6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1000
Okunma


Her yaz teyzemlere gideriz. Ayrı bir pencere açılır dünyamızda. Başka köşeler, başka yaşamlar görünür ordan, daha bir genişleriz. Çok farklı bir yere gitmişiz gibi gelir. Ayrı bir boyuta… Sanki bir parça daha tatlanmıştır çayımız. Sofradaki gülüşmeler, kahvaltı boyunca aralanıp duran geçmişten sayfalar yapar bu büyüyü. İki tane kesme şeker koysam da çayıma her seferinde, şekerin miktarında olmasa da tadında bir fark vardır yine de. “Bir yerden geldim ben!” dedirtir bana. “Ve bu anlatılan geçmiş de orayı anlatıyor.”
O yer her zaman yaşadığım ev gibi, benzeri onca ev arasında kaybolacak kadar büyük bir sıradanlığı çarpmıyordur yüzüme… Bir gizemi vardır. “Aslında göründüğü gibi değil hiçbir şey” derim, teyzem kadifemsi sesiyle geçmişin tozlarını savurup anlattıklarıyla onu her saniye bir parça daha parıldatırken. “Sen çok akıllı bir çocuktun” der, sanki hiç tanımadığım bir akrabamdan bahsedermiş gibi. Anlattığı o küçük kızla benim arama koyduğu bu mesafe incitmek bir yana daha da coşturur beni. O kızı tanımak isterim. O kadar fazla aşinalaşmışımdır ki kendime, küçücük de olsa dokunulmamış bir parçam kalsın isterim belleğimde. Orada benim şimdimle ilgisi olmayan, çok başka bir zaman hüküm sürüp dursun… Ve o zaman parçası içinde de ben…
Bir başlangıç noktası sunar bana çünkü bu dokunulmamış bölge. Geri dönebileceğim bir yer…
Dönebilir miyim?! Şimdi tam da bu soruyu soracak noktadayım. Teyzemlerin sofrasındaki o büyünün yıllardır ruhumu pas tutturan bu aynılıklardan beni çekip çıkarmasına ihtiyacım var. İçimdeki o akıllı küçük kızı ne zamandır uyuduğu o ayak basılmamış yerden buraya çağıracak bir şeyler yapmalıyım. Ama beni duyabilmesi için onun dilinden konuşmayı öğrenmeliyim yeniden. O dili ne zaman kaybettim, bilmiyorum. O Ermeni kızını arkadaşım olmaktan çıkardığım o anda belki de…
Eve dönüyorduk o gün. Ben önden inmiş, diğerlerini beklerken eski arkadaşımı bana şaşkın şaşkın bakarken buldum. O yaz hiç oynamamıştım onla. Oysa önceki yazlar o ve arkadaşlarıyla saatlerce tozu toprağa katar, bir çocuk olduğumu hatırlatırdım kendime. Çünkü evimde bunu unutturan bir yaşam tarzı hüküm sürüyordu. Komşular, ahbaplar dolar taşardı. Kekler, poğaçalar gırla gider; nedenini bilmediğim bir boşluk doldurulmaya çalışılırdı. Ben bir çocuk olarak arkadaşlarımla oynardım doğal olarak. Ama bir noktadan sonra eve dönmem gerekirdi. Ve her dönüşte karşıma yine o koca boşluk çıkardı. Bilincimle olmasa da sezgilerimle dokunurdum ona. Hemen her gün birileri olurdu evimde. Evim öylesine bir ev olurdu o zaman. Ben uzağa düşerdim. Yabancı askerlerin sokaklarda fink attığı, işgal altında bir ülke gibi hissederdim kendimi.
Tam olarak ne zaman hangi yana ait olduğuma dair o hayati karar’ı verdim, hatırlamıyorum. Evimizi dolduran, kısır tarifi verip kocasını çekiştiren o kadınların evrenine hangi ara atladım? Teyzemlerin apartmanında oturan o küçük Ermeni kızı ve arkadaşlarıyla oynamaktan vazgeçip teyzemin anlattıklarına kulak vermeyi tercih ettiğim o yaz tatilinden çok da uzak bir zaman önce olmamalı…
Daha, önceki yaz onlarla kahkahalarımız birbirine karışacak kadar ortak bir evren kurabilmişken; teyzemlerin dairesinin kapısına gelip beni oynamaya çağıran o küçük kıza gelemeyeceğimi iletmesini kuzenime söylediğimde, o an’a dek kendime bile itiraf edemediğim o karar’ı da ilk kez tam olarak hayata geçirmiştim aslında. Geçtiğim öyle hayati bir eşikti ki, keşke o an yanlarında sohbetlerini dinlediğim o insanlar -teyzem, annem ve benden epey büyük kuzenim- bunu fark edip “ne yapıyorsun sen” diyebilselerdi… Bunu diyecek kadar görebilselerdi beni yani.
Teyzemlerdeki misafirliğimizin bittiği o gün eski arkadaşımın bana çevrilmiş gözleri işte tam da böyle gören birinin gözleri gibi bakıyordu. Kapıya gelip de beni dışarı, oynamaya çağırdığında ve kuzenim ona gelmeyeceğimi ilettiğinde muhtemelen kapının önünde de aynen böyle bakmıştı.
Keşke gelmeyeceğimi söylemek için kuzenimi aracı etmek yerine kendim gidip, bizzat söyleseydim… O zaman o bakışlar, eşiğin hangi yanında kalacağım hakkında çok farklı yönde bir karar vermeme yol açabilirdi. O gün aşağı inmesem bile sohbetin yapıldığı odaya döndüğümde zihnimin bir köşesinde o küçük Ermeni kızı oturuyor olurdu, tıpkı o dönüş günü ben duvarda beklerken karşıdan bana baktığı o sorgulayan bakışlarıyla. Teyzemin anlattıklarına bu kadar kaptırmazdım kendimi. Dışarıdan gelen çocuk bağırışları karışırdı sohbete, beni oraya çağırıp duran. Artık bilmezden gelemezdim çocuk olduğumu. Belki hemen inmezdim aşağı, bir parçam orada kalmak için direnmeye devam ederdi. Ama usul usul akıp duran bir su gibi durmadan araya girerdi o çocuk sesleri… Hâlâ çocuk kalan o yanımla direnen yanım arasındaki henüz çok da kalın olmayan o duvarı aşındırmaya başlardı.
Ve belki de bir sabah kalbim çok farklı bir duyguyla çarparak otururdum kahvaltı sofrasına. Daha bir telaşlı, bir şeyler için geç kalmaktan korkarcasına yudumlamaya başlardım çayımı. Bir yere yetişmek ister gibi yarım yamalak bir şeyler atıştırır, yaz tatilini akrabalarının yanında geçiren herhangi bir küçük kız olurdum yine… Ve sofradakiler daha tabaklarındakini yarılayamamışken yerimden fırlardım birden… Uğursuz bir büyüyü kovmak istercesine, yüksek bir perdeden “Ben aşağı iniyorum!” derdim.
O dönüş günü duvarda oturmuş, beklerken eski arkadaşımın gözlerindeki o soruyu cevaplamak için artık öyle geçti ki! “Neden?” diye soruyordu çocukluğumun en sıcak köşelerinden birinin sahibi. “Neden bu kadar uzaklaştın bizden? Ne oldu sana?!” Cevabı ben de bilmiyordum ki! Öylece baktık bir süre birbirimize. Sanki geçen yaz benim bedenimde barınan küçük kızın çoktan göçüp gitmiş ruhunu seyrediyorduk birbirimizin gözlerinde. İkimiz de onu öyle özlemiştik ki!