3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
848
Okunma

Ceylan, Niran Ünsal ve Tuğçe Kazaz desem eminim ki bu isimleri tanımayan pek çıkmaz. Kimdir bunlar? Türkiye’ye bilim, kültür ve sanat açısından bir katkıları olmuş mudur? Hayır. Bu vatanı düşmanlardan kurtaran önderler midir? Hayır. Ülkemizin adını mı duyurmuşlardır yurt dışında? Hayır.İlk ikisi şarkıcı, üçüncüsü manken olan üç vatandaşımız. Peki özellikleri ne ki günlerdir bu üç ismi konuşuyoruz? Tek bir özellikleri var o da eskiden vücutlarını sergilemekten çekinmeyen bayanlar oldukları halde şimdi tesettürlü bayanlar haline dönüşmüş olmalarıdır.Dolayısıyla da bu üç isim maalesef çanak yalayıcılığın, yalakalığın sembolleri(!) olmuşlardır.
Peki ben ne yapmışım: Mustafa Kemal, Kemal adını Kamâl olarak değiştirir değiştirmez bazılarının ‘’Kamâlizm’’ diye kitap çıkardığını söyleyerek yalakalığın ülkemizdeki tarihsel gelişimi ile ilgili bir başka örnek vermişim.
Bu üç hatunu konuşmak, bunların geçmişlerini didiklemek, geçmişleri üzerinden hali hazırdaki durumları üzerine gerek gerçek medyada, gerek sanal medyada yazmak çizmek, onların hata ya da sevaplarını tartışmak normal, ama memleketimizi düşmandan kurtaran, bu memleketi uluslar arası arenada dünyanın saygın bir devleti yapan Atatürk’ü günahlarıyla sevaplarıyla konuşmak anormal???
Muhterem beyler ve bayanlar !
Atatürk’ü konuşacağız elbette. Ama onu tanrılaştırmadan. Peşin peşin onu asla hata yapmaz bir insan olarak kafamıza kazıyarak değil. Aksi takdirde? Aksi takdirde çıkar birileri önünüze bir belge koyar o belgede de Atatürk’ün aslında Selanik genelevinde doğmuş bir bir veled-i zina olduğu yazılıdır. Ne yaparsınız? ‘’ Bu belge sahtedir, uydurmadır’’ dersiniz. O belgeyi önünüze koyana ana avrat küfür edersiniz hepsi o.
Belgenin sahte olduğunu ispat edebilir misiniz?
Siz edemezsiniz. Çünkü Osmanlıca bilmiyorsunuz her şeyden önce. Ayrıca Tarih de bilmiyorsunuz. Siz sadece öğrenmişsiniz Atatürk 1881 de Selanik’te doğdu. Annesinin adı Zübeyde, babasının adı Ali Rıza Efendiydi diye. Oysa karşınızdaki kişinin elindeki belgede Atatürk’ün babasının adının Abduş olduğu ve bu kişinin bir sabıkalı olduğu yazmaktadır. Belge de Selanik Asliye Hukuk Mahkemesinden çıkmadır ve 1882 tarihli olup mühür, imza her şey tamdır.[Bu belgenin sahte olduğu nasıl ispatlanır az sonra değineceğim ]
Peki sadece ‘’Sahte bir belge, Atatürk 1881 de Selanik’te doğdu ve babası da kereste Tüccarı Ali Rıza Beydi’’ demek yeterli mi karşınızdakini susturmak için? Değil elbette.
Bu durumda yapabileceğiniz bir tek şey kalır: 5816 Sayılı ‘’Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar’’ mucibince bu kişiye dava açıp cezalandırılmasını sağlamak.
Ha bu arada unutmadan; bu kanunu da Demokrat Parti çıkarmıştır. Öyle zannedildiği gibi Atatürk hayattayken var olan bir kanun değildir.( 1951 de çıkarılmıştır)
Görüldüğü gibi Atatürk’le uğraşanlar var bu ülkede. Atatürk’le uğraşanlarla uğraşanlar ise genelde böyle cezai müeyyidelerle susturma yoluna gitmişlerdir
Bakın 1983 yılında bizzat yaşadığım bir olayı anlatacağım:
O tarihte Antalya, Manavgat İmam-Hatip Lisesinde öğretmendim.Okulumuzdaki Meslek Dersleri öğretmenlerinden biri öğrenciler arasında ayırım yapıyor, Selametçi denilen Erbakancı öğrencilere notu bol keseden verdiği halde Ülkücü öğrencileri şapır şapır döküyordu. Öğrenciler önce okul idaresine benim aracılığım ile ( Çünkü ben sınıf öğretmenleriydim ) dilekçe verdiler bu öğretmenin değişmesi için ama okul müdürü -kendisi de Ülkücü olduğu halde- dönüp bakmadı dilekçelere. Bunun üzerine öğrenciler o öğretmen hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundular. Öğretmenin Atatürk’e hakaret ettiğini söylediler. Peki öğretmen gerçekten de Atatürk’e hakaret eden biri miydi? Madem gerçekleri konuşacağız o zaman hiiiç kıvırmadan söylüyorum: Evet…Atatürk düşmanı biriydi aslında.
Dilekçeler savcılığa verilir verilmez öğretmen arkadaş dersten alınarak önce savcılığa, yarım saatlik bir sorgu sonunda da nezarete konu. Ertesi gün de Ceza ve tevkif evine… Tam bir ay içeride yattıktan sonra ilk mahkemesi Antalya Ağır Ceza ( Dikkatinizi çekerim Ağır ceza ) Mahkemesinde görüldü. İlk mahkemeye ben de gitmiş ve arkadaşın çoluğuna çocuğuna acıyarak ‘’ Hayır Atatürk’e hakaret ettiğini hiç duymadım’’ diye yalan ifade vermiştim.
Bir ay sonraki ikinci mahkemeye gidemedim. Nihayet Ağustos ayındaki üçüncü mahkemeye, bu sefer cebimde öğrencilerin verdikleri dilekçelerle gittim.
Hakim yine önce öğrencilere söz verdi. Onların konuşması bitince de aynen şu dehşet dolu sözleri söyledi:
‘’ Ulan bu namussuz herifi gebertip de leşini önüme atamadınız mı? Ne demek lan Atatürk’e hakaret etmek? Bu namussuzu gebertseydiniz ben sizi tek celsede salıverirdim’’
Bir tek yalanım varsa evlatlarımın canazesini göreyim. Olay aynen böyle cereyan etti. Daha sonra benim hakime sunduğum o dilekçelerle öğrencilerin not meselesi yüzünden öğretmenlerine iftira ettiği kanaati hasıl olduğundan öğretmen beraat etti.
Peki öğrenciler? On sekiz yaşından küçük oldukları için tabii ki iftira atmak(!) gibi bir suçtan dolayı ceza almadılar. Yalnız çok çok önemli bir şey oldu o mahkemeden sonra: Her biri Atatürkçü olan o öğrenciler mahkemeden sonra ‘’ Vay anasını be. Hakaret edilen Atatürk bile olsa bir insana hakaret etmenin cezası linç edilerek öldürülmek mi?’’ diye sormaya, sorgulamaya başladılar ve benim dört sene emek vererek öğrettiğim Atatürk ve Atatürkçülük gözlerinde artık tamamen başka bir hüviyete büründü. Hayallerindeki Atatürk darmadağın oldu. Şimdi hiç biri Atatürk düşmanı değil yine de ama Atatürkçü de değiller. Tamamen nötr insanlar oldular Atatürk’e karşı, o olaydan sonra.
Sanırım Atatürk’le asıl uğraşanların aslında ‘’Atatürkçüyüm’’ diyenler olduğu ile ilgili bundan daha bariz bir örnek verilemez.
Atatürk aleyhinde söz söyleyen, bırakın Atatürk aleyhinde olmayı öyle algılanabilecek bir söz ya da düşünce dile getireni susturmaya çalıştık yıllarca. Susturma derken fikirle değil. Zorla…Ne oldu sonuç? Siz bu gün ülkede bu kadar çok Atatürk düşmanı olmasının sebebini sadece ve sadece tekkelere, dergahlara, tarikatlara, şıhlara, şeyhlere mi bağlıyorsunuz yoksa?
27 Aralık 1949 tarihinde Yani İsmet İnönü’nün Milli Şef ve tek lider olduğu o dönemde ABD ile imzalanan ve Milli Eğitimimizi ABD ye teslim eden Fulbrıght Antlamasından hiç bahsetmeyeyim de Atatürkçülerimizin (!) yürekleri hoplamasın. ( Gerçi onu da DP iktidarına yamarlar ya, sadece el insaf derim. 27 Aralık 1949 da DP iktidarı mı vardı?)
Evet şimdi gelelim yukarıdaki resimdeki belgeye (!)
Aylar önce bir edebiyat sitesinde herifin biri yayınlamıştı bunu. Görür görmez herife yazdım hemen. ‘’Be hey salak… 1882 tarihinde Osmanlı Toprakları olan herhangi bir yerde Asliye Hukuk Mahkemesi mi vardı ki sen tutmuş bana Selanik Asliye Hukuk mahkemesi Sıra No 451 vs sayılı bir belge sunuyorsun?’’ deyince çok afedersiniz götünün üstüne oturdu.
Demek ki neymiş ‘’ Bu konuları konuşmayalım, bu konuları konuşmanın sırası mı şimdi. Ya da ‘’ Geçmişe saplanıp kaldınız ‘’ demek yerine eğer ki konuşabilseymişiz zamanında, bu gün karşımıza sorun olarak gelen pek çok şeyi çözebilecekmişiz.
Mesela Hakim Bey o öğretmen için ‘’ Leşini önüme atsaydınız’’ Diyeceğine ‘’Hocam hele anlat bakalım senin Atatürk’le derdin ne?’’ diye sorsaydı. Öğrencilere de ‘’ Çocuklar bakın Atatürk sizlere hitaben ‘’ Dahili ve harici bedhahların olacaktır’’ demiş. Öğretmeniniz de maalesef bu bedhahlardan biri. Siz sakın Atatürk’ün yolundan ayrılmayın ‘’ demiş olsaydı daha iyi bir sonuç elde edilmez miydi?
Evet…Aslında bu yazı dizisinin konusu da öyle geçmişe saplanıp kalma ile ilgili değil tam tersine güncel bir konudur. Birkaç gün sonra bazı vatandaşlarımız Kadıköy’de büyük bir miting yapacaklar. Bu mitingde hükümetten uzun zamandan beri istedikleri bir şeyi de dile getirecekler: Zorunlu din eğitiminin kaldırılması. Yani? Yani konu güncel.
Zorunlu din eğitiminin kaldırılmasının önündeki en önemli engel nedir peki? Nüfus cüzdanlarında bulunan ‘’ Dini’’ Hanesi… Hükümet ne diyor: ‘’ Nüfus cüzdanlarına baktığımızda Türkiye nüfusunun %99 u Müslüman olduğuna göre bu İslam Ülkesinde din eğitiminin zorunlu olmasından daha tabii ne olabilir?’’ Oysa ‘’Din hanesi kaldırılsın ‘’ diyen ne diyor? Bu sorunun aslında pek çok cevabı var:
1- Bazı vatandaşlar ‘’ Evet ben de Müslümanım ama Sünni Müslüman değilim. Benim bu farlılığım nüfus cüzdanımda belirtilsin. Belirtilsin ki benim Alevi olan evladım Sünni İslam esaslarının din eğitimini öğrenmek zorunda bırakılmasın
2-Bazı vatandaşlar da Yahu ben Müslüman değilim. Benim dinim Alevi.Alevilik farklı, Müslümanlık farklı , Nüfüs cüzdanımda da ‘’Dini’’ hanesine ‘’Alevi’’ yazılsın diyor.
3- Bazı vatandaşlarımız ‘’ mesele Sünnilik veya Alevilik meselesi değil, Anayasamızın 24. Maddesine göre hiç kimse dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz’’ dendiği halde nüfus cüzdanlarında ‘’Dini’’ hanesinin bulunması Anayasaya aykırıdır, dolayısıyla bu hane hiç olmamalı’’ diyor.
Bu gün artık Ateizmin dernekleri bile kurulmuş olduğu halde ateistlerin nüfus cüzdanlarında ‘’Dini: İslam’’ yazıyor. Normal şartlarda Müslümanların da itiraz etmesi gerekir ‘’ Benimle bu insanları nasıl aynı kefeye koyarsınız?’’ diye. Dolayısıyla şahsi kanaatime göre nüfus cüzdanlarında ‘’ Dini’’ diye bir hane olmamalıdır.Ya da olacaksa kişi kendisinin ve velisi-vasisi olduğu kişilerin dinini ne şekilde beyan ediyorsa o haliyle yazılmalıdır. Kişinin dinini ancak kendisi bilir. Yok efendim falanca şey dindir, filancası değildir gibi konular bu tartışmanın dışında olmalıdır.
İyi ama nüfus cüzdanında ‘’Dini ‘’ diye bir hane olmazsa din eğitimi de zorunlu olmaktan çıkmaz mı? Yani zorunlu din eğitimine de mi karşıyım?
Amaç çocuklarımıza din eğitimi vermek değil mi? O halde niçin açık öğretim gibi bu ders de tv den verilmesin? Hem de her dine ve her inanca göre ayrı ayrı verilmesin? Zaten haftada iki saat… Bir tv kanalında rahatlıkla her inanca göre ayrı ayrı din eğitimi programları olabilir. Din eğitimi niçin ille de notla değerlendirilen bir ders olsun ki? Ama bu arada ‘’Ben çocuğumun okulda din eğitimi almasını istiyorum’’ diyen veliler için de zorunlu olmayan bir din dersi konabilir okullara.
Evet teknik ve biraz çetrefilli bir konu…
Peki Din derslerinin ülkemizdeki tarihsel süreci nasıl olmuştur?
1920 li yılların sonlarından 1950 li yıllara kadar din dersleri müfredat programlarından tamamen çıkarılmıştır. ( ne zorunlu ne de seçmeli din dersi diye bir şey yok…İmam-Hatip okulları hariç tabii ki ) [ İmam Hatip Okulları 1924 te 29 merkezde açıldı. 1929 da sayıları 2 ye indi. 1930 da ise tamamen kapatıldı. 1951 yılında Demokrat Parti iktidarı zamanında yeniden açıldı. 1930-1929 yılları arasında imam ve hatipler önce Diyanet İşleri Başkanlığının açtığı kur’an kurslarında yetiştirildi ancak bu kurslarda yetişen İmam-Hatiplerin yeterince aydın olmamaları ile ilgili bir raporla kurslar kapatıldı ve 1949 da Milli Eğitim Bakanlığına bağlı kurslar açıldı. On aylık olan bu Kurslardan ise 1949 yılı sonunda sadece 50 kişi mezun oldu.]
1950 de Okullarda din dersleri seçmeli ders oldu ki mesela ben 1969 da başladığım Lise yıllarımda Din dersini seçmemiştim.
1982 anayasası ile de Din dersleri zorunlu ders olarak okutulmaya başlandı. Bir askeri dönem anayasası olan 1982 anayasasının din derslerini zorunlu ders haline getirmesi gerçekten de oldukça ilginçtir. Lakin şimdilerde ‘’ 12 Eylül döneminden çok daha kötü bir baskı dönemi yaşıyoruz’’ diyenlerin hiç biri ne o günlerde ne de 12 Eylül 1982 ile 3 Kasım 2002 yıllarında gelip geçen on üç hükümet döneminde ‘’Zorunlu Din Öğretimine Hayır ‘’ Diyememişlerdir.
Bir başka soru?
1937 de Laiklik ilkesi anayasamıza resmen girdiği halde Nüfus cüzdanlarındaki Dini, hatta Mezhebi ifadesi niçin kaldırılmamıştır? Öyle ya laik bir devlette nüfus cüzdanında ‘’Dini- Mezhebi’’ gibi ifadelerin ne işi var? Sırf bu noktadan hareketle ‘’Ulan siz kim oluyorsunuz da Atatürk’ün bile nüfus cüzdanlarından kaldırmadığı Dini, mezhebi hanesini kaldırmaya cüret ediyorsunuz densizler’’ dese birileri ‘’Arkadaş haksızsın sen ‘’ diyebilir misiniz?
Peki bu konu hiç mi tartışılmadı?
Tartışılmasına tartışıldı ama ‘’Aman sakın bu haneyi kaldırmayın ‘’ diye diretenler Müslüman ve çoğu Hanefi mezhebinde olanlar olmadı. Tam tersine azınlıklar hiç istemediler bu hanenin nüfus cüzdanlarından kaldırılmasını. Çünkü Lozan Antlaşmasının sağladığı azınlık statüsü çok hoşlarına gitmişti ve kendi okullarına başka din ve mezhepten insanların girmemesi için nüfus cüzdanlarında ‘’Dini-Mezhebi’’ gibi bir sütunun olması işlerine geliyordu.
Tek sebep bu mudur bilinmez ama 1920 li yıllardan başlayarak 1972 yılına kadar nüfus cüzdanlarında ‘’Dini- Mezhebi’’ diye bir hane vardı. Hatta benim çok yapraklı nüfus cüzdanımda da ‘’Dini: İslam, Mezhebi Hanefi olarak yazıyordu. Oysa Hanefi nedir bilmiyordum o yıllarda. Merak da etmemiştim çocuk aklı. Papağan gibi ‘’Dinim İslam, Kitabım Kur’an, Peygamberim Hazreti Muhammed, Mezhebim Hanefi diyordum.
1975 yılında katip olarak çalıştığım Bakırköy-Kartaltepe Mahallesi Muhtarlığına bir gün gelen bir vatandaş nüfus cüzdanını uzattı. İçine baktım adamın adını soyadını çok iyi hatırlıyorum ama yazmayacağım. Adı Soyadı Türk ad ve soyadı lakin dini: Hrıstiyan…O da yabancısı olduğum bir şey değil. Çok vardı dini Hristiyan olan. Lakin ilk kez 1975 yılında Hristiyanlığın Katolik, Protestan ve Ortodoks dışında bir mezhebi daha olduğunu öğrenmiş oldum. Çünkü adamın ‘’Mezhebi’’ Hanesinde ‘’Süryani Kadim ‘’ yazıyordu.
Bu gün bu araştırmayı yaparken öğrendim ki nüfus cüzdanlarındaki ‘’ Mezhebi’’ Hanesi 1972’de çıkarılan 1587 sayılı Nüfus Kanunu’yla kaldırılmış. Demek ki benim Bakırköy’de tanıdığım o şahsın ya bu kanundan haberi olmamıştı ya da nüfus cüzdanında mezhebinin yazılı olmasından rahatsızlık duymuyordu.
İlginç olan şey ise Müslüman-Hanefi vardı. Hrıstiyan- Ortodoks vardı, Musevi- mezhebi hanesi boş olan vardı ama Müslüman-Alevi yoktu. Onlar da hep Müslüman- Hanefi olarak geçiyorlardı kayıtlarda. Haa bu arada dini- mezhebi hanesi tamamen boş olanlar yahut iki haneye birden sadece İslam, hatta - sanki bir dinmiş gibi - Türk yazılmış olanlar da bir hayli fazlaydı. Her şey vardı ama nüfus cüzdanlarında iki şey yoktu 1- Alevi 2- Ateist…En azından ben hiç rastlamadım.
İyi de Alevilik din midir ki nüfus cüzdanında ‘’Dini’’ hanesinde yer alsın ?
Benim boyumu aşacak bir soru. Ancak bu konu ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bir kararı var. Bu karar aynı zamanda nüfus cüzdanlarındaki ‘’Dini ‘’ Hanesiyle de ilgili….
Gelecek bölümde inşallah.
Resim:Atatürkle ilgili o meşhur düzmece belge Daha sonra baktım Murat Bardakçı da benim, bahsettiğim minval üzre bu belgenin sahte olduğunu- başka delilller de ileri sürerek- ortaya koydu. Çok şükür ki Osmanlıca bilen birileri vardı ve onlar sayesinde bu belgenin sahte olduğu kesin olarak ispatlandı.