1
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
109
Okunma
SEVGİLİ SANAT kitabını, yazarı Yaşar Yıltan’dan aldığım zaman içeriğini çok merak ettim. Baygenç Yayınlarından çıkan kitabı isim olarak çok ilginç bulmuştum, o nedenle akşamı zor ettim, hemen okumalıydım.
Daha ilk sayfasında “Sen gözleri dolu dolu ağladın mı hiç? Ya da kalbinin derinliklerinde acı yaşadın mı hiç?” diye başlayan ilk cümlede “Eveeeeeeet” diye cevap vermek geldi içimden. Okudukça, kelimelerle anlatırken yeteri kadar ifade edemeyeceğim kadar bir emek ve uğraşı ile karşılaştım. Sanat bu kadar güzel anlatılabilirdi ancak. Sanatın bütün dalları tarihin derinliklerinden başlamak üzere örnekleriyle, her daldaki kişilerin eserleri ile bir dantel gibi işlenmiş. 136 sayfalık kitabı oluşturmak için kanaatimce en az sekiz yıl emek harcadığından eminim. Yazar, her sanat dalını ve dünyaca ünlü sanatçıları anlatırken sanki bir nakkaş titizliğinde emek harcamış. Resimden heykele, müzikten mimariye, edebiyatta sinemaya, hat sanatından güldürüye... değinmediği, örneklendirmediği hiçbir sanat dalı kalmamış.
Anlatırken bazen kendine, sanatın içinde rüya âleminde turlar attırmış. Kimi zamanda da sanatla diyaloğa girerek sorularla, bazen de iç hesaplaşmalarla düşüncelerini yoğurup baklava yapmak için açılmış incecik yufka gibi itinalı cümlelerle süslemiş. Yapılan benzetmeler, yerinde ve düşündürücü imgeler sanki Kütahya çinisi gibi işlenmiş.
Sanatı kola takılmış gümüş bilekliğe benzetmesine bayıldım. Bir sanat tarihini her yönüyle inceleyip okuyanı sıkmadan edebi cümlelerle bu kadar güzel anlatılabileceğine şahit oldum.
Hele hele her tür müzik örnekleri ve sanatkarlarıyla anlatması çok hoştu. Müziğin evrenselliği bu kadar güzel anlatılırdı. Klasik müzik dehalarını anlatırken kendimi öğretmen okulunda müzik salonunda öğretmenimizin kocaman taş plaklardan klasik müzik dinletisinde olduğum hissini yaşadım. Ünlü, dünya klasik müzik bestekarlarından Amadeus Mozart’ın Türk Marşı’nı sanki yeniden dinler gibiydim. Siz hiç Beethowen’in Ay Işığı Sonatı’nı dinlediniz mi? “Sevgili Sanat”ı okurken ben o müziğin buğulu âleminde okyanuslarda kulaç atar gibiydim.
“Sevgili Sanat, sen yağmur altında ıslanmadan dakikalarca yürüyebilir misin?” Aman Allah’ım, bu ne deli bir cümle. Bunun gibi yüzlercesini okumanın keyfini anlatmakta zorluk çekiyorum. Bu ne güzel bir anlatım!
“Sevgili Sanat, sevgiliyle geçen dakikalar ne kadar kısa.” derken “Yapma Yaşar Hocam!” dedim, inanın. Sevgiliyle geçen zamanın bir ömür bile olsa kısa kaldığını herkes bilir. Özellikle çok sevenler.
Yazar sanatın inceliklerini anlatırken “Allah Allah, yine kendi kendime konuşuyorum galiba. (içses)” gibi cümlelerle de kendisi ile nasıl da ince ince dalga geçmiş. Kimi zaman da “Sevgili Sanat, şimdi ben sana ‘güzel’ olduğunu söylesem, bu seni güzel bulduğum, sana aşık olduğum anlamına mı gelir.” gibi sanatı soru yağmurları ile sağanakta kalmış gibi ıslatmış. Bu kadar emeğin içinde bile kendi ile dalga geçebilen sanırım çok az bulunur. İşte bu anlatım da yazma sanatının inceliklerinden olsa gerek. Acaba “Sanat, karanlıklar içinde kendini aramak mıdır?” sorusunu yazar gibi ben de kendime sorma gereği duydum. Gerçekten öyle mi? Ben de okuyuculara sormak istiyorum.
Hani karakolda ya da savcı karşısında bir olayı aydınlatmak için çapraz sorular olur ya, işte o tür soruları sanatla kendisine sorması, cevaplaması, bazılarının yanıtsız kalmaları ne güzel anlatılmış. Abartı olduğunu düşünmeyeceğinize sığınarak bu eserin bir Türk klasiği olduğunu söylemek istiyorum.
Tüm kitap okuyanlardan özür dileyerek bu eserin güzelliğini ancak kültür birikimi olanların anlayacağını düşünüyorum. Sıradan bir yazı değil. Bunu söylerken umarım ukalalık etmemişimdir. Her isteyenin de sanatçı olmayacağını nasıl da nazik anlatmışsın dostum.
Değerli okuyucular “SEVGİLİ SANAT” tadında bir zaman dilerken bana eyvallah, ben kitabı keyfince yeniden okumaya gidiyorum; çünkü peteklerin arasında kalmış bal damlalarını yeniden tatmak istiyorum. Bir damlasının bile heba olmasına tahammül edemeyeceğim. Kalemine sağlık YAŞAR YILTAN