24
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2468
Okunma


Lozan Antlaşması hükümlerine göre bir Türk toprağı olan Suriye’deki Caber Kalesini 22 Şubat 2015 de bizzat kendi ellerimizle yıktık, orada mefdun bulunan( Defnedilmiş olan ) atamız, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin dedesi Süleyman Şah’ın naaşını, o türbede bulunan bir takım kutsal emanetleri, türbenin bulunduğu alana diktiğimiz bayrağımızı ve türbeyi bekleyen askerlerimizi alıp Türkiye’ye getirerek Cumhuriyet tarihimizde ilk kez bir vatan toprağını terk ettik.
Öyle mi gerçekten de? Biz bir vatan toprağını mı kaybettik ? Üzerinde bir ot bile bitmeyen bir karış bataklık için koskoca Çin’le savaşan Oğuz Kağan’ın torunları böyle bir zillete mi boyun eğdiler?
Bu soruya cevap vermeden önce cevaplanması gereken sorular var aslında.
1-Caber kalesinde defnedilmiş olan şahıs kimdir?
E dedik ya…Süleyman Şah. Ertuğrul Gazi’nin babası, Osman Gazi’nin de dedesi…
İşin doğrusu bu kesin değildir. Bu konuda iki rivayet vardır 1- Moğol baskılarıyla batıya doğru göç eden Horasan erenleri bu göç esnasında Suriye topraklarına gelmişler, bunlardan bir bölümünün başında olan Süleyman Bey Caber Kalesinin olduğu yerde vefat etmiş ve oraya gömülmüş. 2- Anadolu Selçuklu Devletinin Kurucusu olan Kutalmışoğlu Süleyman Şah , Suriye Selçuklu Sultanı Tutuş ve komutanı Artuk ile tam burada bir savaş yapmış ancak savaşta yenilmiş ve geri çekilirken atıyla birlikte girdiği Fırat nehrinde boğulmuş,( Bazı tarihçilere göre ise intihar etmiştir) daha sonra Tutuş bu kahraman düşmanının cesedini sudan çıkarmış, cenaze namazını kıldırmış ve oraya gömmüştür. ( Bu da sakat bir iddiadır çünkü Caber kalesi olarak bildiğimiz ve güya Süleyman Şah’ın gömülü olduğu bu toprak o yıllarda Suriye Selçuklu Devleti toprağı değildir. Aslında bu savaş orada da olmamıştır. Kendi topraklarından 110 Km uzakta bir yere üstelik de düşmanının cesedini niçin nakletsin ki emir Tutuş?)
Tarihçilerin üzerinde ittifak ettikleri konu 2. İddiadır genel olarak: Anadolu Selçuklu Devletinin kurucusu Süleyman Şah, Suriye Selçuklu Sultanı Tutuşla savaştı, ona yenildi, Fıratı geçerken boğuldu, Tutuş da onu Caber Kalesine gömdürdü iki diğer askeriyle birlikte…
Peki Kutalmışoğlu Süleyman Şah Ertuğrul Gazi’nin Babası mıdır?
Hayır elbette ki. Süleyman Şah’ın evlatları vardır ama içlerinde Ertuğrul diye bir evladı yoktur. Eğer olsaydı en azından Ertuğrul ile diğer oğlu Kılıçarslan arasında bir saltanat mücadelesi olurdu. Oysa Kılıçarslan babasının yerine Anadolu Selçuklu Devletinin başına geçmek için kardeşleriyle mücadele etmiştir ama bu kardeşler içinde Ertuğrul diye biri de yoktur. Ve işin ilginci Emir Çavlı ile yaptığı bir savaşta başlarda ona karşı üstün iken daha sonra üstünlüğünü kaybeden bu yüzden de geri çekilirken Habur Nehrine giren ancak üzerindeki ağır zırh nedeniyle boğulan I. Kılıçarslandır. Yani baba Süleyman Şah değil, oğlu I. Kılıçarslan… Fırat değil, Habur Nehrinde… ( İlginçtir ki II. Kılıçarslan ile savaşan ve ordusunun büyük bir kısmını kaybeden III. Haçlı seferinin Krallarından Alman Frederik Barbaros da Habur nehrinde boğulmuştur. )
Yani…Caber kalesinde mefdun olan zât Kutalmışoğlu Süleyman Şah bile olsa onun Osmanlı Devletinin atası olma imkan ve ihtimali yoktur. Yoktur Çünkü Süleyman Şah’ın Tutuş ve Artuk Beylerle yaptığı savaş 5 Haziran 1086 da olmuş, buna mukabil Ertuğrul Gazi 1280 yılında doksan yaşındayken vefat etmiştir. Yani Ertuğrul Gazi tahmini olarak 1190 doğumludur. 1086 yılında yapılan bir savaşta ölen insanın 1190 yılında bir evlat sahibi olabilmesi mümkün değildir.
Peki nereden çıkmış bu ‘’Osmanlı’nın Atası Süleyman Şah’’ hikayesi?
Bu iddiayı ortaya atanlar zannedildiği gibi yakın zamanlarda Osmanlıyı yüceltmeye çalışan tarihçiler değildir. Tam tersine Osmanlı devletinin ilk dönem tarihçileri olan Âşıkpaşazâde(1400-1484), Neşrî( Ölümü 1520) ve Oruç Bey gibi( 16. Yüzyılın yani 1500 lü yılların başlarında yaşamıştır) isimlerdir. Yani Yaklaşık olarak Yıldırım Bayezıd döneminden itibaren Caber kalesinde mefdun olan zât -hiç alakası olmadığı halde- Osmanlının atası olarak kabul edilmiştir.Fakat işin aslı bu zât Caber kalesine de defnedilmemiştir. Kalenin eteklerinde bir yere defnedilmiştir.
Orada yatan zâtın Ertuğrul Gazi’in babası ve Osmanlıların atası olmasının çok fazla bir önemi var mıdır peki? Yoktur ve olmamalıdır da Kutalmışoğlu Süleyman Şah da olsa o türbedeki bizim için önemlidir çünkü Osmanlı ne kadar atamız ise Selçuklu da o kadar atamızdır.
2- Süleyman Şahın bu günkü türbesi Lozan Antlaşmasıyla belirlenmiş olan Caber kalesinde miydi?
Kesinlikle hayır. Demin de belirttiğim gibi kalenin içinde değildi her şeyden önce.
Süleyman Şah’ın Türbesinin bulunduğu yer Suriye tarafından yapılacak bir baraj sebebiyle sular altında kalacak olduğundan Süleyman Şah’ın Türbesi oradan kaldırılarak baraj sularının etkilemeyeceği bir başka yere( Halep’in Karakozak Köyüne ) nakledildi 1973 senesinde.
Yani şimdiki türbe nakli o türbenin başına gelen ilk nakil olayı değildi. O zaman da ‘’ Burası bizim vatanımızın toprağıdır. Siz burada baraj maraj yapamazsınız’’ diyemedik Suriye hükümetine. Bir vatan toprağını terk etmek zorunda kaldık. Ama yine de sınırlarımızın dışında bayrağımız dalgalanıyordu. Caber Kalesi olmasa bile Caber kalesi olarak kabul ettiğimiz ve kutsal meftamızı defnedip başına askerimizi diktiğimiz bir vatan toprağımız vardı kendi sınırlarımız dışında…
Azerbaycan’daki Karabağ’a bir türlü dikemediğimiz Türk Bayrağını 8.797 metre karelik bir Suriye toprağında dalgalandırıyorduk ya ne mutluydu bize, Ne mutluydu Türk’üm diyene.
Türk topraklarının tam ortasında dalgalanan Ermeni bayrağının verdiği rahatsızlığı Arap topraklarının içinde dalgalanan Türk bayrağı ile teskin ediyorduk hiç olmazsa. Aslında bazı vatandaşlarımız için Karabağ’da Ermeni bayrağının dalgalanıyor olması hiç de sıkıntı vermiyordu. Malum onlar esen rüzgara göre bazen ‘’ Hepimiz Ermeniyiz’’ oluyorlar, bazen ‘’ Ne Mutlu Türk’üm ‘’ olabiliyorlardı.
3-Zurnanın zortladığı yere gelelim. [ O zurnanın çatır çatır çatladığı yere de geleceğiz az sonra ama şimdi öncelikle bir zortlatalım zurnayı] Bu olaydan kim rahatsız oldu ya da olmadı?
22 Şubat 2015 Tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hükümeti ve genel kurmayı - kendilerine göre çok başarılı, hatta kahramanlık olan bir operasyonla o türbedeki naaşları, orada bulunan kutsal emanetleri ( Artık her ne iseler ) oraya diktiğimiz bayrağı ve orada nöbet tutan askerimizi alarak ve de ileride bu türbenin yine Suriye sınırlarında bir başka yere nakledileceğini söyleyerek o türbeyi havaya uçurdu. Yani bayrağımızın dalgalandığı bir vatan toprağını terk ettik. Hem de bunu yaparken pkk terör örgütünün Suriye’deki kolu olan YPG, PYD ile işbirliği yaptık. Neden? İki rivayet var A) Türkiye’nin elinde bulunan İşid militanları serbest bırakılmazsa o türbenin uçurulacağı ve orada nöbet tutan askerlerin öldürüleceği tehdidinden korktuk.( Her ne kadar İşid’e hep destek veren(?) bir hükümetin elinde –esir- İşid militanı olmasının mantığını anlayamasak da… ) B) Hükümet PYD ile İşid arasındaki çatışmalarda sık sık havan roketlerinin, kurşunların hedefi olan bu mahaldeki askerlerden bir tekinin ölmesi halinde ‘’ Askerini koruyamayan hükümet’’ olarak damgalanacaktı, yaklaşan seçimler öncesinde böyle bir riski göze alamazdı. İki ucu moklu bir değneğin ‘’ Orayı terk et ‘’ucundan tuttu.
Peki bu durumdan kim rahatsız oldu?
İşin doğrusu olayı siyasi malzeme olarak kullanmayan olayı sadece bir vatan toprağının kaybedilmesi olarak gören bir avuç Ükücü dışında gerçek manada rahatsızlık duyan olmadı.
Burada bir avuç Ülkücü ifadesini kasten kullandım. Çünkü Ülkücü camia içinde de Osmanlı’nın atasıymış, atamızın aziz hatırasına bile sahip çıkamıyormuşuz gibi bir endişesi olmayan, bu durumu zerre kadar sallamayan bir sürü insanın var olduğunu çok iyi biliyorum.
Osmanlı Padişahlarının annelerinin milliyet listelerini çıkarıp ‘’ Osmanlı padişahları aslında Türk değildi’’ diyen bir Ülkücünün daha sonra ‘’Atamız Osmanlı’nın atası Süleyman Şahın türbesini nasıl havaya uçurursunuz ulan ‘’ diye uluması bana hiç bir zaman ciddi ve samimi gelmez. Osmanlı Padişahlarının annelerine fahişe de sonra da ‘’ Atamızın türbesine bile sahip çıkamadı bunlar ‘’ diye timsah gözyaşları dök…Bunu bizim gibi yaşlı kurtlar yemiyor ama maalesef yiyen o kadar çok ki.
Başka rahatsız olan var mı? Saydığım o bir avuç Ülkücü dışında yok. Hiç birisinin bu konuda kalem oynattığını görmüyoruz. Yok yok yanlış anlaşılmasın kalem oynatmasına oynatıyorlar ama bir vatan toprağının kaybedilmesinden duyulan üzüntü sebebiyle değil. Mevcut hükümete bir gol daha çakabilir miyim endişesiyle. Yoksa Kars Kalesine Moskof Bayrağı dikenlerin bizatihi kendileri ya da evlatları veya torunlarından böyle bir vatan duyarlılığı beklemek, bunu iddia etmek Hitler’in en büyük Yahudi dostu olduğunu iddia etmek kadar saçma olur ki zaten onların nazarında da Osmanlı Padişahlarının anaları fahişedir, kendileri de kanı bozuk orospu çocuğu…Dolayısıyla da türbesiymiş, nakliymiş hiç de umurlarında değildir.
Peki bayrağımız? Orada her şeye rağmen bayrağımız dalgalanıyordu. Onun için olamaz mı tepkileri? Bir kısmı için evet…Osmanlının atası meselesini sallamasalar da orada dalgalanan bir bayrak vardı, şimdi yok. O sebepledir tepkileri. Ama önemli bir bölümünün bayrak da umurlarında değildir.
Peki hükümet yanlılarına ne demeli: Bunca Osmanlıcılığa, Ak Sarayda ‘’Diriliş-Ertuğrul’’ Dizisinin müziğini çaldırmalarına rağmen daha sonra Osmanlı’nın atasına yapılan bu saygısızlığa hükümet yanlılarının tepkisi olmadı mı? Ya da olmayacak mı?
Kısaca onu da izah edeyim:
Dün bir video seyrettim. Videoda bir spiker elindeki mikrofonu ben yaşlarda sakallı birine uzatıyor ve aralarında şöyle bir muhabbet oluyor:
SPİKER-Amca hükümet bazı ilaçları SSK kapsamından çıkarmış. Bu konuda ne diyeceksiniz?
AMCA-Hayır hepsini de ödüyor.
SPİKER-Bundan sonra bazılarını ödemeyecekmiş
AMCA-Yalandır. Hükümetimiz çok güzel idare ediyor devleti
SPİKER-Amca resmi gazetede yayınlandı.
AMCA-Sen gazetelere inanma.
SPİKER- Ama amca resmi gazete devletin resmi yayın organıdır.
AMCA- Öyle de olsa sen yine de gazetelere inanma.
Evet...Hükümet yanlıları için Süleyman Şah Türbesinin yıkılması ve diğer hususlar hükümetin dediği gibidir:Yani hükümet oradaki Mehmetçiğin canını her şeyden daha kutsal saymıştır. Terör örgütüyle bir işbirliği yoktur. Süleyman Şah Türbesi daha sonra yine Suriye toprakları içinde bir yere nakledilecek ve o türbede yine Türk bayrağı dalgalanacaktır. Bu operasyon çok başarılıdır ve hatta kahramanlıktır. Bunun dışında her kim ne derse tamamen iftira ve yalandır. Allah devletimize, milletimize ve başımızdakilere zeval vermesindir. ( Yukarıdaki örneği de hesaba katarsak tam bir ‘’Güler misin, ağlar mısın durumu )
4- Zurnayı çatlatalım artık.
Bayrağımızın dalgalandığı topraklardan çekilmek her zaman bir şerefsizlik midir?
Bu sorunun cevabını bize doğrudan doğruya Mustafa Kemal Atatürk versin mi? Ne dersiniz?
Buyurun o zaman…
Ali Fuat Cebesoy’un ‘’Sınıf Arkadaşım Atatürk’’ başlıklı anı inceleme niteliğindeki eserinde konu şu cümlelerle yansıtılır:
‘’Mustafa Kemal Üçüncü Ordu karargâhında vazifeli idi, ben de hudutta Karaferye’de mıntıka kumandanı idim. Her hafta sonu Selanik’e gelirdim. O da zaman zaman bana gelirdi. Böyle bir akşamdı. Önceden hazırladığını dinlediğim haritayı beraberinde getirmişti: Bu, Hasta Adam Osmanlı’nın taksimini beklemeden, bizim, kan dökülmesine ve mukadder mağlubiyetleri beklemeden, şeklen sınırlarımız içinde olmasına rağmen asla ve hiçbir zaman bizim olmamış toprakları terk etmeden sonra temeli Türk olan bir devletin hudutlarını gösteriyordu. Yemen’i, Hicaz’ı, Filistin’i daha sonra 1911’de beraberce giderek müdafaa ettiğimiz Trablusgarp’ı asıl halkına bırakıyorduk. Bugünkü Suriye’de olan Halep, Irak’ta olan Musul bizimdi. Makedonya, On iki Ada, zaten o günlerde elimizde idi. Mısır gibi, hakimiyeti nazarileşmiş yerleri halkına bırakıyor, ama 1878’de İngilizlere emanet ettiğimiz Kıbrıs’ı alıyorduk.’’ ( Mutafa Kemal’in ideallerindeki Misak-ı Milli buydu.)
Görüldüğü gibi Mustafa Kemal bile ‘’Şeklen sınırlarımız içinde olmasına rağmen asla ve hiç bir zaman bizim olmamış toprakların’’ terk edilmesinden bahsederken; sınırlarımız içinde olmayan ve asla aslen bizim olmamış, sadece şeklen bize ait olan topraklarda ille de ‘’Türk bayrağı dalgalandıracağız, gerekirse o sekiz bin yedi yüz küsur metre kare toprak için kan dökeceğiz, can alıp can vereceğiz’’ demenin mantığını değerli okuyuculara bırakıyorum.( Musul, Makedonya, On iki ada, Halep ve Kıbrıs konularına hiç girmeden )
Şanlı bayrağımızın dalgalandığı ve asırlardır kendi vatanımız olarak bildiğimiz bir topraktan bu şekilde çekilmek elbette hüzün vericidir ama bana kalırsa vatan topraklarımız yani doğrudan doğruya aslen de şeklen de bize ait olan topraklarda bayrağımızın gönderden indirilmesi, bizim olan topraklarda bir terör örgütünün bayraklarının dalgalanması daha üzüntü vericidir. Odaklanılması gereken de bu olmalıdır benim kanaatime göre.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Resimler:
1- 1973 yılına kadarki Süleyman Şah Türbesi….Arkada Caber kalesi görünmektedir ve resimden de anlaşılacağı üzere Süleyman Şah Türbesi Caber Kalesinin içinde değil, eteklerindedir.
2- 1973 den sonraki Süleyman Şah Türbesi…Dikkat edilecek olursa Caber Kalesi diye bir şey yok görüntüde.
3- 1973 den sonraki Süleyman Şah Türbesinde nöbet tutan Mehmetçik.
4- 22 Ocak 2015 te Süleyman Şah Türbesindeki Türk Bayrağının gönderini söken Mehmetçik.