7
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1237
Okunma

İnsanın annesinin, babasının ve kardeşlerinin olması ne büyük nimettir. Hele ailenin gücünü, sevgisini doyasıya üzerinde hissetmek ve varlıklarıyla mutlu mesut yaşamak…
Bugüne kadar ne kayıplar verdiniz kim bilir! Geriye dönüp baktığımda ben, ebediyete gitmiş sevdiklerimin, tanıdıklarımın yaşayanlardan çok daha fazla olduğunu fark ediyorum ve her gün ayrı bir hüzün çörekleniyor içime. Hele zamansız çalan o telefonlar yok mu? Nasıl bir ürperti veriyor yüreğime...
Sizi bilmem ama en rahatsız olduklarım gece gelen telefonlar. Böyle anlarda ilk sözüm selam sabahtan önce “Hayırdır? “ demek. Varsa bir şey hemen öğrenmek isterim ki, lafı dolandırıp durmasın karşımdaki kişi ve meraktan kıvrandırmasın beni. Heleki gelen bir ölüm haberiyse! Of ki ne of yani! Söylemek zorunda olana da haberi alana da zor mu zor.
İşte böyle bir gündeyim. Yeni bir eve taşınmışım, tam istediğim gibi. Müstakil, kocaman bir koru içinde yeşil mi yeşil. Her şey kıvamını bulmuş, yerli yerinde Erkek kardeşim İstanbul’dan yardıma gelmiş sağ olsun.
“Büfe şöyle mi konsun, koltuklar burada daha mı iyi durur?” diye, yerleşme telaşıyla o oda bu köşe dolanıyoruz evin içinde. Her bir eşyayı koyduğum yeri beğenmeyip değiştirdikçe Selim kararsızlığımdan sıkılıp Jaluzileri takmaya vermiş kendini. Arada bir bitmiş olanlara göz atıp, pek bir hoşlanıyorum.
“Aman ne güzel yakışacak bunlar salonumuza dimi ?”
Eşim Julian’ın yukarda. Öncelikle yatak odası ve onun çalışma odası kurulup yerleştirildi. Bizim telaşımız arasında olmak istemiyor. Türkçe anlamadığı için bu iyi de oluyor, bir de her yaptığımızı ona tercüme etmek zorunda kalmıyorum bende. Bu arada gece yarısını çoktan bulmuşuz. Gün boyu dolanıp durmaktan bitap düşmüş bedenlerimiz. Başım fena halde yastık özlemindeyken, cep telefonum çalıyor acı acı. Gecenin bu saatinde gelmesi böyle düşünmemin sebebi. Anında sıkışıyor Yüreğim.
“Eyvah!” diye iç geçiriyorum. “Anneme bir şey mi oldu ki!”
Evet!.. İlk aklıma gelen düşünce bu. Çünkü beş yıldır “Alzheimer” hastalığının pençesinde. Günden güne dönmeye başlamış bebekliğine. Taburenin üzerinden atlayıp, elim böğrümde bir telaş açıyorum telefonu.
“Alo!!!!!”
“Halacım ben Evren!“ Yeğenimin sesi titriyor.
“Hayırdır! Kime ne oldu?” Belli ki haber acı, ona vermişler görevi. “Şey” diye geveliyor ağzında. Konuşmanın arkasını getiremeyecek belli.
“Söyle hadi… Anneme mi bir şey oldu?” diye haykırıyorum.
Çünkü biliyorum hoş bir şey duymayacağımı. Kardeşim de elindekileri bırakıp yanıma gelmiş, sorular soruyor kulağımın dibinde.
“Abla! Ne olmuş?”
“Babaannem değil hala… Amcam… Amcam kalp krizi geçirdi, ilk yardım hastanesindeyiz şu an."
“Abim” mi?
Şoke oluyorum. Bu hiç beklemediğim bir haber çünkü. Aklıma ikinci geleni soruyorum.
“Doğru söyle! Öldü mü yoksa?
-…………………..!
O kahreden sessizlik sorumu doğrular nitelikte. Tavan yere iniyor, bende onunla birlikte yapışıyorum yere. 2012 Martın 17’si. Sonra bakıyorum üzerimizde eşofmanlarımız, gözlerde yaşlar sel olmuş, arabanın içindeyiz Selim ile birlikte. Julian’ı bırakmışız bir başına, yeni taşındığımız şehir içine bir hayli uzak o evde. Gelse de ne yapacak zaten? Bizim hallerimizi hiç anlamıyor ki? Sadece kulağımda çınlayıp duruyor.son söyledikleri.
“Please accept the destiny my dear… Don’t torture yourself. We cannot bring him back! You know that don’t you!“ (Lütfen kadere razı ol canım… Kendine eziyet etme… Onu geri getiremeyiz, biliyorsun değil mi?)
Elbette biliyorum. Saim gitmiş!.. Her kavuştuğumuzda sürekli bırak şu illeti içmeyi, bitirdi seni dediğim ortanca abim. Vay ki vay!!! Daha bir saat olmadan yola vuralı, bir tipi başlamaz mı? 30km den fazla hız yapamıyoruz, araba sağa sola kayıyor. Hiç bir hazırlık yok tabi. O psikoloji içinde bir an önce İstanbul’a varmaktan başka bir şey düşünemedik ki. O yolculuk nasıl bitti, İstanbul’a nasıl vardık hiç bilmiyorum. Hasretle kavuşmamız, onun son yolculuğunda oldu.
Beş kardeşin arasında bu ilk kayıptı ve piyango Saim abime vurmuştu. Yokmuş kardeş acısı gibi! İki sene gözyaşım dinmedi. Bu kadar üzme kendini Allah beterinden korusun dendikçe, derdim ki abim gitmiş benim, daha beteri ne ola ki?
Doğruymuş meğer, bunun cevabını da sonra yaşanacak günler verecekti.
Onu da bir sonraki anı yazımda anlatırım.