme tamam mı’’ demez mi. Neredeyse gülmekten denize düşüyordum.
Çocuk tabii ki. Balık tutma ne kadar zevkli olursa olsun parkta cıvıldışan yaşıtlarının dayanılmaz cazibesi , sonunda benim torunu da cezb etti.Artık sallanan eşekten, salıncağa, kaydıraktan, tahtırevalliye tüm oyun araçları tek tek kullanıldı. Koşmacalar, kovalamacalar gırıla…Daha da güzeli ne biliyor musunuz? Parkta İngiliz, Alman, Rus, aklınıza gelecek her milletten yabancı çocuk da var ama hiç biri yabancı değil… Birbirlerinin dilinden anlamasalar da biri ‘’ ebe’’ deyince öteki artık kaçanın değil kovalamak zorunda olanın kendisi olduğunu anlıyor.
Çocukken biz de öyleydik. Ne zaman ki büyüdük işte o zaman Varujan’ın Ermeni, Gılyanti’nin Rum olduğunu fark ettik. Fark etmez olaydık keşke.
Daha sonra?
Daha sonra saat tam 16. 48 de ( Saate baktım ) bir grup, sahil boyunca yürümeye başladı. Dün ( 10.10.2015) Ankara’da meydana gelen kanlı terör olayını protesto ediyorlardı. Anlayacağınız yurdun dört bir yanında olduğu gibi Fethiyede’de Teröre Lanet Yürüyüyüşü vardı.
Pardon. Yanlış söyledim. Başka yerleri bilmem ama Fethiye’de ‘’Devlete Lanet ‘’ yürüyüşü vardı. ‘’Devlete Lanet’’ diyorum çünkü en azından bizim parkın olduğu sahilden geçerlerken
’KAHROLSUN TERÖR’ Diyeni duymadık.
’TERÖRE HAYIR ’ Diyen duymadık.
’ TERÖRE VE TERÖRİSTE LANET OLSUN’ Diyen duymadık.
’Kırk senedir bu ülkede terör estiren ‘’PKK YA LANET ’ Diyeni duymadık.
Peki ne duyduk?:
’KATİL DEVLET HESAP VERECEK’
Duyduğumuz buydu. Peki ne gördük, ya da görmedik?
TÜRK BAYRAĞI GÖRMEDİK.
Ama haklarını yemeyelim şimdi. Başka bayrak, flama filan da görmedik. ( Göremezdik de…Çünkü burası Fethiye. Yani HDP nin bir parti binası açmaya çalıştığı halde açamadığı nadir yerleşim yerlerinden biri . Burada bir başka bayrak [anlaşılmıştır sanırım neyi kast ettiğim] olmaz. Olamaz ]
En önde giden iki kişinin elindeki ‘’ ’YASTA DEĞİL İSYANDAYIZ’’ yazılı pankart dışında pankart da yoktu ellerinde. Bir iki kişinin elinde koli kartonlarına elle yazılmış ‘’ Katil devlet hesap verecek’’ yahut ‘’ İnadına Barış’’ Yazılı kağıt parçaları dışında yazı filan da yoktu. Yani başka yerlerde olduğu gibi bunlar da ‘’İnadına Barış’’ demişlerdi ama başka yerlerden farklı olarak ‘’ İnadına HDP ‘’ diyememişlerdi. Ya da ne bileyim buradakilerin davası gerçekten de parti davası değil vatan davasıydı (!)
Yine haklarını yemeyelim: Pek çoğunun elinde kırmızı karanfiller vardı. Hatta onlardan biri bir karanfili benim toruna uzattı ben de ‘’Amcaya teşekkür et’’ dedim ve benim torun ‘’Teşekküy edeyim amca ‘’ diyerek karanfili aldı; amca da torunumun başını okşayarak ve gülümseyerek yürüyüşüne devam etti.
Acaba bizim olduğumuz yere gelmeden önce daha kalabalıklar mıydı? Bir basın açıklamaları ya da mitingvari bir eylemleri oldu mu bilmiyorum ama bizim önümüzden geçen grup taş çatlasın yüz elli kişiydi. Bu aylardaki nüfusu yerli ve yabancı turistlerle en az beş yüz bin olan Fethiye için devede kulağı bırakın devenin üzerindeki bir sinek kadar bile değildi elbette bu yürüyüşçüler. Onlar yürürken ben de dahil bir kaç kişi sadece dönüp baktı. Ne alkış, ne tezahürat hiç bir şey yok. Kendi kendilerini alkışladılar. Ya da artık alkışla yapılıyor ya protestolar, işte öyle bir şey yapıp Çalış Plajı istikametine doğru yürüyüp gittiler.
Ne Fethiyeliler Ne Fethiye dışından buraya gelmiş olanlar, neredeyse hiç kimse barış istemiyordu demek ki(!)
Barışı isteyen(!), Katil devletten(!) hesap sorulması kanaatinde olan sadece yüz elli kişiymiş demek ki.
Onlar yürürken parkta çocukları ya da benim gibi torunlarıyla temiz hava alan, onların mutluluğu ile mutlu olanların, sevgilileriyle el ele, kol kola, hatta dudak dudağa sahili turlayan gençlerin, Fethiye’nin güzellikleri karşısında mest olmuş yerli ve yabancı turistlerin, kilo atmak için koşu yaparken alı alına moru moruna dönüşmüş şişman bir vatandaşın, falcı gacısının, oturdukları yerde denizi seyrederken çaylarını yudumlayan ailelerin ya da aile olma hayalleri kuranların hiç birisinin barış umurunda değildi(!) adeta. Ya da bu yürüyenlerin getireceği türden bir barışa ihtiyaçları yoktu. Ha..Bir de… Bir tane bile resmi kıyafetli polis yoktu. İşin doğrusu yürüyenlerde de en küçük bir taşkınlık yoktu. Efendi efendi yürüyüp gittiler.
Peki bu günün en mutlu kişisi kimdi? Elif Nur mu? ( Torunum ) Öyle ya parka getirdim onu. Hayır o değildi. Ben mi? I-ıh Ben de Elif Nur da huzurlu bir gün geçirdik bunca huzursuzluğun içinde ama biz değildik yine de günün mutlusu.
Dönüşte hemen parkın bitişiğindeki markete girdik ( Adını yazmıyorum reklam olmasın diye ama Fethiyeliler ve Fethiye’yi bilenler anlamıştır) Biraz alış veriş yaptık. Tabii ki Elif Nur’un sevdiği meyve suları, çikolata, kek, vs alınınca Elif’in ağzı kulaklarında…Kasaya yaklaştık. Kasada 16-17 yaşlarında şirin mi şirin bir kız var. Elimizdekileri barkod cihazına okuttu ve poşete doldurdu tek tek. İşte o anda Elif Nur beklenmedik bir jest yaparak elindeki kırmızı karanfili o kasiyer kıza uzattı. Kız şaşırdı önce ‘’ Bu bana mı’’ diye sordu. Elif ‘’Evet sana,’’ deyince kız çok sevindi ve karanfili alıp bir şişe içine koydu. O kızın gözlerinde gördüm bu akşam üzeri mutluluk ya da sevgi denen şeyi.
Evet…Ülkemdeki bunca olumsuzluğa ,bunca sevgisizlik, bunca nefret ve kine rağmen biz bu gün mutlu ve huzurluyduk dede - torun. Ve düşündüm ki aslında o kadar zor değil. Sadece bir anlık çocuk, bir anlık insan insan olabilsek o kadar zor olmadığını anlayacağız barışın da sevginin de…