0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1053
Okunma
YAŞAR YILTAN
Sosyalleşme; toplum içinde kendine bir yer edinmektir. Çok az da olsa, çeşitli nedenlerden dolayı topluma giremeyen, kendini ifade edemeyen insanlar vardır. Özellikle kendini sadece tek bir alana veren kişilerde sosyalleşememe çokça görülür. Her ne kadar dünyanın çeşitli yerlerine de gitseler, birçok insanla da karşılaşsalar bu durum değişmemektedir; çünkü, bunlar, dış dünyaya kendilerini kapatırlar. Toplum içinde yalnız kalmak, kendini yalnız hissetmek kişi üzerinde psikolojik baskılar oluşturur ve bunun sonucunda sosyalleşemeyen insanın psikolojisi bozulur, eğer halledilemezse bunalıma kadar gider. Bunalımı atlatırlarsa sorun yok, ama atlatamazlarsa vahim sonuçlar ortaya çıkabilir.
Vladimir Nabokov’un “Lujin Savunması” (İletişim Yayınları 2.Baskı 2008 İstanbul) adlı kitabındaki Lujin de sosyalleşemeyen, toplumsal yönü oldukça zayıf biridir. Bunalıma girmiştir. Bunalımdan tam kurtulamayınca da intihar etmiştir
Lujin, katı kurallara sahip disiplinli bir ailenin tek çocuğuydu. Çocukluğunda içine kapanık biri olduğu için arkadaş edinmekte zorlandı. Daha küçüklüğünde satrancı tanıdı. Sınıfındaki öğrencilerin onu alaya almaları nedeniyle okulu bıraktı. Çok geçmeden de iyi bir satranççı oldu. Menajeri Valentinov’la birlikte şehir şehir, ülke ülke dolaşıp turnuvalara katıldı. Bir süre sonra psikolojisi bozulmaya başladı. Turati ile yaptığı maçta çok kötüleşti. Hastanede yattı. Evlendi. Bir süre sonra intihar eti.
Lujin, büyük bir satranç oyuncusudur. Büyük Usta olmak kolay değildir. Bunun için satranç oynamaktan büyük bir keyif almak gerekir. Lujin de öyle; büyük keyif alıyordu; hatta kendisinden geçiyordu bu sırada; gözlerinden büyük bir aydınlık oluşuyordu o sırada; “satrançla sadece kendini oyalamıyor, kutsal bir ayin yapıyor.”( sf.58) Onun oyunculuğuna kimse bir şey söyleyemez; zaten biz de bir şey söylemiyoruz, hatta saygı duyuyoruz. Ama biz bu yazımızda madalyonun diğer tarafına bakacağız; Lujin’in kişiliği ve sosyalleşememesinin üzerinde duracağız.
Lujin, her ne kadar satrançta büyük usta da olsa, sosyal yönü oldukça zayıftı. Şimdi Lujin’in sosyalleşememe yönünü ele alım.
Lujin’in satranç dışında her şeye karşı kayıtsız bir kişiliği vardı. Çocukluğunda okulda sınıftaki arkadaşlarına ve derslerine karşı kayıtsızdı; “Sırasının üzerine eğilmiş, bir kurşun kalem açıyor, ucunu toplu iğne gibi sivriltmeye uğraşıyordu.” Babasının öldüğünü öğrenince yine hiçbir şey olmamış gibi kayıtsız davrandı, hatta babasının cenaze törenine gitme gereği bile duymadı. Daha sonra mezarlığa gitti ama yine kayıtsızlığı nedeniyle babasının mezarını bulamadı ya da bulmadı, mezarlık bekçisine sorsa öğrenebilirdi ama sorma gereği duymadı; “…herhalde mezarlık bekçisi olan bir adam gördü, ama tuhaf bir atalet ve ve utangaçlık Lujin’i ona yol sormaktan alıkoydu.”(sf.86)
Tıknaz ve tıknefes biriydi, hareketsizlikten ağırlaşmış bir bedeni vardı, göbekliydi de üstelik, boynu kırış kırıştı, saçı bukle bukleydi;“…kamburlaşmış hantal vücuduna, daima nemli olan alnına yapışıp duran siyah perçemine bakarak.”(sf.79) Lujin kaba saba biriydi. Ayrıca somurtkan biriydi de, hiçbir şeyden memnun olmazdı; “…bildik surat asmalar, yine ortaya çıkmıştı.”(sf.198) Lujin belki de bu bedeniyle barışık değildi, böyle bir bedenden dolayı insanlardan daha da uzaklaşmış olabilirdi. Ama şunu itiraf etmeli ki, o yumuşak başlıydı, hiç kimseyle tartışmazdı da. Bu, karısı da, kayınvalidesi de, Valentinov da olsa fark etmezdi. Buradaki yumuşak başlı olmak, eğer her şeyi kabullenmek anlamında kullanılmışsa, bu da psikolojik açıdan doğru bir davranış değildir.
İçine kapanık biriydi. Okulda öğrenciyken de herkes onunla alay etti ve o da bu nedenle okulu terk etti; “…- okulda hissettiği korkuyu, yeteneğini öğrenip onunla alay edecekleri korkusunu- ve bunun sonucunda, bu yanılmayan hatıranın rehberliğinde, akşam toplantısında oynanan oyunun ardından artık okula gitmemiş olduğuna kanaat getirdi, çünkü çocukluğunun tüm ürpertilerini aklına getirdiğinde, ertesi sabah sınıfa girip o meraklı, bilmiş gözlerle karşılaştığında duymuş olabileceği dehşet hissini hayal bile edemiyordu.”(sf.61)
Giyimine kuşamına hiç önem vermeyen, yırtık pırtık elbise giyen biriydi; “…sonunda durdu, paltosunun cebini ters yüz etti, bir bozuk para daha düşürdü, ve astardaki büyük deliği incelemeye koyuldu. “Düşüvermiş,” dedi.”(sf.78) Tatil köyüne geldiğinde üzerindeki kıyafet çok garipti; “Tatil köyüne gelişi muhteşemdi; gri-yeşil bir günde ince ince yağan yağmurun altında, başında utanç verici, siyah, kenarları sarkık bir şapka ve kocaman lastik çizmelerle;…”(sf.76) Ayrıca, nedeni belli değil, her turnuvada kadife yelek giyerdi. Pis, pasaklı ve dağınıktı; “aşırı pis ve üstüne her çeşit cep artığı yapışmış olan büyük bir kareli mendil; sonra, kırılmış ve ezilmiş, içindekinin yarısı dökülmüş bir sigara; bir fındık; bir Fransız frankı.”(sf.78) Kendine hiçbir zaman bakmazdı; “Nikotinden sararmış tırnaklarına bakmadığından içi kirli görünür. Yine tırnaklarının etrafında parça parça şeytan tırnakları vardı.”(sf.75) Beden temizliğine bile dikkat etmiyordu; “Haftalık vücut temizliğini tamamladıktan sonra, banyo yapmasını önerdi. ‘Pek sık yıkanmıyorsunuz galiba,’ dedi lafı evirip çevirmeden. ‘Pek sık yıkanmıyorsunuz, hadi itiraf edin.’ Lujin yere bakarak sıkıntılı sıkıntılı omuzlarını silkti.”(sf.114) “…çamaşırlarını kırk yılda bir değiştiriyor, saatini geceleri otomatik kuruyor, hiç kesmez hale gelene kadar aynı jiletle tıraş oluyor, rastgele ve yavan besleniyordu.”(sf.86) Yemek adabına hiç dikkat etmezdi, adeta kıtlıktan çıkmış biri gibi yemek yerdi. “Restorandaki herkes kıtlıktan çıkmış gibi ve döke saça yemek yiyen, bazen de parmağıyla masa örtüsüne dokunurken düşünceler dalıp giden…”(sf.76)
Duygusunu bile yeterince belirtemiyordu; kendisiyle ilgilenen bir kadının gülümseyişine bile güzel bir gülümseyişle karşılık veremiyordu; “O akşam lokantaya girdiğinde ona gülümsemeden edemedi, Lujin de, yerde bir masadan diğerine sessizce kayıp giden otel kedisine zaman zaman bahşettiği o hüzünlü, çarpık yarı gülüşle karşılık verdi.” Evlilik teklifini bile bir garip yapmıştı. Aslında kıza kendisi açılmamış, kız ısrarla (belki de annesine inat) onun peşinde gittiği için bu evlilik gerçekleşmişti. Lujin evlilik teklifini şöyle yapmıştı; “Daha önce söylediklerimi müteakiben karım olacağını bildiriyorum, senden bu işe razı olmanı rica ediyorum...”(sf.92) “Bu noktada radyatörün yanındaki bir sandalyeye oturdu ve elleriyle yüzünü kapatarak gözyaşlarına boğuldu”(sf.92) “ ‘Hadi, hadi, yeter, yeter,’dedi kadın sakinleştirici bir sesle. ‘Koca adamsınız oturmuş ağlıyorsunuz.”(sf.93) “Lujin mendiline sümkürdü gürültüyle, bir kere, bir kere daha, gürültüyle ve sulu sulu; sonra gözlerini sildi,…”(sf.93) Karısı kimi zaman sevgisini göstermek için onu öpmeye kalktığında, kocasını istediği şekilde öpemezdi, ancak Lujin’in önceden belirlediği sıraya göre öpebilirdi;“…-sağ gözünden, sonra çenesinden, sonra sol kulağından- bir zamanlar Lujin tarafından onaylanan kesin sıraya bağlı kalarak.”(sf.196) Hatta evlendikleri gün gerdeğe giremeden uyuyakalmıştı; karısı “Kuvvetli bir ıslık tutturarak yatak odasına doğru yürüdü ve ıslık aniden kesiliverdi: Lujin, kaz tüyü yorganı beline kadar çekmiş,…elleri başının altında yatakta yatmış ve mışıl mışıl bir horlama tutturmuştu…kuyruğunu (güvey elbisesi) yarısını altına almış olarak kanepede yatıyordu.”(164)
Lujin iki kelimeyi bir araya getirip konuşmaktan acizdi. Kimi zaman sorulara cevap veremezdi. Eğer kendini zorunlu hissederse ‘evet’, ‘hayır’ ya da ‘uzun zamandır gibi sözlerle çok kısa cevaplar verirdi. Bir defasında nişanlısının annesiyle bir arada bulunduklarında, kadın onu konuşturmak istemiş ama ne yaparsa yapsın konuşturamamıştı. Üstelik davranışları da kadının sinirlerini bozacak şekilde olunca kadın dayanamamış ve kızına onun için şöyle demişti:“İnsan gibi konuşmuyor. Bak sana söyleyeyim, bu işte düpedüz bir anormallik var.” (sf.101) Bir ara nişanlısının annesi ( bu sırada daha evlenmemişti) onun sessizliğine isyan etti; “‘dinleyin,’ diye bağırdı, hâlâ kızgın, ‘hiç eğitim almadınız mı siz? Nerede okula gittiniz? Hiç insanlarla tanışmadınız mı, onlarla konuşmadınız mı?”(sf.98) Nişanlısı onu konuşturmak için her türlü yolu deniyordu; “Hadi biraz daha anlatın, diye tekrarladı kadın, nasıl karamsarlık ve sıkkınlık içinde sustuğunu fark ettiği halde.” Neyse ki, pek konuşkan biri değildi; çünkü konuştuğu zaman sıkıcı ve patavatsız biri oluyordu; “Konuşması beceriksizce ve şekilsiz, gülünç kelimelerle doluydu... Cahilliğine, kelime bilgisinin kıtlığına rağmen…”(sf.151)
Nişanlısının annesi onu iç karartıcı ve tehlike bir tip, babası ise dar kafalı bir fanatik olarak görüyordu. Gerçi bu düşünceleri kızları evlendikten sonra da pek değişmedi. Ama kızları yani karısı, her nedense Lujin’i düzelteceğine inanıyordu; ona göre Lujin ne kadar sosyalleşirse o kadar düzelirdi. Lujin intihar edene kadar da karısı onunla hep yakından ilgilendi, sosyalleşsin diye de her türlü çabayı gösterdi.
İnsani ilişkileri oldukça zayıftı. Beraber gezeceği, konuşup tartışacağı, dertleşeceği hiç arkadaşı yoktu. O hep yalnızdı. Kimseye bir şey söylemeden ortadan kaybolduğu bir gün, herkes onun bir arkadaşına gittiğini düşünüp tedirgin bile olmazken, karısı haddinden fazla telaşlanmıştı; çünkü karısı onun hiç arkadaşı olmadığını biliyordu; “Ama kadın Lujin’in hiç arkadaşı olmadığını ve ortadan kayboluşunda anlaşılmaz bir yan olduğunu gayet iyi biliyordu.”(sf.135)
Karısı onun bilgisi, görgüsü olsun diye çok uğraşıyordu. Bunun için de onu değişik yerlere götürmeye çalışıyordu; “Tiyatroya, hayvanat bahçesine ve sinemaya gittiler, bu arada Lujin’in daha önce hiç sinemaya gitmediği meydana çıktı.(sf.171) (Lujin şimdiye kadar sanatla hiç alakadar olmamıştı) Hem nişanlılık dönemlerinde hem evlendikten sonra değişik kesimlerin yer aldığı, özellikle de sanat çevreleriyle tanıştırmak için evde davetler düzenliyordu. O dönemin zenginlerinden, askerlerinden ve gazetecilerinden tutun da tanınmış şarkıcılar, tiyatro ve sinema oyuncuları gibi sanat çevrelerine kadar tanınmış birçok kişi eve davet ediliyordu; “…o sevimli yaşlı general, bir iki Rus asıllı Alman, Oleg Sergeyeviç Smirnofski-teosofist ve likör fabrikası sahibi; Beyaz Ordu’nun birkaç eski subayı, bazı genç hanımlar; şarkıcı Mme. Vojdvişenski; Alfiyorov çifti; ve de Maça Kızı (meşhur operaya istinaden) adı takılan yaşlı Prenses Umanov…”(sf.116)
Karısı topluma girdiğinde Lujin’in söyleyeceği bir şeyleri olsun diye de çok uğraşıyordu. Şimdiye kadar okuduğu kitap sayısı üç beşi geçmezdi; “Oh, Bay Lujin kitaplar üstünde fazla durmuyor, dedi genç kadın.”(sf.150).“Lujin hayatı boyunca ondan daha az kitap okuduğu, liseyi hiç bitirmediği ve satrançtan başka hiçbir şeye ilgi duymadığı halde,…”(sf.150) Karısı onun için kitaplar satın alıyor, çoğu zaman kendisi yüksek sesle Lujin’e okusa da kimi zaman Lujin’e de okutuyordu. Ama her yazarın kitabı alınıp okunmuyordu. Doktor’u Lujin’in psikolojisini düşünerek, onun Dostoyevski’nin kitaplarını okumasını yasakladı; “Zira, Dostoyevski, doktorun deyimiyle çağdaş insanın ruhunda baskılı bir etki yaratıyordu, sanki korkunç bir aynaymış gibi.”(sf.150) Belki siyaset ilgisini çekebilir diye gazetelere abone olundu. Ama siyaset de, ülke meseleleri de Lujin’in ilgisini çekmedi. Lujin gazetelerdeki sadece satranç köşelerine baktı. Karısı ona gazetedeki haberlerin yanı sıra köşe yazılarını da okudu. Hatta bu yetmiyormuş gibi, ona okuduğu köşe yazıları hakkında sorular sordu. Karısının okuduğu yazılar ilgisini çekmediği için, bunları dinler gibi yapıp, gerçekten dinlemediğinden bunlara cevap veremiyordu. Bu durumu anlayan karısı, ne öğretirsem o kar misali hani şöyleydi gibi hatırlatmalar yapınca, o da bu sözleri onaylamaktan öte gitmezdi.
Lujin’in psikolojik durumu hiç de iyi değildi. Karısı onu sosyalleştirmek için elinden geleni yapıyordu ama onun psikolojik durumuyla ilgili bir şey yapamıyordu. Aslında daha karısıyla tanışmadan önce birtakım psikolojik sorunlar başlamıştı; eskisi gibi iyi satranç oynayamıyor, seyrek de olsa unutkanlık gibi şeyler kendini göstermeye başlıyordu. Bir gün çok kötü oldu; tedavi gördü. Doktorlar onun eskisi gibi olamayacağını söylediler. Nişanlılık dönemlerinde de sorunlar devam etti. Turati ile oynadığı oyun ise her şeyi bitirdi, Lujin kendini kaybetti; “…zira dünyada satrançtan başka ne vardı ki? Sis, bilinmezlik ve hiçlik…”(sf.125) “Görüşü karardıkça karardı, salondaki belli belirsiz seçilen her cisim onu mat ediyordu. Kaçmalıydı; kıpırdadı, şişman vücudu baştan ayağa titredi…”(sf.126) “Yanından kayıp giden hayaletlerden birine malikâneye nasıl gidileceğini sordu.”(sf.127) Yine unutmuştu gideceği yeri. Doktor, tedavi, derken evlilik. Ve sonunda babasının kendisi için yazmayı tasarladığı kitaptaki gibi, genç yaşta intihar.
Lujin’in çevresinde beş önemli karakter görüyoruz: Karısı, kayınvalidesi, annesi, babası ve antrenörü Valentinov. Karısı, Lujin’i sosyalleştireceğini; onun dehasını, içinde hâlâ keşfedilmemiş güçleri olduğunu düşünüyor; bu dehanın hayatın her alanında kendini göstereceğine de inanıyordu. Bu nedenle hem nişanlılık döneminde, hem evlilik yıllarında, onu bu yönde eğitmeye çalışıyordu. Bunun için de evinde davetler veriyor, çeşitli sanat çevreleriyle ve entelektüel insanlarla tanıştırıyor, onun bu çevre ve insanlarla ilişki kurması için çaba gösteriyordu. Ayrıca tiyatroya, sinemaya, müzeye, baloya götürüyor, çeşit çeşit gazete ve kitaplar alıyordu. Kayınvalidesi: Sürekli olarak Lujin’i aşağılayan bir tip. Annesi: Çocukluk yıllarında onun üzerinde etkin olması gerekirken, etkili olamamıştır. Onu yönlendirecek, ona şefkat gösterecek bir anne yerine sessiz, pısırık, ezik bir anne görüyoruz. Babası: Katı disiplini olan kuralcı bir baba karşımızda. Oğluyla arkadaşlık kuracağı yerde ondan uzak durmayı tercih eden bir baba tipi görüyoruz. Valentinov; onu yarış atı gibi gören, onun üzerinden para kazanmayı hedefleyen bir kişilik, menajeri Valentinov.
Kendisine gelince; yukarıda isimlerini söylediğimiz kişiler ona yardımcı olamamışlar, bunu anladık ama bütün suç onlar da mı? Elbette değil. O da kendini bir türlü aşamamıştır. Kendi içine kapanmıştır. Gerçi, zaten içine kapanık bir kişiliği vardır. Ama sonuçta kendisine bir çevre edinmeliydi. Arkadaş edineceği en iyi çevre satranç çevresiyken, o bunu yapamamıştır; çünkü herkesi kendisine rakip görmüştür. Maç sırasında oynadığın kişi senin rakibindir, ama onun dışında. Hiç mi anlaşacağın, sıkıntılarını, dertlerini konuşacağın kimse yok. Bu da onun bireysel sorunudur.
Lujin’de olduğu gibi, sosyalleşememek; kendini topluma yeterince anlatamamak, sonunda kişilerde birtakım psikolojik sorunlar ortaya çıkarır.