8
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1338
Okunma

Bilmem kaçıncı kez hava alanına gitmek üzere sabah ezanıyla uyanmıştım. Önceden tembihli taksi kapının önüne yanaştığında, bavulumu elime aldım ve usulca dışarı çıkıp, sokak kapısını çektim. Ortalık henüz aydınlanmamıştı bile. Lüzumsuz zaman kayıplarını sevmediğim için servis otobüsü kalkmadan tam 5 dakika önce yetişip, boş duran ön koltuklardan birine geçip oturdum.
İçimde aileme, sevdiklerime ve güzel İstanbul’uma kavuşma heyecanı, yasladım sırtımı koltuğa. Güya kalabalığından, keşmekeşinden sıkılıp başka bir şehre kaçmıştık. Ama her fırsatta tıpkı bir bumerang gibi, gidip, gidip ona döner olmuştum. Nasıl vazgeçebilirdim ki? Bu şehirde doğmuştum ve kendimi bütünüyle ona ait hissediyordum!
Aracımız hareket ettiğinde, kimileri hemen başlarını koltuğa yaslayıp uykuya geçmiş, kimileri de ellerinde telefon, konuşmaya veya mesajlaşmaya başlamışlardı. Sabahın o saatinde kimle konuşurlardı, neydi bu telaşları kim bilir?
Otobüs doğu istikametinde yol alırken, güneş tüm ihtişamı ile sarı kızıl ışıklarını yayarak tepelerin arasından yüzünü göstermeye başladığında gökyüzünde öyle güzel bir manzara oluşmuştu ki, bu muhteşem görüntüyü izlerken, hayatta oluşuma, sağ ve sağlıkla yaşıyor olduğuma şükrettim bir kez daha.
Her zaman otobüs ile seyahat edeceksem eğer, ön koltukta yolculuk etmeyi isterim. Genelde uyku tutmadığı için hem yolu izler, hem de adeta şoförle birlikte ben de sürerim aracı. O fren yaptığında, otomatikman benim ayağımda fren yapar gibi yere basar mesela...
İşte böyle kafamda bir sürü düşünce ve içim pır pır ederek giderken, üzeri gri tenteli kırmızı kasalı koca bir kamyon geçti otobüsümüzün önüne. Beyazdı belki de bu solmuş kirlenmiş tentenin rengi. Belki havanın rutubeti ile yolların tozunu toplamaktan böyle grileşmişti. Kamyonun kasasında ise, sabahın ayazından üşüyerek büzüşmüş, birbirlerine sokulmuş sallana salla giden bir sürü adam vardı. Soğuk kış aylarından birinde olmamıza rağmen kiminin üzerinde doğru dürüst kalın bir giysi yoktu. Yani, ne bir ceket, ne bir kaban. Ama başlarında birer kasket, kimilerinin boynunda ağızlarına kadar doladıkları kaşkoller veya puşi tarzı örtüler vardı. Hepsinin teni neredeyse, koyu kahverengiydi. Güneş altında çok duruyorlardı besbelli.
Böyle toplanmış nereye gidiyorlardı sabahın köründe acaba?
Göz göze geldim önde duranlar ile bir ara. İşte o an çaresizliği, umutsuzluğu ve mutsuzluğu gördüm o bakışlarda. Nedense eski dönemlerde yaşandığı gibi, satılmaya giden kölelermiş gibi göründüler gözüme! Sanki birileri çıksa da kurtarsa bizi der gibi umutsuzca ve bezginlik bakıyordu gözleri! Belli ki emek işçileriydi bu adamlar. Ya tarlalara çalışmaya ya da amelelik etmeye götürülüyorlardı bir yerlere!
Kimi babaydı, kimi koca, kimi kardeş kimi oğul. Hepsinin amacı evlerine ekmek götürme çabasıydı mutlaka. İçimden “Bir dinlesem” dedim, “kim bilir ne hikayeler çıkar ortaya! Yüreğim sızladı o anda ve elimi kaldırıp selamlamak amacıyla salladım kamyon kasındaki adamlara. Sadece içlerinden gençten biri, yüzünde kocaman bir gülücükle karşılık verdi selamıma. Yanında duran kişi eğilip bir şeyler söylerken o gencin kulağına, bir yandan da havaya kaldırdığı elini hemen tutup indirdi. Utandı, başını başka tarafa çevirdi.
“ Hay Allah ya!” dedim içimden, ufacık bir mutluluğu bile esirgediler garipten… Niye ki? Belki de çekindiler şikayet falan gelir diye kim bilir? O sırada bizim otobüs hızlandı ve geçip gittik yanlarından.
Yaşam bazıları için gerçekten zor, değil mi? Kimilerine, gözlerini dünyaya açtıkları anda bir çok imkan sunuluyor. Yarınları için hiç düşünmeden, kaygılanmadan yaşayıp gidiyorlar. Kimileri de işte böyle tırnakları ile kazarak, toprakları terleriyle sulayarak tutunmaya çalışıyor hayata.
Kimileri de var ki, üstümüze basarak, her türlü haksızlığa göz yumarak bir yerlere gelmeye çalışıyor. Siz siz olun, her nereye yaşıyor ve ne işle uğraşıyorsanız, dürüstlükten sapmayın, yetim hakkı yemeyin, haksız can yakmayın, cebinizi doldurmak için harama el uzatmayın. Etrafınızda muhtaç birileri varsa, görmemezlikten gelmeyin.
Gün gelip de dünya değiştirdiğiniz o gün, biriktirdiğiniz paralarınız, kullanmaya kıyamadığınız eşyalarınız, malınız mülkünüz, de el değiştirecektir.
Çünkü kefenin cebi yok!