7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
835
Okunma
Yazar dediğin toplumun içindeki her konuyu ele alıp yazmalı. İşte o zaman yazdıklarının anlamı ortaya çıkar. Yoksa deve kuşu gibi kafayı kuma gömüp bazı konuları es geçersen yaz yağmurları gibi ömrün fazla sürmez.
A.Engindeniz, Cinnet öyküsünü bu düşünceler içerisinde yazmış olduğu kanaatindeyim. İşin aslı da bu zaten öyküyü sindire sindire okuyunca gerçekçi yaklaşım ortaya çıkıyor. Yazarın temayı nasıl ele aldığına bakmakta fayda var. Gerçek, akademisyenler gibi mi sıralanmış yoksa mecazi anlamlar ve metaforlarla estetik bir yaklaşım yapılarak, okuyucunun sıkılmaması için sade dil mi kullanılmış. Yazarımız, bunları da göz önüne almış olmalı ki öykü bittiğinde ah keşke bitmeseydi diyesi geliyor insanın.
Adından da anlaşılacağı üzere öyküyü okudukça insanın psikolojisi gerilecekmiş sanıyor ama hiç de öyle değil. Kah gülümseyerek, kah dersler çıkararak olayların akışına bırakıyorsunuz kendinizi. Aslında öykü yazmak her babayiğidin karı değildir. Öykü, hatayı affetmez. Romanın derinliklerinde hatalarınız okuyucunun gözünden uzaklaşır, belki sırıtmaz ama öyküde ise gözüne girecekmiş gibi buradayım der. Yani öyküde okuyucuya heyecan vermelisiniz.
Aynur Engindeniz’in Cinnet öyküsünün başlarında hemen heyecan dalgasına kapılıyorsunuz zaten. Ortalara doğru gittikçe acaba ne olacak diye sonucu kestirmeye çalışıyorsunuz ama işin rengi değişiyor,sonuç bölümünde ise tebessüm ediyorsunuz.
Olay, köyde geçmektedir.
Hadiye, cinnet geçirmekte odanın içerisinde bilinçsizce bağırıp durmaktadır. Köy kadınları merak edip toplanmışlardır odada. Merak hat safhadadır. Hasta kızın çığlıkları ayının bağırmasına benzetilerek daha giriş bölümünde mizah karşımıza çıkar ki bu da öykünün ne kadar estetik özelliğe sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Hadiye’nin ruhsal durumuna iyi gelir diye kocakarı metotları uygulanır. Tütsüler, musaflar başından eksik olmazken meraklı kadınlar dualar mırıldanmaktadırlar. Dört kişinin zor zapt ettiği Hadiye, bir gün sabah ezanında prensesler gibi süzülüp gitmiştir dışarıya. Bundan sonrasında ise hep sabah ezanı beklenmektedir. Hatta kulağına ezan okunur ama Hadiye tınlamaz. Köyün hafızına haber gönderilir. Ezan evin bahçesinde hastaya özel okunur , yine hasta tınlamaz.Yani hiçbir etkisi olmamıştır ezanın.
Öykü, kuzenlerden biri tarafından anlatılmaktadır. Üç kuzen: Hadiye- Neriman(yeni avukat çıkmış)-Şengül( anlatıcı)
Şengül, Hadiye’nin delilik hallerini anlatırken, baş karakter Hadiye’nin geçmiş yıllarına dönerek onun nasıl yapıda biri olduğunu hatırlatarak konuyu zenginleştiriyor. Hadiye, çocukluğunda bile ortalığı karıştıran kuzenlerinin şekerlerini saklayıp gizlice yiyen afacan, afacan olduğu kadar da bencil yapıda biridir. Aynı zamanda dedesine şirin gözükmek için Kuran okuyor numaraları yapmasını seven ikiyüzlü yapıya sahip çıkarcı biri.
Şengül, odaya toplanmış kalabalığı sanki Türkan Şoray’ın flimlerini seyretmeye gidenlere benzeterek, ortamın ciddiyetten uzak kaldıklarını vurgular. El elin eşeğini türkü söyleyerek arar, ata sözünÜ çağrıştırıyordu sanki odanın içerisindeki insanların hali ruhuyeleri.
Tecrübeli kadınlar, duaları sular içirirler ama Hadiye’ye fayda etmez. Ezan okunması dört gözle beklenir, ezan okunur yine fayda etmez. Sonuçta bu işleri iyi bile cinci hocanın olduğu söylenir. Avukat, okumuş yazmış biri olarak,cinci hocanın çağırılmasına itiraz eder ama dinleyen kim. Cinci hoca çağrılır. Hoca, hastayla yalnız kalır bir süre. Nihayetinde meraklı kalabalığın içerisinde hastanın annesine kızının derdinin koca olduğunu söyler. Hadiye’nin hastalığına nihayet teşhis konmuştur.
Aynur Engindeniz, öyküyü Şengül’ün ağzından anlatmaktadır.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de hala bu tip olaylar cereyan etmektedir ve edecektir de. Önemli olan bu tip olayları Aynur Engindeniz duyarlılığı ile yazıp gün ışığına çıkarmaktır.
(Devam edecek)