13
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1575
Okunma

Bana bazen arkadaşlar soruyorlar ‘’ Hocam bu kadar çok konuyu nereden bulup da yazıyorsun? Ayrıca bir iki cümle ile özetlenebilecek bir olayı nasıl koskoca bir öykü haline getiriyorsun?’
Bu kadar çok konu bulmak aslında hiç de zor değildir. Söz gelimi hiç markete gitmez misiniz? Al sana konu. Hiç toplu taşıma araçlarına binmez misiniz? Al sana konu. Mesela bir yakınınız bayan hiç mi doğum yapmaz? Al sana konu.
Evet konumuz mesela bir kadının doğumu olsun. Olay kısa ve basittir aslında… ‘’Fadime Hanım doğum yapmak üzere doğumhaneye girdi, yarım saat kadar sonra nurtopu gibi bir kız çocuğu dünyaya getirdi’’ Hepsi budur olayın aslında ama olmaz ki. Böyle anlatırsanız öykü olmaz bu olay. Ne yapmak lazım? Olayı genişleteceğiz? Nasıl?
İşte burada sizin tarzınız ön plana çıkar ki ben iki arkadaşım ve bir de kendimden örnek vereyim.
Mesela bu doğum olayını ‘’grafspee’’ Rumuzlu Fatih arkadaşımız anlatıyorsa olayın içine bir sürü insan katar.Onun tarzında olaya katılan insan sayısı ve bu insanların özellikleri önemlidir. Dolayısıyla Fatih yazıyorsa artık o doğumhaneye giren çıkanın haddi hesabı yoktur. Bir doğumhanede bu kadar çok insanın ne işi var? Fatih onların hepsine makul ve mantıklı bir sebep ve görev bulur. Siz Fadime artık doğursun diye kıvrım kıvrım kıvranırken Fatih o doğumhaneye giren çıkan kişilerin kaşıyla gözüle meşguldür ‘’ Profesör Antonio de Sanches Fadime’nin karnına doğru elini uzatırken hademe Sophia Popopova ‘’ Doğum zor olacak hocam’’ dedi. Rükneddin bin Cümbürlek ‘’ Sezaryen ile Jül Sezar arasındaki bağlantıya kafası takılı olarak bistüriyi eline alırken… Haa bir de o doğumhaneye Frankeştay’ndan Drakula’ya her türlüsünden ürpertici varlık da duhul eder mutlaka…Ayrıca Hemşire Maria Tereza mokunda boncuk bulmuş gibi bir sırıtır ki iliklerinize kadar titrersiniz. ’’ Böyle devam eder gider işte olay Fadime doğumhanede kıvranırken. Fatih aynı zamanda son derece gizemcidir.
Aynı olay bu sefer ‘’ bir tutam hayat’’ta olsun ( Yani Gökhan ) Bir tutam hayat- Gükhan Fadime’yi doğum masasına yatırır ve orada bırakır onu. Adeta unutur. Başlar dışarıdaki börtü böceği anlatmaya..Erguvan renkli çiçekler, mor salkımlı akasyalar, çığlık çığlığa martılar, rastgele diyerek balığa çıkmış olan balıkçıların takalarının motor gürültüleri ile süsler yazıyı bir güzel. Zaten Fadime’nin de kocası Temel’in de öyle acelesi yoktur. O bakımdan ‘’ Abi sen anlatmaya devam et, çocuk kendiliğinden çıkar nasılsa ‘’ Diye onlar da katılırlar bu tasvirlerle süsleme olayına. O denli harika tasvirler yapar yani, anlayın. Hatta siz bile unutursunuz o anda Trabzon Devlet Hatanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum bölümünde miydiniz yoksa Kaçkarlarda aile arası bir piknikte mi.
Bana gelince: Ben Fadime’yi doğum masasına yatırmamla doğurtmam bir olur.Beklemez Fadime..Bende işler tak-şak…Beş dakkada Beşiktaşçıyımdır ben. İlle velakin ‘’ yattı-doğurdu-çıktı’’ demem elbette. Ben de Fadimeyi konuştururum bol bol. Sanırsınız mubarek kadın doğum yapmaya gelmemiş de ‘’ Kadın ve Doğum- Çağımız Annelerinin Kolay ve Verimli Bir Doğum Yapabilmesi İçin Üzerimize Düşen Görevler’’ Konulu bir sempozyum veriyor. Fadime konuşur da konuşur o yarım saat içinde. Bırakın doğum esnasını, normal hayatta bile bir insan yarım saatte o kadar konuşmaz ama ben doğumda konuştururum. Bende tüm ilgi Fadime üzerinde olur. Bunun için gerekirse Fadime’ye doğum esnasında bir ters bir düz kazak bile ördürürüm.
Böylece ne oldu? Her üç tarzda da iki paragraflık bir yazı üç dört sayfalık bir öyküye döndü değil mi ? ( İnşallah Fatih ve Gökhan ‘’ Hocam sen n’ettun daaa?’’ demezler…Hoş görülerinden emin olduğum için böyle rahat rahat yazabiliyorum.)
Fakat iş bu kadarla bitiyor sanmayın. Çok önemli bir husus daha var. Ele aldığımız konuyu nasıl bir üslupla sunacağız okuyuculara. Üzüntülü mü?; Sevinçli mi?, Kızgın mı?, Heyecanlı mı vs.
Mesela ‘’Güzeller güzeli Fadime bu dünyaya kendisi gibi güzel bir insan getirebilmek için doğumhane masasına yattı’’ da diyebiliriz ‘’ Allah’ın gerizekalısı Fadime sanki dünyada b.k varmış gibi aynen kendi misal bir gudubet çıkarmak üzere doğum masasına yattı ‘’ da…Burada tercih tamamen size kalmış.
Şimdi gelin isterseniz bir Nurhayat Abla öyküsünü iki değişik versiyon halinde yazalım. Önce başlıkla başlıyoruz tabii ki. ( Nurhayat Abla’mın engin hoş görüsüne sığınarak… )
Hayata Gülerek bakan bir Sami’nin Anlatımıyla Kısa bir Nurhayat Abla Öyküsü:
NURHAYAT ABLAM VE TATLI UNUTKANLIKLAR.
Her zamanki gibi sabahın erken saatlerinde kapımın önünden sesi geliyordu. Özlemiştim ne zamandır onun ‘’Huuu huuu’’larını. Biraz uykulu ama bir o kadar da sevinçle kapıya yöneldim. O sevimli, sıcak, cana yakın cıvıl cıvıl gözleriyle karşımdaydı işte.
-Ooooo…Nur-u Aynım. Özlemiştim valla seni. Hoş geldin canım ciğerim Nurhayat Ablam.
-Ablalar götürsün seni e mi? Bir türlü öğrenemedin Nurhayat Hanım demeyi.
-Buyur Nurhayat Hanım..Emrinize amadeyim. Bir şey mi vardı?
Bizim konuşmalarımıza çocuklar da uyandı. Her ikisi de onu çok severlerdi ama büyük kangal uykusunun bölünmesinden hiç hoşlanmazdı. İçeriden seslendi:
- Baba, gelen Nurhayat teyze mi?
-Evet oğlum Nurhayat teyze.
-Öf yaaa…Biraz sessiz olun. Teyzemi çabuk göndermeye bak, yatacağım.
Büyük kangalın öflemesini duymadı Nurhayat Abla.Kulaklar ağır işitiyordu Allahtan. Yoksa üzülürdü.O üzülse tabii ki ben de çok üzülürdüm. Onu o kadar seviyordum ki üzülmesini, kılına zarar gelmesini asla istemem. O yüzden de Rabbime şükrederim bana böyle bir komşu nasip eyledi diye.
Nurhayat Abla tekrar konuştu.
-Böyle yalı kazığı gibi ayakta mı dikileceğiz? İçeri buyur etmeyecek misin?
-Ah çok özür dilerim Ablacığım. Buyur.
Nurhayat Abla içeri girer girmez yerlerde bir şeyler aramaya başladı sanki… Merakla sordum.
-Abla hayırdır ne arıyorsun?
-Otobos biletlerini arıyorum
-Ablacığım yanlış yerde arıyorsun sanırım. Burada otobüs biletinin ne işi var?
-Geçen geldiğimde burada düşürmüş olabilirim. Eskişehir’e gitmek için üçüncü kez bilet parası vermek istemiyorum
-Üçüncü kez mi? Yapma yahu…Nasıl oldu?
Anlattı…Geçenlerde Eskişehir’e gidecekti güzel Ablam. Ayın dokuzuna bir bilet almış fakat daha sonra bileti ayın dokuzuna aldığını unutup ayın onunda gitmiş terminale. Akşam sekizde kalkacak otobüsü sormuş, göstermişler. Öyle çantası valizi de olmadığından gitmiş oturmuş yerine ve otobüsün kalkmasını beklemiş. Otobüsün kalkmasına yakın o koltuğun asıl sahibi gelmiş. Tabi ki kibar ve nazik bir hanımefendi olarak gayet usuletle ve suhuletle meseleyi halletme yoluna gitmiş Nurhayat Ablam ama yapacak bir şey yok. Bilet parası yanmış. Bu güne yeni bilet almış, onu da kaybetmiş, fellik fellik bilet arıyor.
-Ablacığım kendi evine baktın mı iyice?
-Baktım baktım hallaç pamuğu gibi attım evi yok.
-Burada düşürmüş olabileceğinden eminsen ev senin buyur ara. Ben de bu arada ikimize bir sabah kahvesi yapayım.
Kahve sözünü duyunca Nurhayat Ablam ‘’ Tamam yaaa…Kahve kavanozunun içine koymuştum bileti ‘’ diyerek sevinçle odadan çıktı ve ‘’ Kahve Yemenden gelir, havar yarim ‘’ Türküsünü okuyarak sevinçle kendi evine gitti.
Evet…Bu öyküyü şimdi gelin bir de hayata çok kötü bakan Sami’nin kaleminden okuyalım.
NURHAYAT CADALAOZU VE GERZEKÇE UNUTKANLIKLAR
Anasını satayım ne güzel kaç gündür sesi soluğu çıkmıyordu bizim yaşlı baykuşun. Ooohhh ne güzel kafamı dinliyordum. Bu sabah yine kargalar mokunu eşelemeden damladı sanki bi mok varmış gibi. Huuu da huuu. Yok ebenin örekesi. İşkence anasını satayım. Resmen işkence…Uykusuzluktan mosmor olmuş gözlerle hışımla kapıya yöneldim. O gudubet, sevimsiz, güzellik denilen mefhumdan nasibini almamış suratıyla karşımdaydı.
-Hayırdır…Poh mu var sabah sabah?
-Kalbimi kırıyorsun ama Sami.
-Ne var ne oldu? Bu sefer de kabız mı oldun? Derdin ne böyle sabahın köründe?
Ah ulan ah…Çocukları kafaya almıştı. Yoksa yapacağımı bilirdim de bizim kangalların hatırına ses etmiyorum fazla.
İçeriden büyük kangalın sesi geldi.
-Baba gelen Nurhayat Nine mi?
-He oğlum…Kıymetli Nurhayat Nineniz.
-Ya içeri alsana biraz kafa yaparız.
Ulan şimdi şeytan diyor ondörtlüyü doğrult topuklarına, Allah ne verdiyse boşalt bir şarjör mermiyi de ahhh ahhh. Ah bu kangalların Nine sevgileri. İtoğlu itler her gördüğü adama ‘’Size kanım çok ısındı amca, size baba diyebilir miyim??’’ Diyen Ömercik misali bizimkiler de nine görmedikleri içi çocukluklarında, şimdi böyle her buruşuğa nine diyip yapışıyorlar. Kim bilir Allah’ın gücüne gidecek ne günah işledim ki bu bunağı bana komşu eyledi.
Nurhayat acuzesi tekrar konuşmaya başladı.
-Çok rica ve istirham etsem içeri girebilir miyim?
-Ev değil dingonun ahırı canına yandığım..Geç bakalım.
Girdi içeri ve içeri girer girmez yerlerde bir şeyler aramaya başladı
-Hayırdır moruk ne arıyorsun?
-Otobos biletlerini arıyorum.
-Tam senden beklenecek bir acayiplik…Ulan burası şehirler arası otobüs yazıhanesi mi? Ya da terminala benzer bir tarafı mı var?
-Geçende çocuklara aşure getirdiğimde düşürmüş olabilirim. Eskişehire gitmek için üçüncü kez bilet parası vermek istemiyorum.
-Üçüncü kez mi? Ohaaa…Çüşşşşş…O da ne be?
Anlattı…Geçenlerde Eskişehir’e gidecekti bu suratsız şey. Ayın dokuzuna bir bilet almış fakat daha sonra bileti ayın dokuzuna aldığını unutmuş tabii ki beyinsiz. Ayın onunda gitmiş terminale. Akşam sekizde kalkacak otobüsü sormuş, göstermişler. Öyle çantası valizi de olmaz bu kokananın. Gitmiş oturmuş yerine ve otobüsün kalkmasını beklemiş mal mal. Otobüsün kalkmasına yakın o koltuğun asıl sahibi gelmiş. Ondan sonra bu , herifle saç saça başbaşa birbirlerine girmişler. Adamı tırmıkla perişan eylemiş ama yapacak bir şey yok. Bilet parası resmen kol gibi….. Derken efendim bu güne yeni bilet almış, onları da kaybetmiş, fellik fellik bilet arıyor.
-Len moruk ! kendi evine baktın mı iyce?
-Baktım elbette..Öyle olmasa hiç seni rahatzız edip bunca sıkıntı verir miydim?
-Tamam lan tamam…Tatava yapma. Sağı solu fazla kurcalamadan ara bakalım. Sabah sabah uykumun içine sı.tın, ben de kendime bir kahve yapayım bari.
Kahve sözünü duyunca Nurhayat Cadalozu ‘’ Tamam yaaa…Kahve kavanozunun içine koymuştum bileti ‘’ diyerek gözlerinden inip yanaklarına doğru süzülen göz yaşlarıyla kendi evine doğru yürümeye başladı. Bir fincan kahve de ona yapmadığıma içerlemişmiş haspam…Başka da derdim yoktu…Ulan o değil de sanki mecbur muşum gibi bir de ‘’ Bir fincan kahve olsam kırk yıl hatırım vardı ‘’ Şarkısını söylemez mi. Tut kuyruğundan vur duvara.
Evet … Dediğim gibi aynı olayı hangi üslupla anlatacağınız tamamen size kalmış bir şey…İster mizah yaparsınız, ister asabiyet ve hüzün dolu bir yazı. Bu tamamen sizin ellerinizde
RESİM : 1. resim ’ Nurhayat Ablam ve Tatlı Unutkanlıklar ’ Yazısını yazarken yüzümün hali 2. Resim ’ Nurhayat Cadalozu ve Gerzekçe Unutkanlıklar ’ Yazımı yazarken yüzümün aldığı şekil...İşte bu noktada da takdir sizin. Çünkü yazılarınız aslında kalbinizin aynasıdır.