10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1179
Okunma

Ulusal marşın söylenmesi başıma bela oldu. Halbuki okul yıllarındayken en güzel deneyimlerinden biriydi. Okulun en iyi bas sesine, ama aynı zamanda en kötü kulaklardan birine sahip olarak, başına geleceklerden habersiz kurbanımın arkasında sıradaki yerimi alır ve var gücümle marşı haykırırdım. Birkaç sıra ileriden başlar döner, “Bu ne ses yahu!” söylenişleri arasında performansımı tamamlardım. Ama şimdi oyunun tüm kuralları değişti.
Olaya diploma törenleri sebep oldu. Törenler her zaman ulusal marşın söylenmesiyle başlıyordu. Buraya kadar bir sorun yoktu. Sorun benim dışımda herkesin Amerikalı olmasıyla başladı. Ne var bunda, marş söylenirken saygıdan sen de ayağa kalk, bitince de yerine otur. Kazın ayağı öyle değildi işte.
Amerikalıların marş söylemesi bizden farklı oluyor. Herkes ayağa kalkıp, bir ağızdan girişmiyorlar. Carolina Panterleri’nin resmi sopranosu hanım ortaya geliyor, insanlar ayağa kalkıyor, genelde sağ ellerini kalplerinin üzerine götürüp marşı tek başına söyleyen sopranoyu dinliyorlardı. Bu dinleme sırasında da sopranoya değil, salonda bulunan, kısa pirinç direk üzerindeki bayrağa bakıyorlardı. Bayrağa dönme fikrini kabullenemedim.
Bayrağa dönmek başıma bela oldu çünkü ben bayrağın tam dibinde oturuyorum. Herkes gibi ayağa kalkıyorum; sorun yok. Başka yerde otursam ona bakıp bakmadığımı kimse farketmeyecek. Ama bayrağın dibindeki kişiyseniz iki seçeneğiniz var.
İlki ayağa kalkıp yüzünüzü bayrağa dönmek. Temel itirazım Amerikalı olmamamdan geliyor. Tamam, saygıdan dolayı ayaktayım ama niye bayrağa döneyim? Siz değil miydiniz İngilizlere karşı ayaklanırken “Temsil hakkımız yoksa, vergi vermek de yok” diyen? Ben de “Vatandaşlık yoksa, bayrağa yüzümü dönmek de yok” diyorum.
İşin aslında bu dönmeye itirazın altında da başka bir neden yatıyor. Diyelim döndüm... Bayrağa o kadar yakınım ki yüzüm onun içine giriyor, tüm dünyam kırmızı beyazlı şeritlerden oluşuyor. Görüş alanımda Amerikan bayrağı dışında hiç bir kişi, kişileri geçin, cisim yok. Hani dalıp gitsem, köşeye cezaya yollanmış çocuk gibi kalacağım ortada.
Diyelim ki dönmedim. O zaman salondaki tüm davetlileri, öğrencileri, öğretim üyelerini bana bakarken buluyorum. Yanımdaki ya da önümdeki fakülte mensupları bile ayağa kalkıp bana doğru dönmüş durumdalar. Tek başıma bir bakış akıntısıyla karşı karşıyayım. Dahası, o saygıda kusur edilmeyen bayrağa karşı mahrem bir yerimi dönmüş haldeyim. Bayrak da benden intikamını o mahrem yerimi okşayarak alıyor.
Sorun burada da bitmiyor. Yalan söyleyecek halim yok, Amerikan milli marşının melodisi gayet güzel. Dahası virtüöziteye de olanak sağlıyor. Ben de söylemeyi seviyorum. Belki de sevmemeliyim.
“Kemal?”
“Evet?”
“Ulusal marşı mı mırıldanıyorsun?”
“Evet...”
“Ama güften Türkçe.”
“Böylesi daha iyi.”
Can sıkıntısından Amerikan ulusal marşına Türkçe sözler yazmıştım, onu söylüyorum:
Theodora’cığım benim
Öperim yanaklarından
Kocaman kocaman
Sabah akşam hiç durmadan
“Bak bakalım, senden başka kimse söylüyor mu?”
Salon sopranoya kulağını vermiş, gözlerini bayrağa ve benim sırtıma dikmiş, bir İngiliz bestesi üzerine Amerikan yaması sözleri dinliyorlar. Nerede benim yolu sevgiden, kardeşlikten geçen Türkçe versiyonu, nerede bombalardan, roketlerden bahseden orijinali!