5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
685
Okunma

Şu sanal alem gerçekten bir alem. İç yüzlerini bildiğiniz insanların buralarda kendilerini sergileme şeklini gördükçe-okudukça tüyleriniz diken diken oluyor! Ağzınız kapanmamak üzere açık kalıyor! Kendilerinden bahsettirmek için öyle şeylerin reklamını yapıyorlar ki inanmak olanaksız!
Yakından tanımayanlar ya da arif olmayanlar bunlara kanıyor inanıyor ve beğeni üstüne beğeni yolluyor. Kutluyor. İnsan olduklarını zannediyor. Ya da işlerine öyle geliyor.
Bu durumda ben size gerçek bir insandan gizli bir kahramandan söz etmeyi bir borç bildim kendime.
“Şebinkarahisar Ceviz Festivali Şenlikleri” ne aldığım davetten iki gün önce bu ülkede duyarlı ve cefakar bir birey olmanın bedeli olarak daha çok stresten kaynaklanan ani bir rahatsızlıkla kapıya gelen ambülansla Numune Hastanesi’nin Acil Servis’ine götürüldüğümde fiziksel acının yanı sıra devlete ve gelen görevlilere yük olduğumu düşünmenin mahcubiyetini de yaşadığımı fark ettim düzene olan tüm isyanlarıma karşın.
Beni festivale davet eden kişi Şebinkarahisar köylerinden biri olan Anna’ da (bu isme bayıldım) doğmuş yetişmiş. Farklı kültürleri aynı zamanlarda yaşamış ve özümsemiş. Ve bunları akıl süzgecinden geçirmekle kalmamış o sımsıcak yaralı yüreğinde harmanlayıp yakında çıkaracağı kitabında toplamış en özgün en has biçimiyle üstelik. Toprağına ve yöresine tutkun gerçek bir köy aydını olmanın bilinciyle bu değerleri yaşadığı kentlere de taşıyan bu insan Anna’lı Fatma Sultan YILDIRIM’dan başkası değildi.
Aynı zamanda Şebder Kültür ve Dayanışma Derneği’nin yönetim kurulundaki yedi kadından ve yerini hak edenlerden biri de o.
Fatma Hanım’ın: “O bana eşinin en değerli armağanı” dediği çok eski dostu sırdaşı Leyla Hanım’ın yedi yıl önce yitirdiği sevgili eşinin memleketi olan Şebinkarahisar’ın Hasanşıh köyüne kocasının yakınlarını ziyaret etmek amacıyla yollara düşmesi imrenilesi bir vefa örneği olarak beni çok duygulandırmıştı.
O Fatma YILDIRIM ki; oturduğu evden başlayıp başbakanlık hatta cumhur başkanlığı binasına kadar taşımıştır toplumun yürek yakan sorunlarını. Uğradığı akıl almaz mağduriyetleri. Bozuk düzenin arşa yükselen bayrağını!
Eylemsiz pankartsız geçen ne bir günü. Ne de cesurca haykırmadığı hiçbir konu kalmamıştır hayatı boyu. Sendika başkanlığından tutun da kendi başına yürüttüğü sosyal-toplumsal sorumluluklarda başı çekmeye kadar. Aldığı onca tehditlere rağmen üstelik.
İnsanlığın ilgi alanına giren her konu. Olan biten her şey onun takibi altındadır bedeli ne olursa olsun.
En ön saflarda savaşır. Yılmadan. Reklamsız. Bu nedenle pek kimse tanımaz onu. O gerçek bir kahramandır çünkü.