Alçak ruhlu olanlar para arar, yüksek ruhlu olanlar ise saadet arar. ostrovski
Ahmet Zeytinci
Ahmet Zeytinci

Ben En Çok Kendime Gülüyorum

Yorum

Ben En Çok Kendime Gülüyorum

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

525

Okunma

Ben En Çok Kendime Gülüyorum

Milleti kendine güldürme derler çoğu zaman, bir hata yaptığında ya da anormal davranışlarda bulunduğunda. Yolda birisinin ayağı kayıp da düştüğünde pek bir güleriz, oysaki zaman zaman bizimde başımıza gelmiştir böyle sıra dışı olaylar ve başkaları da haklı olarak bize güler. Ülkenin gülen yüzü olan sanatçılar, bilim adamları ve politikacılar olsun isteriz. Yurdumuzun her konuda yüzü gülsün isteriz. Bazen de kendi sakarlıklarımıza güleriz herkesten çok...


Daha küçüğüm ilkokul sıraları filan hatırladığım kadar belki ortabir tam da anımsayamıyorum. Babamdan bir görev aldım. Önce Kızılay’a sonra da Ulus’a gitmem gerekiyor, arkası yayla gibi, o eski elli yedi model Şavrole dolmuşlarla. Bahçelievler’den bindim dolmuşa adama parayı uzattım hareket aynen şu ’Ağabey şuradan bir Uzulay alır mısın?’ adam bir duraksadı sonra geriye dönüp ’Buyur’ deyince ben de anladım ki yanlış bir kelime konuştum ama ok da yaydan çıktı, adam toparladı sonra bebe belik olduğumu anlayıp ’Kızılay’a gitçen herhalde ufaklık.’ deyiverdi ben de lafa can simidi gibi sarıldım ’Hah! ağabey işte ondan hay ağzın bal yesin.’ sonra arabadan inince bir gülüyorum, bir gülüyorum, sorma gitsin...


Geldik seksenli yıllara diyelim. Genciz, bekârız başımızda kavak yelleri ile birlikte kavakların yaprakları bile uçuşuyor en püfür püfüründen. Mahallede kafa dengi bir arkadaşım var adı Sıtkı. Benim gibi o da orta halli bir ailenin çocuğu, iyi arkadaşım. Bir gün adamın biri önümüzde kazı kazan çekerken epey yüklü bir para çıkmasın mı? Döndüm Sıtkı’ya ’Len oğlum Sıtkı biz bundan bir kutu alsak ve kazısak ne kaybederiz, beş yüz tane kart elbet birine çıkar aslanım.’ Sıtkı biraz başını biraz mabadını kaşıdı ’Alalım birader körün taşı belki değer, hatta kuvvetle muhtemeldir o kutunun içinde illa ki bir şey olur gümbür gümbür.’ Bir zaman sonra harçlıklarımızdan artırdıklarımız ile biz o içinde beş yüz adedi olan bir kutu kazıkazanı aldık, çizgi filmlerdeki gibi, ayaklarımızın ucuna basa basa, etrafı da sıkı bir şekilde kontrol ettikten sonra Sıtkı’nın evlerinin bodrumuna inip başladık ha babam de babam kazımaya. ’Lan oğlum Sıtkı çıkmazsa fururum seni bak.’ Sıtkı kendinden emindir. ’Bir tane değil iki tane değil birader beş yüz tane bu elbet birine çıkar.’ Biz Sıtkı ile soluk almadan kazıyoruz, uzun sürecek gibi, yemek yemeyi bile düşünmüyoruz, hatta kazıma bitene kadar büyük ve küçük abdeste bile gitmeyeceğiz, ama bir de çıkarsa, sonra ziyafet çekeceğiz bütün mahalleye. Bir de sıkıştım ki altıma edeceğim neredeyse ama yakalarsak büyük ikramiyeyi, altımıza da yapsak kafaya hiç takmayacağım, gider on on beş tane don birden alırız. Sonuç fiyasko, verdiğimiz paranın ancak üçte birini kurtardık gerisi külliyen zarar hanemize yazıldı...


Bir gün yine Bahçelievler de iki katlı evimizde oturuyoruz, annem daha genç, rahmetli babam da haliyle. Eve yeni çamaşır makinesi geldi merdaneli hem de o zamanın lüksü sayılıyor. Çamaşır makinesi olan o zamanlar mahallede parmak ile gösteriliyor. Çamaşırları yıkıyor sıkıyor sıkıyor atıyor sepete. Üst katta oturuyoruz, annem aşağıya kömürlüğe kömür almaya inerken bana da sıkı sıkı tembih ediyor. ’Oğlum sakın çamaşır makinesine elini sürme, hele hele şu merdaneye hiç yaklaşma elini kaptırırsın sonra maazallah!’ Sanki o lafı annem bana hiç söylememiş gibi ya da ben nerem ile dinlediysem artık, acaba elimi kapar mı kapmaz mı bu merdane denen zamazingo derken ben kolu kaptırdım, ucundan verdim makineye, kütür kütür sıkmaya başladı kolumu, hem sıkıyor hem de omzuma doğru ilerliyor. Ben de ayağına on kiloluk demir düşmüş gibi feryat figan ediyorum yandım Allah çekiyorum. Annem koştu geldi aşağıdan zar zor makinenin kolunu attırdı, attırdı attırmasına ama bizim kol parşömen kâğıdı gibi dümdüz oldu...


Yirmi beş yaşına kadar ağzına patlıcan, aşure ve pırasa almamış garip bir adamım ben işte. Yahu diyorum ben bunları zamanında neden yemedim ki? Sonra bir Muharrem ayına denk gelen gençlik yıllarının birinde annem ısrar ediyor da ediyor. ’Oğluuum! Şu aşurenin tadına bir bak Allah aşkına’ sanki bebelere mama yediriyor gibi almış eline bir kaşık bana aşure yedirecek valide hanım ben kaçıyorum, o kovalıyor, otuz iki kısım tekmili birden Türk Filmi gibi adeta ’Yemem anne ben bunu nasıl şey o öyle.’ O peşimde salonda beni kovalıyor salonda ki masanın etrafında dört dönüyoruz. Durdu durdu son darbeyi yalnız fena vurdu ’Birrrr kaşık almazsan hakkımı helal etmem sana’ o lafı deme gel yüreğime hançeri sapla, ya da kaktüsün saksısını kafamda ve kıçımda kır daha iyi ’Hak helali varsa hiç itirazım olmaz ne demek anam tabi ki hatırın için bir kaşık alırım hatta senin hatırın için çiğ tavuk da yerim.’ döndü bana ’Yok ulan tavuğu nereden bulam şimdi ben sana sen şu aşureyi ye almayayım ayağımın altına.’ Zamanında nasıl yemedim ben aşureyi diye bir kızıyorum kendime, acısını şimdilerde fazlası ile çıkartıyorum ama işte öyle tatlı durumları...


Geçen senelerde iş yerinde ki mahallede bir ayakkabı boyacısı arkadaş var geldi dükkâna ’Ağabey ayakkabını boyayım mı?’ havada az bulutlu yağmur on on beş dakikaya kalmaz boşaltır yükünü’Yok Kemalim istemez kış zaten gerek yok.’ dedim. Bu yine ısrar ediyor ’Ağabey boyayayım şu ayakkabını ver hadi.’ ayağıma daldı paça kasnak. ’Lan oğlum dur güreş mi yapıyoruz ayakkabı mı boyatacağız?’ Kemal kararlıdır ayağımdan çekecek ayakkabıyı ama ben de direniyorum aslanlar gibi. Kemalde de ’İnadım inat kıçım iki kanat.’ durumları. Artık Laz inadı mı dersin, Çerkez inadı mı dersin, Kürt inadı mı dersin? Ne sayarsan say. İpe un sereceğim ayakkabı mı boyatmaya hiç niyetim yok. ’Oğlum senin ayakkabı boyasının markası benim istediğimden değil bir kere.’ Kemal de tilkiye kurnazlık dersi veren cinsinden ha... ’Sen yeter ki he de boyat hangi marka istiyorsan ondan alayım sana, kaçarın yok ben bu ayakkabıyı bu gün boyayacağım.’ muhabbetten bıkınca ’Al boya arkadaş al boya senden kaçar yok.’ Kemal ayakkabı mı boyar ve tamı tamına yarım saat sonra bardaktan boşanırcasına yağmur başlar. Ulan Kemal yedim seni şimdi çiğ çiğ, ama boş ver çoluğun çocuğun var kıymayayım sana...



İşte böyle dostlar ben kendime gülmeyeyim de kim gülsün. Bunlar benim muhtelif zamanlarda yaptığım salaklıklarım demeyeyim de saflıklarım diyelim. Aklıma geldikçe güler geçerim bunlara, sizin de varsa gülün geçin, yaşandı bitti...

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Ben en çok kendime gülüyorum Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Ben en çok kendime gülüyorum yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Ben En Çok Kendime Gülüyorum yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL