26
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
2262
Okunma


-Bizim zamanımızda. Diye başladı çayından bir fırt alıp hanım...
O ne zaman bir şeyler anlatmaya başlasa, yüzümde küçük bir gülümsemeyi hazır bekletirdim. Nasılsa az sonra gülümseyecektim.
Bizim zamanımızda öyle herkesin evinde televizyon ne gezerdi. Koskoca mahallede bir bizim evimizde vardı. Ailece Yugoslavya’dan ülkeye göç ederken arabaya eşimin ilk koyduğu eşyalardan biriydi.
-Eşim İskender aman dikkat dikkat kırılmasın. Der dururdu, ülkeye gelene kadar. Dikkat ettik, kırmadık. Ülkeye gelip ev alıp ilk yerleştirdiğimiz de, yine televizyon oldu. Siyah beyaz, arada sırada cızır cızır yapardı, hatta yayın gitti mi gelmek bilmezdi. Eşim başında beklerdi yayın gelene kadar. Mübarek mal gibi evin en güzel ve en yüksek köşesine koydu, ona bakmak için boynumuz tutulurdu. Hele ki üstünde bir toz görsün alim Allah, tozunu bile nefesi ile üfler dururdu.
Mahalle halkı birkaç gün sonra bizim taşındığımızı bizden önce televizyonumuzdan öğrenmişlerdi. Yavaş yavaş misafirlerimiz güle güle oturuna gelmeye başladılar. Buyur etmeye başladık tabi ki bizde. Giderken de çocuklarının televizyonu çok merak ettiklerini söyleyip, akşama gelebilir mi, deyip onların yerine izin isteyip çekip giderlerdi.
O zamanların evleri şimdiki evler gibi değildi. Salon salamanje denilen evlerimiz vardı. Yani şimdiki bir artı bir evin, ortadan cam kapı ile bölünmüş bir salonu. Misafir gelince o cam salon açılır, salon büyütülürdü. Akşam olup televizyonun başlama saatine az kalınca, zil çaldı. Kapıyı açtım.
-Teyze, ben komşunuz Zehra’nın oğluyum, hani bugün size gelmiş ya, çay içmişsiniz. Televizyon izlemek için geldim.
-Gel oğlum ama annenin haberi var değil mi?
-Var var, zaten o söyledi git diye geldim, yoksa gelmem ki.
İskender bu çocuk televizyonu merak etmiş. Evin müsait bir yerinde oturt, birazdan televizyon başlayacak seyretsin.
-Gel oğlum gel. Çay içiyordum sende içer misin?
-Olur amca içerim. Şekeri bol olsun.
Biraz sonra bir zil sesi daha.
-Teyze televizyonunuz başladı mı?
Mahalleden iki çocuk daha.
-Yok çocuğum başlamadı, tam zamanında yetiştiniz. Siz kimin çocuğusunuz?
-Hayriye’nin.
-Ha iyi iyi. Siz de çay içer misiniz?
Bir zil daha... Bir zil daha, derken bir zil daha.
Eşim, ben ve evde bizimle beraber yaşayan görümcem sadece çocuklara çay, meyve ve kuru yemiş servisi yapıyoruz. Oldukça eli açık olan eşim ara sıra bana soruyor,
-Hanım, git bak bakayım dolaptaki dondurma çocuklara yeter mi?
-Yetmez bey yetmez yetmez.
-Aa, sende azar azar koy tabaklarına canım.
-Olmaz bey, olmaz.
Ya bu adam ne kadar laftan anlamaz adam, işaret ediyorum, gözüne bir şey mi oldu diyor. El ediyorum, Ne oldu diyor, Ben sana soracağım adam bekle sen bekle, senin sonun geldi, isteseydim ben sana sanki kırk çocuk doğurmazdım değil mi? Şuraya bak, ev değil, tren yolu sanki.
Birkaç saat sonra çocuklar birbirinin üstünde istif oldular.. Televizyonda İstiklal Marşı okunmakta artık. Çay may dibini bulmuştur. İskender, çocukları tek tek kucaklar, evlerine bırakmaya çalışır.
-Zehra Hanımın evi burası mıydı?
-Evet ama, bu benim çocuğum değil İskender Bey. Bir karışıklık olmuş.
-Ah pardon, çocuklar uyanmasın diye ışığı yakmadım da Zehra Hanım. Affedersiniz sizinkinin üstünde ne renk giysi vardı?
Davi / öyküsatıcısı 08.08. 2014
Seçki kuruluna ve okuyan, okumayan, yorumlayan, yorumlamayan tüm arkadaşlarıma Teşekkür Ederim.
İzinsiz ve kullanılan isimler değiştirilerek başka sitelerde Facebook adreslerinde yayınlanması yasaktır.