8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
845
Okunma

Yirmi sekiz sene devlet okullarında dört sene de özel bir okulda olmak üzere toplamda otuz iki sene Tarih Öğretmenliği yaptım.
Her öğretim yılı başında ilk dersimde öğrencilerime bir soru sorardım: ‘’Tarih ile hikaye arasındaki fark nedir?’’ Çocuklar tabii ki kendilerince bu soruya cevaplar verirdi. Sonunda ben herkesin anlayabileceği şekilde sorunun cevabını verirdim: ‘’Tarih gerçektir, hikaye ise uydurma’’
Evet..Tarih gerçektir. Onu hikayeden ayıran en önemli özelliği ise belgelere dayalı olmasıdır. Bize anlatılan bir olay belgelere dayanmıyorsa hikaye olur, fantezi olur, aspargas haber olur, uydurma olur, masal olur kısacası her şey olur ama asla tarih olmaz. Ancak yine de maalesef özellikle bizim ülkemizde tarih ile uydurma hikayeler birbirine o kadar karışmıştır ki neyin tarih, neyin hikaye olduğunu ayıklamak neredeyse imkansız hale gelmiştir. Aynen dinde olduğu gibi. Dinimizde de neyin dinden neyin hurafe olduğu artık neredeyse seçilemez, birbirinden ayrılamaz hale gelmiştir. Oysa aslında oldukça basittir: Biraz mantığımızı çalıştırmak. Hepsi bu.
Neyse…Din konularını ilahiyatçılara bırakarak ben kendi branşım olan tarih ile ilgili bir konuda bir iki kelam edeyim.
Konumuz: ‘’ Atatürk’ün Suud Kralına ‘’ Peygamberimizin mezarını yıkarsan ordumla aşağı inerim senin ananı avradını bellerim’’ mealinde bir mektup ya da telgraf gönderip göndermediği.
Peki böyle bir telgraf ya da mektup varsa bunun önemi ne olacaktır?
Bunun önemi şudur: Şayet böyle bir belge varsa Mustafa Kemal Atatürk’ün ne kadar dindar olduğunu hatta Türklük ile et ve tırnak gibi olmuş olan İslamiyetin nasıl mümtaz bir koruyucusu ve savunucusu olduğu kanıtlanmış olacaktır.
Böyle bir belge var mıdır peki?
Gelin o zaman bazı varlar ile başlayalım sonra da yok olan üzerinde duralım.
Elimizde 21 Nisan 1920 Tarihli bir belge var ( Resim 1 )
Bu bir genelge olup Türkiyedeki bütün illere gönderilmiştir. Peki ne diyor o genelgede? Bakalım: (Günümüz Türkçesi ile)
1. Allah’ın yardımıyla 23 Nisan Cuma günü, Cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.
2. Vatanın bağımsızlığı, yüksek halifelik ve saltanat makamının kurtarılması gibi çok önemli vazifeleri olan Meclisin açılış gününü, Cumaya tesadüf ettirmekten maksat, o günün kutsallığından faydalanmak ve açılmadan önce sayın milletvekilleriyle Hacı Bayram Camii’nde Cuma namazı kılmak, Kuran ve namazın nurlarından faydalanmaktır. Namazdan sonra Peygamberimiz (sav)’in sakalı ve sancağı el üstünde olduğu halde Meclis binasına gidilecektir. Camiden buraya kadar olan merasim için Kolordu Komutanlığı’nca özel olarak askeri tertibat alınacaktır.
3. O günün kutsallığını güçlendirmek için bugünden başlayarak valiliklerde, vali beyefendinin düzenlemesiyle hatim indirilecek, muhayiri şerif okunacaktır. Hatmin son kısımları Cuma namazından sonra Meclis binası önünde tamamlanacaktır.
4. Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde aynı biçimde bugünden başlanarak muhari ve hatm-i şerif okutularak Cuma günü ezandan önce selavat verilecek ve hutbede halife padişahımızın adı söylenirken, padişahımızın ve topraklarımızın bir an önce kurtuluşu ve mutluluğa erişmesi için dua edilecektir. Cuma namazı kılındıktan sonra hatim duası yapılarak yüce halifelik ve saltanat makamının ve bütün yurdun kurtulması uğrundaki milli çalışmaların kutsallığı ve milletin her bireyinin kendi temsilcilerinden oluşan Büyük Millet Meclisi’nin vereceği vatan görevlerini yerine getirmesine ilişkin vaazlar verilecektir. Sonunda halife ve padişahımızın, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin kurtuluşu, mutluluğu ve bağımsızlığı için dua edilecektir.
Bu dini ve vatani törenin arkasından camilerden çıkıldıktan sonra bütün yurtta hükümet konaklarına gelinerek Meclisin açılmasından dolayı kutlama yapılacaktır. Her tarafta Cuma namazından önce Mevlid-i Şerif okunacaktır.
5. Yüce Allah’tan tam başarı dileriz."
Genelgenin sahibi yani yazıp tüm illere yollayan kimdir? Mustafa Kemal…
23 Nisan 1920 de gerçekten de aynen bu genelgede belirtildiği üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi dualarla açılır. ( Resim 4 )
Yani TBMM nin açılışı öncesinde Mustafa Kemal’in yayınladığı genelge de daha sonra meclisin dualarla açılışı da gerçektir. Belgeleri vardır.
9 Kasım 1922 tarihinde TBMM de ismen çok yakından tanıdığımız bir kişiyi görürüz.
Gelin o günün ertesi gün Hakimiyet-i Milliye gazatesinde bu kişinin meclisteki varlığı ile ilgili haberi okuyalım:[O Günkü meclis tutanaklarında da vardır bu kayıtlar ]
Ulemâdan Bediüzzaman Said Efendi Hazretlerine beyan-ı hoşâmedi( Hoş geldin ):
Reis:
"Efendim, Bitlis Mebusu Arif Bey’le rüfekasının(arkadaşlarının) takriri ( Önergesi)var.
"Riyaset-i Celileye,
"Vilâyat-ı Şarkiye ulemâ-yı benamından olup Anadolu gazilerini ve Meclis-i Âli’yi ziyaret etmek üzere İstanbul’dan buraya gelerek samiin( Dinleyici ) locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine hoşâme¬di ( Hoş geldin denilmesini) edilmesini teklif ediyoruz.
"Bitlis-Arif, Bitlis-Derviş, Muş-Kasım, Muş-(İlyas Sami), Siirt- Salih, Bitlis-Resul, Ergani-Hakkı"
(Alkışlar)
Rasih Efendi (Antalya): "Kürsüye teşriflerini ve dua etmelerini ken¬dilerinden rica ederiz."
Said-i Nursî bunun üzerine kürsüye çıkar, Millî Mücadele gazilerini tebrik eder ve dua eder. Bu merasim, tebrik konuşması ve duadan bir sonraki gün çıkan Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi de şöyle bahseder:
"Vilayet-i Şarkiyye ulema-ı beyamından olup Anadolu gazilerini ve meclis-i âliyi ziyaret etmek üzere İstanbul’dan buraya gelen ve samiin locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine beyan-ı hoşamedi edilmesi hakkındaki Bitlis Mebusu Arif Bey ve rüfekasının takriri alkışlar arasından kıraat edildi" ( Resim3 10 Kasım 1922 tarihli Hakimiyet-i Milliye Gazetesi---Resim4 9 Kasım 1922 Tarihli Meclis zabıtları )
Beşinci resim de oldukça ilginçtir. Bu resimde Atatürk tarafından Gülcemal Vapurunda Çanakkale Şehitlerinin aziz ruhlarına hediye edilmek üzere Hafız Yaşar ve başka hafızlara Hatim ve mevlit okutulduğunu görüyoruz.
Altıncı resimde ise Atatürk’ün elinde Eskişehir lüle taşından yapılmış bir doksan dokuzluk tabir ettiğimiz tesbih var.
Yani ilk altı resimde var olanları görüyoruz.
Peki yedinci resimde ne görüyoruz?
Bir Atatürk resmi ve bir yazı. Yazıda ne diyor?
‘’Suud Kralı Dikkatine !!!
Tarafımıza ulaşan haberlere göre Allah’ın sevgili ve özel kulu, elçisi peygamber efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın kabrini yıkıp yerini degiştirecekmişsin. O mezarın tek taşına dokunursan Kurtuluş Savaşı’nı bırakır ordularımla aşağı inerim.’
26 Haziran 1919 MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
(Cumhurbaşkanlığı Atatürk Özel Arşivi)”
Bir Belge gördük mü peki? Ben göremedim bilemiyorum 7. Resme bakıp da bir belge gören var mı?
Bu belgeyi(!) hazırlayanlar anladığım kadarıyla ilk okul seviyesinde bile değiller Tarih bilgisi açısından Çünkü:
1- 26 Haziran 1919 Tarihi itibariyle Mustafa Kemal vardır ama Atatürk henüz yoktur. Çünkü Mustafa Kemal, Atatürk soyadını 1934 te almıştır.
Bu belgenin 1926 tarihli olduğunu söyleyenler de vardır ancak olmayan bu belge 1926 tarihli olsa da fark etmiyor çünkü 1926 Tarihinde de Atatürk diye bir soyadı yoktur.
2- Belge 1919 tarihli ise henüz Suudi Krallığı kurulmadığına göre Mustafa Kemal bu mektubu ( Ya da telgrafı ) hangi Suudi krallığına göndermiştir?
Belge 1926 tarihli ise hangi Kurtuluş Savaşını bırakıp da ordularla aşağı inmekten bahsedilmektedir? Çünkü Kurtluş Savaşı çoktan bitmiştir.
3- En önemli husus da şudur: Bu belge utanılacak, saklanması, hiç kimsenin ulaşamaması gereken bir belge midir ki yukarıda örneklerini verdiğim pek çok şeyin resimlerini, belge niteliği taşıyan meteryallerin fotoğraflarını bulabiliyoruz da bu belgenin hiç bir yerde herhangi bir fotoğrafına rastlamıyoruz?
Kim görmüş bu belgeyi? Sadece Prof Dr Nevzat Yalçıntaş.Neden bir fotokopisini almamış? Efendim izin vermemişlermiş. Yani belgeyi gösteriyorlar ama ‘’Bak gözünü seveyim aramızda kalsın, vatan millet meselesi bu. Duyulur muyulur, resmi bir yerlerde yayınlanırsa kıyamet kopar ‘’ diyorlar ve belgenin bir resminin çekilmesine izin vermiyorlar(!) öyle mi?
Said-i Nursi’nin meclise gelip dua ettiği haberi bile bir gazetede yayınlanıyor ama Türkiye ve Atatürk için –eğer varsa- bir iftihar vesilesi olacak bu belge ile ilgili hiç bir gazetede, hiç bir yerde tek bir kare resim yok? Neden?
4- Peki neredeymiş bu belge? Cumhurbaşkanlığı Özel Arşivindeymiş.
Belge 1919 değil de diyelim ki 1926 Tarihli. Haydi Atatürkten sonrakileri bir tarafa bırakalım 29 Ekim 1923ten 10 Kasım 1938e kadar Cumhurbaşkanlığı yapmış olan Atatürk’ün de mi aklına gelmiyor bu belgeyi bir yerlerde yayınlatmak?
Tabii ki bu soruya ‘’ Atatürk düşmanları yayınlanmış olan tüm resim ve haberleri sansürlediler, yok ettiler’’ cevabını verecektir. İyi de Cumhurbaşkanlığı Arşivinde nasıl duruyor o zaman? Neden yok etmemişler?
Kısaca:
Ne olur. Allah rızası için okuyun şu tarihi biraz. Okuyun ki 1919 ya da 1926 Tarihi için ‘’Atatürk ‘’ diye bir kavramın mevcudiyetinin henüz olmadığını görün de böyle absürd haberlerle yüceltmeye çalışmayın Atatürkü.
Bunlar uydurma diyenleri hemen vatan hainliği ile damgalamayın. Böyle yapınca daha vatansever, daha dindar, bu vatanı herkesten daha daha fazla sever olmuyor aksine daha itici oluyorsunuz .
5- Atatürk’ün, yücelmek için böyle uyduruk belgelere ihtiyacı yok. Kaş yapayım derken göz çıkarmayın. Unutmayın. Hayat Üniversite sınavına benzemez. Üniversite giriş sınavında üç yanlış bir doğruyu götürür ama gerçek hayatta bir yalan tüm doğruları siler süpürür.
Ha bu arada. Eriş Ülgener adlı bir araştırmacı yazar hiç kimselerin ulaşamadığı bu belgeye ulaşmış ve Ulusal Tv de bunu göstermiş. Ben linkini vereyim sizler seyredin.
Yalnız hemen belirteyim bu zat-ı muhteremin gösterdiği şeye belge diyorsanız benim artık söyleyecek hiç bir şeyim kalmaz. Üstelik böyle bir belge varsa buna bütün tv kanalları balıklama atlar. Neden oldukça az insanın seyrettiği Ulusal Tv de program yapmış onu da anlayamadım.
Bahsedilen belge güya 1926 Tarihli ve Mustafa Kemal bu belgede yine ‘’ordumla aşağı inerim’’ demekle beraber hitap şekli Suudi Kralının dikkatine değil, Sayın Ekselansları şeklinde.
Belge dediği şey ise ekranda sadece bir ya da iki saniye görebildiğim Osmanlıca derslerine yeni başlayan tıfıl öğrencilerin bile rahatlıkla yazabilecekleri Arapça yazılar. Bir telgraf ya da mektup olarak gönderilecek o yazıda ben kayıt mührü filan göremedim. Daha doğrusu bir belge göremedim ki.
En başta da belirtmiştim. Mantık…Allah rızası için biraz mantık.
Bırak aşağı inmeyi, 1925teki Şeyh Sait Ayaklanması yüzünden ordunun harap vaziyette olması sebebiyle 1926 da o ordunun Musul ve Kerkük’e girecek hali bile kalmamıştır Atatürk tarafından Misak-ı Milli sınırları içinde gösterilemesine rağmen… O yüzden 1926 da yapılan Ankara Antlaşmasıyla Bu topraklar elimizden çıkmıştır. Aynı 1926 yılında hangi orduyla hangi aşağıya inmekten. bahsediyorsunuz? Musul ve Kerkük’ü İngilizlerin elinden koparamayan ordu aynı tarihte daha da güneye inecek ve yine İngiliz mandası altında bulunan Suudi Arabistan’a haddini bildirecek (!)
Yahu haydi siz tarihin akışından habersizsiniz bari Atatürk’ü alet etmeyin cehaletinize….Kerkük ve Musul’a girmeye mecali kalmamış bir orduyla daha güneye inmek...Böyle bir tehdit- eğer varsa- bunu kim ciddiye alır ki? Kesinlikle ciddiye alınamayacak bir mektup Mustafa Kemal’in kaleminden çıkar mı peki? Az düşünsenize. Çıkar mı?
Neyse… Linki vereyim meraklısı baksın: www.youtube.com/watch?v=3aykMUONxdQ