5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
961
Okunma
14 Şubat Sevgililer Gününe itirazım var ama deüişik bir kulvardan. Neye, niçin hayır dediğime gelmeden önce çoğunlukla Defter sayfalarında, forumlarda gördüğümüz, benim geleneksel diye adlandırdığım itirazların üzerinden geçelim.
İlk grup 14 Şubat’ın bir Hristiyan adeti olduğunu, geleneklerimize ve dinimize karşı olduğunu söylerler. Hem öyledir, hem değildir. Anglikan ve Luther’ci kiliseler 14 Şubat’ı Aziz Valentine Günü olarak anarlar, burası doğru. Ama Katolik kilisesi 14 Şubat’ı 1969’dan beri takviminden çıkarmıştır. Ortodoks kilisesi ise bahsi geçen azizi 6 Temmuz’da anarlar. Aziz Valentine’i ananlar da bunu herhangi bir anma seviyesinde yaparlar; hiçbir kilise sevgililerden, aşktan dem vurmaz. Konuya romantik bir içerik getiren kişi ise 14. yüzyıl yazarı Chaucer’dır, kilise değil. Ama Aziz Valentine yerine sevgililerin vurgusunun asıl yaygınlaşması 18. yüzyılı bulur. Bunun da arkasında kilise yoktur.
Bir an için varsayalım ki 14 Şubat Sevgililer Günü tamamen Hristiyan kilisesinin propagandası olsun(ki kesinlikle değil). Bu durumda Svegililer Gününü kutlamak genelde İslam’ı kabul etmiş bir toplumu geleneklerinden uzaklaştırır mı?
Gelenekler toplumla yaşar. Günlük hayat eldeki geleneklere ekleme yapar, kendine uymayanları değiştirir, yerlerine yenilerini koyar. Futbol takımının şampiyonluk sevinci bir yüzyıl önce olmayan bir olguyken, bugün gelenekselleşmiş bir haldedir. Yine geleneksel kabul etiğimiz rakı hayatımıza 19. yüzyılda Tanzimat’la beraber girmiştir. Her şey bir yana, otomobil kültürü başlıbaşına yeni doğan bir bebek sayılır geçmiş ananelerle karşılaştırıldığında. İthal edilmeye başlanan diğer bir ‘gelenek’ de evliliklerdeki tek taş yüzük adetidir. Doğrudan Amerika’dan alınmıştır. İşin ilginç tarafı Amerika’da da gelenek olması oldukça yenidir. De Beers adlı madencilik ve elmas şirketinin başarılı reklam kampanyası sonucu evlilik tekliflerinde elmas yüzük geleneği yerleşmiştir. Kapanyayı başlatanları ticari başarılarından ötürü tebrik ediyor, sadede geliyoruz: Gelenekler, geleneksel inanşın aksine statik, kalıplaşmış değildirler.
Dahası inandığınız din de yabancı öğeleri içine almakta o kadar tutucu davranmamakta. İlk ibadet günü Yahudilere ait olan Cumartesi idi. İlk kıble Hiram’ın Kudüs’teki tapınağıydı. Putperestlerin kutsal ayları olduğu gibi alındı. Putperestlerin tapınağı yeni kıble yapıldı (Tabii tapınağın geçmişi için de bir efsaneyle çıkagelindi) Eğer bunlar sizi Yahudi ya da pagan (putperest) yapmadıysa, sevdiğinizi 14 Şubat’ta güzel bir gün geçirmek hiç Hristiyan yapmaz; içiniz rahat olsun.
İkinci itiraz eden grup 14 Şubat’ın bir kapitalist icadı olduğu söylerler: Hediyeler, dışarıda yemekler, çiçekler, çikolatalar, vs. İlk bakışta öyle gözükebilir. Ama aynı mantıkla iftar sofralarının arkasında Kayserili pastırmacıların, zeytin tüccarlarının ve hurma ithalatçlarının olduğu da iddia edilebilinir. Hatta Ramazan’daki Coca Cola reklamlarını gördükçe Amerikan sermayesi iftarı körüklüyor mu diye de düşünebilirsiniz. 14 Şubat sevdiğinize sevildiğini, ama romantik bir şekilde sevildiğini hissettirme günüdür. Siz kolaya kaçıp dışarı yemeğe çıkarıp, dükkanlardan hediyeler alıyorsanız piyasa sistemi bu fırsatı kaçırmak istemeyecektir; tıpkı Ramazan’ı değerlendirdikleri gibi. Ama biraz yaratıcı olup, değişik fikirlerle gelirseniz piyasanın ekmeğine yağ sürmezsiniz. Her şey sizin elinizde.
Eğer eşinize düzenli olarak romantik günler yaşatıyorsanız (ve o gerçekten bunları istiyorsa) o zaman zaten bir 14 Şubat’a ihtiyacınız yok. Ama çoğu ilişki bir süre sonra alışkanlığa dönüşür ve eşler bir anlamda ‘akrabalaşır’. 14 Şubat bu akrabalaşmayla mekanik cinselliğin dışına çıkma çabasıdır.
Benim 14 Şubat’a yaklaşımım (ve de itirazım) ise başka bir açıyı kapsıyor. Öncelikle yukarı sözünü ettiğim itirazları yapanların hemen hepsinin erkek olduğunun altını çizeyim. Bu bir tesadüf değil.
Amerika’da yaşıyorum. Çevremde Amerikalılar var ve hemen hiç biri 14 Şubat’ı ne kilisenin bir propagandası, ne de kapitalist sistemin bir dayatması olarak görüyor. Derslerde, biraz da monotonluğu dağıtmak için (Kolay mı üç buçuk saat boyunca muhasebe dersi almak!) konu dışına çıkıyorum. Bu hafta da gündemde 14 Şubat vardı. İki sınıfıma da aynı soruyu sordum: 14 Şubat’ı heyecanla bekleyen bir erkek var mı aranızda? Hiç bir el kalkmadı. İkinci soru: 14 Şubat’ı heyecanla bekleyen bir erkeği şahsen tanıyan var mı? Yine eller önlerinde, başlar eğik.
Sorun ortada: Erkekler 14 Şubat’ı sevmiyor. O gün bir şeyler yapmak zorunda olduklarını düşünüyorlar: Organizasyon, para harcama, kafa yorma, vs. Bir stres kaynağı oluyor onlar için. Bir an önce de geçse bitse diye bekliyorlar. Türk erkekleri bir anlamda şanslı. Yok dinimize aykırı (yoo değil), yok kapitalist sistemin oyuncağı (O zaman bayramda bayramlık elbise almak da aynı kefede), vs. bir itirazla çıkagelebiliyorlar. Zavallı Amerikalıların bu silahları da yok. Öğrencilerimden biri ‘Eşim bana Grinin Elli Tonu’nu seyrettirecek’ diye yakınıyor. Yemeğe çıkacaklara ‘Aranızda steakhouse’a gidecek olan var mı?’ diye soruyorum, sessizlik içinde cevabımı alıyorum (Türkiye’de kebapçı neyse, Amerika’da steakhouse’un algılanması da aynı şekilde). Bir diğer öğrenci ‘Eşime evde sushi yapacağım’ diyor. Niye mangalda et yapmadığını sorunca ‘Ama o zaman onun değil, benim sevdiğim olur’ diye yanıt veriyor. Belki de tüm o itirazların özünü bu yanıt içinde barındırıyor.
Saate bakıyorum: Türkiye’de 14 Şubat’ın bitmesine 12 dakika var. Burada ise devam ediyor. Birazdan yazmayı bırakıp akşam için hazırlanmaya gideceğim. İtiraf edeyim, bu sene yaratıcı olmadım: Biraz Fransız lokantası, şarap ve hediye. Seneye ise içim rahat. Kılımı kıpırdatmayacağım. Çünkü çüft senelerde 14 Şubat’ı organize etmek eşimin görevi; teklerde ise benim. Sevgili değil miyiz, bir sene o, bir sene ben. Tavsiye ederim.