15
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2118
Okunma


Yeni bir hayata başlayalı bu gün on altı gün oldu.
Her şey çok güzel başlamıştı. O bakımdan da her şeyin bu kadar kısa süre içinde birden bire değişeceği, bana göstermediği asıl yüzünü bu kadar kısa sürede göstereceği aklımın ucundan dahi geçmezdi.
Oysa her şey ne güzel başlamıştı. Ona kavuştuğum o ilk anlar ne kadar güzeldi. Hasret ve özlemle sarılmıştı bana. Ben de hasret ve özlemle ( her ikisi de aynı manaya geliyor ya idare edin artık. Üzüntümden ne yazdığımı biliyor muyum ki.) ona sarılmış o pürüzsüz tenini öpücüklere boğmuş, o güzel kokusunu doya doya içime çekmiştim. Lakin yine daha ilk günden onda bir gariplik olduğunu da sezmiştim. Sanki asıl sevdiği ben değil de benim ona sunduklarımdı. Mesela tamam beni özlemiş gibi görünüyordu ama benden daha çok yolda almış olduğum kestane şekerine ilgi göstermiş, boynuma sarıldığı o ilk anda ‘’ Bana ne getirdin’’ diye sormuştu. Ben ‘’ Kestane şekeri getirdim’’ deyince de ‘’ Aç bakiyim’’ diye tutturmuştu. Oysa ben biraz daha o ipek saçlarını okşamak istiyordum.
Getirdiğim kestane şekerinin kutusunu açınca galiz bir küfür salladım. Çünkü koca kutunun içinde sadece on iki tane kestane şekeri vardı ve ben o kutuya on iki lira vermiştim. Yani her kestaneye bir lira. ‘’ Ulan sizin ananızı avradınızı ‘’ diye başladığım anda ‘’ Küfür çok günahtır. Allah insanı taş yapar ‘’ dedi. Allah elbette isterse insanı taş yapardı ama ben bu sözleri duyunca adeta taş kesildim. Çünkü bana göre o böyle konuları bilmezdi. Çok yanılmışım.
Mesela bana göre o bilgisayardan da anlamazdı. Dolayısıyla ben bu yeni hayatımda da rahat rahat bilgisayara girebilecek, face boklarda dürtecek ya da dürtülecek, yine bol bol şiir ve makale yazabilecektim. Ne gezer. Bilgisayarı daha valizden çıkardığım anda ‘’ Bana bilgisayar mı getirdin?’’ diye sorunca bu yeni hayatımda bir şeylerin ters gideceğini anlamıştım. ‘’Sen bilgisayardan anlıyor musun?’’ diye sormaya hazırlandığım anda o çoktan bilgisayarı kurmuş, o kalem gibi ince parmaklarıyla klavyenin tuşlarına dokunmaya başlamıştı bile.
‘’Aman Allah’ım’’ dedim. Yaklaşık sekiz senedir hayatla aramdaki tek bağ olan bilgisayarıma el konuluyordu resmen. ‘’Hanımefendi o bilgisayarı senin için getirmedim. Ben orada şiir yazıyorum, yazı yazıyorum.Bir sürü işim var’’ dediğimde çok feci bir cevap geldi. ‘’ Benim daha çok işim var.’’
Hay Allah..İşin doğrusu böyle bir şey beklemiyordum. Şaşırdım tabii ki ama olsun. Madem ki ben buraya mutlu olmaya gelmiştim o halde bazı tavizler vermeliydim. ‘’ İyi…Madem işlerin var buyur senin olsun bilgisayar. ‘’ diyerek benim diz üstü bilgisayarı uzattım. Yok yani bu kadar kısa sürede hem okuma yazmayı, hem de bilgisayarı öğrenmiş olması mümkün değildi. Hem canım daha fareyi bile kullanamazdı kesin. Ayrıca bu güne kadar bu eve bir bilgisayar girmediğine göre nereden bilecekti ki.
Neyse..Bilgisarayı açtıktan sonra sertçe emir verdi: ‘’Vın var mı? İnternete girmek istiyorum.’’
Allah’ım Allah’ım..Yahu her şey neyse de vını nereden biliyor? Yani resmen ayvayı yemiş vaziyetteyim. Hamfendi bilgisayarı kullanmayı bildiği gibi interneti, vını her bir şeyi öğrenmişti.
İsteksiz isteksiz vını taktım. ‘’ Bunun şifresi ne?’’ diye sormaz mı? E artık sinir katsayılarım yükselmeye başladı. ‘’Naapacaksın şifreyi? Bir ile iki arasındaki farkı bile bilmezsin sen. Hadi söylüyorum şifre 8899’’ dedim. Baktım şak diye 8899 yazdı.
Bilgisayar açılmıştı. Lakin yine de bir eksiği vardı. Okuma yazma halen yoktu. O bakımdan iş yine bana düşüyordu. Sertçe bağırdı: ‘’ Bana hemen oyun aç. Oyun oynayacağım.’’ ‘’İyi be hem bilgisayarımı al, hem de sana oyunu ben mi açacağım? Bilgisayarda oyun oynayacağına kalk da bulaşıkları yıka.’’ dedim ama öylesine bir çığlık attı ki bilgisayarı açmanın daha hayırlı bir iş olduğu kanaati hemen o anda hasıl oldu bende.Lakin beni şaşırtmaya devam ediyordu yine. Ben şöyle satranç, dama türünden bir şeyler açayım. Nasılsa oynayamaz bu oyunları, vazgeçer. Ben de böylece bilgisayarı kaptırmamış olurum’’ diye düşünüyordum ama bu konuda da yanılmışım. ‘’ Bu saçma oyunları bırak. Bana Scooby Doo oyunları ve bir de Barbi oyunları aç’’ demez mi.
Google Amcaya isteksizce Scooby Doo yazarken içimden ‘’ İnşallah çok fazla oyun yoktur’’ demiştim fakat açılınca gördüm ki en az elli oyun var. Bu sefer de ‘’İnşallah hepsini oynamaya kalkmaz’’ dedim. Ne yazık ki oynadı. Yok yani salak ve korkak bir köpeğin maceraları bir insanı nasıl bu kadar mutlu eder, neşeye boğar işte onu anlamıyorum. Scooby Do denen itoğlu itin aşkı resmen bana olan sevginin önüne geçmiş. Öyle ki sadece bilgisayarda değil aynı zamanda televizyonda da varsa yoksa Scooby Doo.
Çok nadir olarak Scooby Doo’dan artan zamanlarda benimle ilgileniliyor. Mesela geçenlerde namaz kılacağım. Her zaman kafama taktığım takkeyi bu sefer unutmuşum. Hemen koşa koşa geldi elinde namaz takkem olduğu halde… ‘’ Dedeeee boneni unutmuşsun. Bone takmadan namaz kılınmaz’’
Pardon ya. Yazının başından beri kimden bahsettiğimi söylemedim sanırım. Kimden olacak? Elbette torunum Elif Nur’dan bahsediyorum.
Yani her ne kadar bilgisayarımı kaptı ise de ara sıra hayırlı işler de yapmıyor değil. En azından artık namaz kılarken bone takmayı unutmuyorum.
Bu arada zaman zaman oyunlar da oynadık onunla. Mesela neredeyse 7/24 faaliyette olan çenesini susturmak için çocukluğumuzun meşhur oyunu ‘’Tıp’’ oyunu oynadık ama bizim tıp resmen Tıp fakültelik bir olay oldu.
Oyun tabii ki Elif Nur’un bir iki üç diye saymasıyla başladı ki onun ona kadar eksiksiz sayması da şaşırttı beni zira dayısı olacak iki no lu kangal orta okula başladığı yıllarda ancak öğrenebilmişti ona kadar eksiksiz saymayı. Allahtan bu konuda dayısına çekmemişti.
Neyse Elif Nur ona kadar sayıp tıp dedi ve ben, anneannesi ve kendisi sustuk. Hayrettir ki Yunus bile katıldı adeta bizim oyuna. Ondan da ses çıkmıyor. Öylece bekliyoruz kim bozacak tıpı diye…Efendim kim bozsa iyi? Mahallenin imamı bozdu. Biz tıp oynarken başladı ‘’Allahu ekber, Allahu ekber’’ Elif Nur atıldı: ‘’Hoca tıpı bozdu.’’
Evet hoca tıpı bozmuştu. Dolayısıyla da cezalandırılması gerekiyordu. Ben ‘’ Ceza olarak minareden atalım ‘’ dedim Elif Nur kabul etmedi. Ceza olarak şarkı söyletelim ‘’ dedi. Yani bir gün Korkuteli camilerinden birinden ‘’ Dım dım dım da dım dım yar, hım hım hım da hım hım yar ‘’ diye bir türkü duyarsanız bilin ki biz hocaya tıp cezası vermişizdir.
Peki biz sadece böyle oyunla, bilgisayarla ya da televizyonla mı vakit geçiriyoruz? Olur mu hiç öyle şey. Sık sık oldukça bilimsel konularda da fikir alış verişinde bulunuyoruz.
Mesela bir kaç gün önce bizimki bir çizgi film seyrediyordu. Çizgi filmde ise leylekler gagalarına bir sürü kundak içinde çocuk takmış vaziyette uçuyorlardı. Ben tüm ciddiyetimi toplayarak bilimsel tartışmayı başlattım:
-Elif Nur biliyor musun seni de böyle leylekler getirdi bize.
Elif Nur müstehzi bir edayla ( Yani alay eder bir tavırla) yüzüme baktı.
-Leylekler bebek getirmez.
Ve bilimsel tartışma başladı.
-Leylekler çocuk getirmezse seni kim getirdi madem?
-Beni annem doğurdu. Annemi de anne annem doğurmuş.
- Pek seni annen doğurduysa, anneni de anneannen doğurduysa o leyleklerin taşıdıkları ne? Haydi bakalım bu soruya da cevap ver.
Elif Nur bu sefer daha da küçümser bir edayla cevabı patlattı.
-Leylekler de kendi yavrularını taşıyorlar akıllım. Sen bilmiyon mu?
Anne annesi lafa girdi.
-Şimdiki çocuklar bir alem. Ben çocukken havada uçan leylekleri az mı seyretmişimdir acaba gagalarında bebek var mı? Varsa kimin bacasına konacaklar diye…
Yahu tamam biz de çocukken bebekleri leyleklerin getirmediğini bilirdik ama bunu öyle dört yaşında filan da öğrenmemiştik. Taa orta okul son sınıfta filan öğrenmiştik olayı.
Neyse efendim. İşte böyle her şey normal seyrinde devam ederken sonunda her şey alt üst oldu. Daha doğrusu Elif Nur bana asıl yüzünü gösterdi. Resmen sırtımdan hançerlendim.
Ne mi oldu? Anlatayım.
Oturmuş televizyonda çizgi film seyrediyorduk. Film olarak da Tom ve Jerry vardı. Benim kopası çenem durmadı. Ulan yaşlı bunak otur seyret işte nene lazım senin. Merakla sordum: ‘’ Elif Nur ne oluyor şimdi bu filmde?’’ Elif Nur bir açıklama yapacağı zaman her defasında ‘’ Dede bak ‘’ diye başlar lafa. Bu sefer de öyle yaptı. ‘’ Dede bak ‘’ dedi ve tam o anda kanal reklama girdi. Bu Elif Nur’un en gıcık olduğu şeydi. Öfkeyle bana döndü.
-Senin yüzünden reklama girdiler.
-Yahu vallahi, billahi, iki gözüm önüme aksın ki benim bu olayla uzak yakın bir ilgim yok.
Hicaz ile nihavent arası bir ‘’Senin Yüzünden’’ zırıltısı başladı. ‘’ Kızım vallahi benim suçum yok’’ dediysem de dinlemiyordu. Nihayet o kalbimi delik delik eden lafı söyledi. Hem de yüzüme karşı.
-Evimden kovul !!!!!
Günümüz Türkçesiyle: ‘’ Evimden defol!!!!!’’
Küçük Emrahtan beter vaziyette boynumu büktüm.
-Beni kovuyor musun?
-Evet..Kovul evimden !!!!!!!!
-İyi de nereye gidebilirim ki?
-Dayımların yanına git.
Yani gitmem gereken yeri de biliyordu.
Gözlerimden inen yağmur gibi yaşlarla yatak odamdaki bavuluma doğru yönelip eşyalarımı toplamaya başlamıştım ki arkamdan geldi.
-Dedeeee…Reklamlar bitti. Çizgi film yeniden başladı. Artık gitmesen de olur.
Şimdi mi?
Bir daha tövbeler tövbesi…Artık kesseniz o çizgi film seyrederken konuşmam. ‘’Daha bir ayı bile doldurmadan sepet havası çektiler Sami Hocaya’’ dedirtmeyelim kendimize di mi ama?