4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1072
Okunma

Çünkü,,,,,,
Rus çarlığının 1917 de yıkılmasından sonra, SSCB adı altında kurulan komünist blok, ABD ve batı Avrupa ile birlikte emperyalist ülkeler için korkulan tehlikeli bir güç olmuştur.
Türkiye, coğrafik yapısı gereği başta ABD olmak üzere diğer emperyalist güçlerin, bölgedeki çıkarları ve güvenliği için, ileri karakol ve tampon bölge olarak görülmüştür. Nihayetinde NATO üyeliği kapsamında Türkiye topraklarına, askeri birliklerini konuşlandırmışlardır. Yani bir bakıma 1918 de Çanakkale boğazından askerlerini geçiremeyen emperyalist güçler ellerini kollarını sallayarak Türkiye topaklarına, askerlerini sokabilmişlerdir.
Elbette bir ülke uluslar arası antlaşmalara imza atmış ve bir pat’tın üyesi olmuş ise üyeliğin gereğini de yapacaktır. Buraya kadar bir anormallik yok. Ancak bu gizli ve gizemli yapılar,Osmanlıdan bu yana siyaseten orduya-yargıdan, bürokrasiye ve bazı sermeye guruplarının da olduğu iş çevreleriyle birlikte ülkenin tüm kurum ve kuruluşlarının içine nüfuz etmişlerdi. Aynı Osmanlıdaki gibi bu işleri ülke içindeki işbirlikçileriyle birlikte ve milli söylemlerin arkasına gizlenip sinsice ve derinden yapıyorlardı.
Bu nedenle de, Türkiye’nin siyasi ve askeri yapısı, anti demokratik biçimde (derin devlet )modeli ile şekillendirilmişti.
‘’Bu yazı dizisinin 1.ve 2.bölümlerinde de Osmanlıdan başlayan süreçle Siyonist yapıların ülke içindeki işbirlikçileri aracılığıyla Türk siyasi yapısını nasıl elle geçirdiklerinden bahsedilmişti.
Az çok siyaset biliminden anlayan ve hangi siyasi görüşten olursa olsun herkesimden insanlar bu olumsuz durumun farkındaydı. Ama farkında olmak tek başına yeterli değildi. Bu gerçeği toplumun bilinç düzeyine taşımak gerekiyordu. İşte o zamanda önemli bir engel ortaya çıkıyordu. Despotik uygulamalarla Toplumun kafasına çivi gibi çaktıkları kendilerinin ürettiği ve putlaştırdıkları ‘’Atatürk profili, yani siyasal anlamdaki ‘’Kemalizm, devreye giriyordu.
,,,,,,,,,,
‘’Kemalizm ve derin devlet işbirliğinden,demokrasi ayrımına, Türkiye halklarının paradigması (değerler dizisin)den, günümüz Türkiye sine ,,,,,,,
Otoriter bir siyasi anlayışla Sahip olan Türk siyaseti, bilinçli ve sistemli bir şekilde hantal ve yerinde sayan bürokratik bir yapıya dönüştürülmüştür.
Ülkede faaliyet gösteren Siyonist yapılar ekonomik, demokratik ve siyasal anlamda atılan her olumlu adıma engel olmuş çeşitli bahanelerle ayak diretmişlerdir. Öyle ya! Gelişim demek aynı zamanda ekonomik ve demokratik taleplerin oluşması demekti,oysa bu yapılar otoriter yapı oluşturup ‘’faizci ekonomiden nemalanıyorlardı. Dolayısıyla ülkenin iktisadi alanda gelişmesinin önünü geçmek, ilerlemesine engel olmak gerekiyordu ve nihayetin de başarılıda oldular.
Bu yapılar yüzünden daha düne kadar, dünya ekonomisinde ve demokrasisinde adı, sanı duyulmayan, Türkiye’nin yarısı kadar imkânlara ve avantaja sahip olmayan ülkeler, gelişmişlik noktasında uzak ara ülkemizin önüne geçmişlerdi. Örneğin; Malezya, Kore ve Singapur gibi ülkeler, başta otomotiv sektörü olmak üzere turizm, ticaret vs gibi birçok ağır sanayi alanlarında ciddi manada dünyanın söz sahibi ülkeleri arasına girmeyi başarmışlardır.
Örneklendirilen bu ülkeler yıllar önceden kalkınmanın alt yapısın hazırlarken, Kemalist zihniyetler de bizlere hep bir dış ve iç düşman olgusu pompalıyorlardı. Hatta bununla da yetinilmeyip iç düşmanı bizzat kendileri oluşturuyorlardı. Öyle ki kendilerinin organize ettiği kurmaca olaylarla toplumu ideolojik olarak çatıştırmış kardeşi, kardeşe kırdırmışlardır. Sonrasında da önceden içine nüfuz ettikleri kurumlar vasıtasıyla, işbirliği içerisinde oldukları dış güçlerin, gizli servislerinin emir ve taktikleriyle orduya darbe yaptırıp, ülkenin ekonomik ve demokratik gelişimine engel olmuşlardır.
Kısacası ellin oğlu, sınırlı imkânlarına rağmen gelişip zenginleşirken bizlerde Siyonistler yüzünden ülkenin ekonomisini ve enerjisini vakumlayan dünyanın dördüncü büyük ordusuna sahip olmakla övünüp duruyorduk. Üstelikte teknolojik olarak (son yirmi ve özellikle on yıllık) süre müstesna zebellah gibi ama iç boş hantal ve masraflı bir orduya sahip olmakla övünüyorduk.
Sağcı yâda solcu bir avuç yürekli aydın vatan evladı devreye girip durun! bu işte bir yanlışlık var!? Diğer gelişmiş ülkeleri ‘’keriz mi? Dünyanın dördüncü büyük ordusuna sahip olmuyorlar!? Bu hantal ordu sırf darbeler için şeklenmiş ve teknolojik olarak yeterli donanıma sahip olmadığını bu haliyle kalkınmanın önünde engel bir ordu olduğunu söyleyip, toplumu bilgilendirmeye çalışırken, bizlerde o insanları vatan haini olmakla suçlamıştık, hatta kiminin hapislerde sürünmesine kiminin de idam edilmesine seyirci kaldık.
Sonuçta her ihtimale karşı ülkede oluşa bilecek toplumsal barışın ve bunun parelerinde, demokratik ve ekonomik kalkınmanın oluşmasına engel olmak için, emir ve komutalarındaki orduyu, belli dönemlerde planlı ve sistemli olarak harekete geçirip darbe yaptırıyorlardı.
Siyasal anlamdaki bu taktiksel eylemler Cumhuriyet tarihi boyunca süre gelen bir durum olmuştu.
Çatışma kültüründen beslenen Siyonist yapılar, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) nin olduğu Tek partili dönemden çok partili döneme geçişte ki süreçte 7 Ocak 1946’da kurulan ’Demokrat Parti,(DP) ile ivme kazanan demokratikleşmeden rahatsız olmuş ve bu gelişimin önünü kesebilmek, ekonomik anlamda atılan adımlara engel olmak adına. 27 Mayıs 1960’ daki Askerin Müdahalesi ile‘’DP iktidardan düşürülmüş ve 29 Eylül 1960’da, kapatılmıştır.
Bu yapıların Ülkedeki demokratik ve ekonomik gelişmişlikten rahatsız olduklarının göstergesi açısından 1960 ve 1980 askeri darbesi bunun somut bir örneği olmuştur.
‘’1960 askeri darbesi ile 1980 askeri darbesi arasındaki süreçte yaşanan hukuk dışı muhtıralar, sıkıyönetimler vs gibi sivil iradeye dönük anti demokratik müdahaleler aynı zamanda 1980 askeri darbesinin de alt yapısını oluşturmuştur.’’
1960 askeri darbesi sonrasında büyük yara alan Türk demokrasisi, kan kaybediyordu ve bu durum ABD’ nin bölge çıkarları ve emperyalist güçlerin güvenliği anlamında tehlike içeriyordu çünkü kocaman bir SSCB komünist bloğunun askeri gücü ve siyasal anlamda ciddi tehdidi söz konusuydu. Dolayısıyla bir şeyler yapmak lazımdı. Yapılacak şey darbe sonrası hazırlanacak ana yasının çok partili siyasi sürece imkân vermesiydi. Öylede oldu Ama bir şartla kurulacak siyasi partiler ‘’Siyonist yapıların oluşturduğu Kemalizm’in ekseninden çıkmamalıydı.
Aslında pekte gönüllü olmadıkları halde ülkede dibe vuran demokrasi boşluğundan oluşacak zafiyetin halk bazında komünist bloğa dönük eğilimlerin oluşmasından korkuyorlardı. 1961 anayasasıyla Kısmen demokratik bir anayasa hazırlansa da gerçekte despotik devlet anlayışından uzaklaşılmamıştı. Ve bu sürecin sonunda,
1961yılında iki yeni siyasi parti Türk siyasetinde yerini almıştı.
,,,,,,,,,,,
11 Şubat 1961’de ’Adalet Partisi (AP) kuruldu. 27 Mayıs da yapılan askeri darbenin ardından Demokrat Parti’nin bütün yönetici ve milletvekilleri Yassı ada’da toplamış ve partileri kapatmıştı,16 Eylül 1961’de Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’yu, 17 Eylül 1961’de ise Adnan Menderes’i idam ettirmişlerdi. Adalet Partisi Demokrat parti’nin devamı olarak kurulmuştu.
İkinci olarak ta 13 Şubat 1961 de ‘’Türkiye İşçi Partisi (TİP) kuruldu. Sosyalist siyasi görüşe sahip bir parti olarak kurulmuş olsa da, bir biçimiyle Siyonist yapıların kontrolündeki Kemalist prensiplere bağlı olarak hareket ediyordu.
Fakat!! Siyonist yapılar için önemli bir sorun vardı !!?
(Devam edecek)
Serhat BİNGÖL 27.03.2015