3
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1547
Okunma

MERMERLERE GÖTÜRÜLEN ÇİÇEKLER
Adam, ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul’a yerleşti. “Ben kamu kurumunda yarı aç yarı tok yaşayamam,” diyerek kendi işini kurdu. Şansı oldukça yaver gitmişti; para kazanmaya başlayınca yanında onlarca çalışan, iş makineleri oldu ve yüklü miktarda paralar kazandı. Şirketinin ünü ülkenin dört bir yanında yayıldı; girmek istediği her kapı yüzüne açılıyor, siyasi çevrede de saygınlığı artıyordu. Dürüstlüğü, iş bitiriciliği ve dostluğu ile mükemmel bir insan olarak tanınırdı.
Nihayet yanında çalışan, aynı zamanda meslektaşı olan bir kadınla evlendi. İlk yıllarda mutlu bir yaşam sürdüler; bebekleri haneyi şenlendirdi. Üç yıl sonra ikinci erkek çocuk doğdu; adamın özgüveni bir kat daha arttı. Bu kez onlara daha iyi bir gelecek hazırlamak, servetine servet katmak için gecesini gündüzüne kattı.
Adam, ailesini refah içinde yaşatmak için kendisini bile unutmuştu. Sevgili eşi ise çocuklarını büyütmek için ofisteki işini bırakmış; tamamen eve adanmıştı.
Zenginlerin oturduğu, havuzlu, kamelyalı, spor salonlu lüks bir sitede yaşıyorlardı. Kadın, ev işlerinden ve çocuklardan arta kalan zamanını genellikle sitenin girişine bakan balkonda kahvesini yudumlayıp kitap okuyarak geçirirdi. Bazen aşağıdan gelen seslere başını kaldırdığında içi burkulur, içinden ah çekerdi.
İçini burkan şey, sitede bahçeye giren her erkeğin elinde demet demet çiçekler görmesiydi. Arabasından inen her adamın kucağında bir buket olurdu. Eşinin ne doğum gününde, ne Sevgililer Günü’nde, ne de evlilik yıldönümünde ona çiçek getirdiğini bir gün olsun görmemişti.
Bazen aynanın karşısına geçer, uzun uzun tepeden tırnağa kendini incelerdi. Sitede oturan kadınların hepsinden daha güzel olduğunu bilmesine rağmen hep bir kusur mu var diye arardı; yine içi burkulur, yine ah çekerdi. Fakat eşine hiç “Sen neden bana çiçek getirmiyorsun?” diye sormadı.
Yıllar geçti, çocukları üniversite çağını buldu. Artık kendisine, komşularına ve dostlarına ayıracak daha çok zamanı vardı.
Bir gün karşı apartmandan Sevgi Hanım seslendi: “Komşu, akşam beş çayına davet ediyorum. Buyurun gelin.” Kadın teklifi geri çevirmedi; on beş dakika önce Sevgi Hanım’a götürmek üzere küçük bir paket de alıp evden çıktı. Komşu kadınların sohbet ettiği toplantıya ilk defa katılıyordu. Biraz çekimser, biraz izleyici olarak hep geri planda kaldı. Çaylar içildi, pastalar yenildi, sohbetler uzadı. Vakit dolunca davetliler vedalaşmaya başladı; kadınsa biraz daha oturmak istedi.
Yirmi dakika sonra Sevgi Hanım’la sohbet ederken, Sevgi Hanım ayağa kalktı: “Bizim bey geldi,” diyerek kapıya yöneldi. Ne kapı zili çalmıştı ne telefon edilmişti. Ama Sevgi Hanım kocasının geldiğini biliyordu. Gerçekten de kocası gelmişti. Kapıyı açan Sevgi Hanım, “Hoş geldin canım, nasılsın? Günün nasıl geçti? Umarım bir sorun yaşamadın,” diye sordu. Kocası ise, “Teşekkür ederim balım, her şey mükemmel. Bak, sana bugün bir orkide aldım. Umarım beğenirsin,” diye yanıt verdi.
Kadın, Sevgi Hanım’ın sözlerini ve adamın yaklaşımını duymuştu. Sevgi Hanım sessizce, “Misafirimiz var, istersen önce bir hoş geldin de sonra üstünü değiştirirsin,” diye fısıldadı. Adam, salondaki mimarın eşine nezaketle “Hoş geldin,” dedi; sonra üstünü değiştirmek için salondan ayrıldı. Kadın, Sevgi Hanım’a dönerek, “Ne kapı zili çaldı ne telefon… Nasıl bildiniz eşinizin geldiğini?” diye sordu. Sevgi Hanım, “Yıllardır artık onun ayak seslerini, kokusunu hisseder oldum. Kapının zilini bastığını hatırlamam; hep önceden kalkarım ve tebessümle karşılar, hâl hatır sorarım,” diye cevap verdi.
Kadın, alacağı dersi almıştı. İzin isteyip kalktı, evine döndü. Hemen tuvalet aynasının karşısına geçti; uzun uzun kendini inceledi. Kusurun ne fiziki görünümde, ne aynada, ne de eşinde olmadığını anladı. Tek suçlu vardı: yaklaşım. Bunu fark ettiğinde ise çok geçti.
Mutfağa geçip yemekleri hazırladı, sofrayı donattı ve kocasının gelmesini bekledi. Ne var ki Sevgi Hanım gibi kocasının eve geldiğini hissedemedi; kapıyı açamadı. Bir an düşündü; Telafi vardı. Hal hatır soracaktı. Eşine dönüp, “Hoş geldin canım, nasılsın? Umarım her şey yolundadır,” dedi. Adam bu ilgiye şaşkınlıkla, “Ne oldu, bir durum mu var?” diye karşılık verdi. Kadın bir kez daha içi burkuldu; başaramamıştı.
Yıllar böyle devam etti; belki alışırız diye düşündü. Adam da eşinin hâl hatır sormasına alışmış gibiydi.
Bir gün kadını dayanılmaz ağrılarla apar topar hastaneye kaldırdılar. İleri safhada göğüs kanseri olduğu öğrenildi. Doktorlar, lenf bezlerine de sıçramış kanserin temizlenemeyeceğini, tedaviyle kurtulamayacağını adama söylediler. Adam panikle, “Gerekirse ABD’ye götürürüm. Ne yapılması gerekiyorsa yaparım. Para sorun değil. Ona yaşamını geri verin,” diye yalvardı; ama iş işten geçmişti. Ameliyatla göğüsleri alınmasına gerek duyulmadı; birkaç hafta sonra kadın hayata veda etti.
O günden sonra adam, eşinin mermerden yapılmış görkemli mezarına her gün çiçeklerle gitti.
Bir gün mezarlıkta karşılaştık; ona bir soru sordum;
“Belli ki eşini çok seviyorsunuz. Rahmetlinin yaşarken ona hiç çiçek götürdünüz mü?”
Adam uzun süre sustu; gözlerinden iki damla yaş süzüldü. Boğazı düğümlenerek,
“Mermerlere götürüyorum çiçekleri…” dedi.
Efkan ÖTGÜN