11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1147
Okunma


Ermeni Meselesini çeşitli değişik açılardan ele almaya çalıştığım bu uzun yazı dizisini hazırlarken yaptığım araştırmalarda çok bariz bir şey dikkatimi çekti.Ermeni cephesinde bizzat Ermenistan’ın ilk başbakanı olan Kaçaznuni tehcir kararının haklı bir karar olduğunu söylerken ( Ki ondan başka da rastlamazsınız.) bizim Türk tarafında bu kararın bir soykırım kararı olduğunu ispat etmek için kolları sıvayanlar bir hayli fazladır. Hatta bizim nobel ödüllü romancımız Orhan Pamuk bile o ödülü aldığı törende hiç de alakası olmadığı halde Türklerin 1 Milyon Ermeni ve 30 bin Kürdü katlettiğini söylemiştir. Yaşar Kemal’e göre de Türkler soykırımcıdır.Bunlar tabii ki oldukça bilinen örnekler. Pek bilinmeyen iki örneği de daha önce vermiştim zaten. ( Kutsiye Bozoklar , Doğan Akfan ve Cahit Zarakoğlu ) Ama hepsi bunlar değil tabii ki. Mesela iki Türk akademisyeni: Nazife Kosukoğlu ve Mehmet Polatel, ’’Resmi tarihi sınıfta bırakan 10 çürük tez’’ Başlığı ile kaleme aldıkları yazıda Türklerin ileri sürdükleri ’’ Biz soykırım yapmadık ’’ Tezini yerle yeksan etmek için kolları sıvamışlar ve oldukça da başarılı olmuşlar.(İlgilenenler o başlığı google a yazıp bakabilirler bu on teze ben tek tek yazmayacağım.)
Ermenilere karşı bir soykırım yaptı isek bunu araştırıp ortaya çıkarmak ve Türkiye’yi tabiri caizse dünya arenasında itin g.tüne sokmak bir Türk’ün vazifesi mi olmalıdır bunu ayrıca tartışmak gerekir.
Evet bu gün aslında daha önce sorduğum bir sorunun cevabını verecektim. Soru şuydu: Ermenilere karşı yapıldığı iddia edilen soykırım ile ilgili hiç mi gerçek delil yoktur?
Vardır. Var olmasına vardır ama bu delillerin hepsine itiraz edilmiş ve bunların deilil olamayacağı söylenmiştir. Söylenecektir de.
1-Mesela Arnold Toynbee’nin yazdığı Mavi Kitap: Tehcir kanunu ve uygulamasını anlattığı bu kitapta Arnold Toynbee Türkleri bir katliamcı olarak anlatmıştır lakin bu kitap Malta tutuklamaları ve yargılanmasında delil kabul edilmediği gibi daha sonraları bizzat yazarı tarafından bir proganda kitabı olarak ifade edilmiş, dahası yazar kendisine yazdığı kitaplar sorulduğunda bu kitabının adını hiç zikretmemiştir.
2-Divan-ı Harbi-i Örfi yargılamaları: Bu mahkemelerden de bahsetmiştim ki Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’i asmak için çift tutanak düzenleyen bir mahkemenin güvenilirliğinden bahsedilebilir mi?
3- Talat Paşanın şifreli telgrafları: Tam 41 adet şifreli telgraftan bahseder Aram Andonyan.( Ermenilere soykırım yapıldığı neredeyse tamamen bu şahsın yazıp çizdiklerine dayandırılmaktadır. Bu belgeleri mahkemeye sunan da odur. ) Bu telgrafların hiç birinin orijinal olmaması sebebiyle İngiliz mahhkemeleri bile kabul etmemiştir.
Aram Andonyan bizzat kendisi: [ İddianamede ’Ermenilerin katli ve imhasının İttihat ve Terakki Merkez Komitesi’nin aldığı kararların bir sonucu olduğu" belirtiliyor, "derin ve kapsamlı müzakereden" sonra bir plan dahilinde "sözlü ve gizli emir ve talimatlarla yürütüldüğü, şifreli olarak gönderilen bu emirlere her defasında "okunduktan sonra yok edilmesi" notunun düşüldüğü, belirtiliyordu. ] Diyerek kendi kendisini yalanlamıştır. Öyle ya bu şifreli telgraflar okunduktan sonra yok edilmek üzere gönderildiyse nasıl olmuş da 41 tanesi yok edilmeden onun eline geçmişti?
4-Ermenilerin soykırım ile ilgili ileri sürdükleri en önemli belge ise Naim Bay’in anıları denilen belgelerdir. Tehcir yıllarında Halep’te tehcir bürosunda görevli olan Naim Bey adında biri bu belgeleri ( yani telgrafları ) Andonyana verdiği gibi ayrıca bizzat kendisi de pek çok şey anlatmıştır katliamlar üzerine. Ancak ilginçtir ki Andonyan , önce namuslu ve haktan yana bir insan olduğunu söylediğ Naim Bey’i daha sonra ayyaş, kumarbaz biri olarak ifade etmiş, belgeleri de çok büyük paralar karşılığında ondan satın aldığını söylemiştir. Ama daha da ilginci var: Naim Bey adında birinin varlığından sadece Andonyan’ın kitabında bahsediliyor. İki Türk araştırmacı-yazarı olan Şinasi Orel ve Süreyya Yuca Osmanlı arşivinde Halep’te bu isimde bir memura rastlamadıklarını yazdılar. Naim beyin varlığı hakkında kesin hüküm vermiyorlar. Naim bey, Andonyan tarafından yaratılan bir hayal kahramanı değilse, düşük dereceli bir memur olmuş olması lazım diyorlar. Düşük dereceli bir memurun, bu tarz gizli belgelere ulaşma imkânının olmadığını açıkladılar.
Ermenilerin soykırım iddiaları ile ilgili olarak ortaya attıkları ve belge dedikleri daha o kadar çok şey var ki say say bitecek gibi değil. Ermeniler atıyor, bizim Türkler havada kapıyor.
Hani bu yazının başlarında belirtmiştim ya Ermenilerin, soykırımı tanıtmak için 20.000 kitabına karşılık biz sadece 126 kitap yazmışız ( 1990 yılı itibarıyla ) Evet bizim yazdıklarımız çok az maalesef ama görünen o ki Ermeniler lehine yazdıklarımız kendi lehimize yazdıklarımızdan daha fazla. Bu da işin bir başka ilginç tarafı.
Neyse...Şimdi gelin bu ülkede bir Ermeni soykırımı oldu mu sorusunun cevabını net bir şekilde alalım. Hem de nereden biliyor musunuz? Baş yazarı ve sorumlu genel müdürü Hrant Dink’i katlettiğimiz Agos Gazetesinde yayınlanmış bir makaleden. ( Araştırmacı: Rober Koptaş ) Makalede yazılanlar hiç bir şekilde sahte denilebilecek şeyler değil. O makaleyi aynen kopyalayacağım. Yalnız altı çizili hususlara dikkatinizi çekmek isterim. ( Köşeli parantez içindeki yazılar bana aittir . Yazı aslında çok daha uzun: Ben en cana alıcı kısmını sizlerle paylaşıyorum. 1915-1919 yılları arasında Halep, Konya ve Adana valilikleri yapmış olan Celal Bey anlatmış... )
Ermeni vatandaşlarımız da itiraf ederler ki, harbin başında, henüz hiçbir Ermeni’nin burnu kanamamış olduğu bir zamanda, Ermeniler çeteler teşkil ederek ordunun erzak kollarını vurmakta ve İslam köylerini yakıp yıkmakta idiler.
Mebus Garo Pastırmacıyan’ın Rusya’da teşkil ettiği çeteyle adeta Rus askerine öncülük etmesi [Ermeni bir Milletvekilimiz var ama biz Ermeni Düşmanıyız (! )] ve bizim asker hareketimizden Rusların daima Ermeniler vasıtasıyla haberdar olmaları kabul edilebilir değildir. Ermeniler tarafından icra edilen Van kıtalinin, tehcir girişiminden hayli önce olduğu da muhakkaktır. Harpte bulunan bir millet, her şeyden önce ordularının selametini düşünür ve bu gibi saldırıların meydana geldiği yerlerde, şiddetli ve zalimce de olsa, lüzumlu tedbirleri almaktan kaçınmaması gerekir. Bu bakış açısıyla, içlerinde pek çok günahsızlar da bulunmakla beraber, Doğu’daki harp mıntıkasındaki Ermenilerin tehciri hakkındaki karar ve teşebbüsten dolayı bu kararı verenler belki kendilerini savunabilirler. Ancak kararın her tarafa yayılması ve icra ediliş şeklinden dolayı mesuliyetten kurtulamazlar.
Evet, birtakım Ermeniler düşmana yardım ettiler. Ve bazı Ermeni mebusları da çeteciliği mebusluğa tercih ederek birçok cinayetlerde bulundular . Hükümetin vazifesi, failleri yakalamak ve sadece onları cezalandırmak ve eğer bu mümkün değilse, o yöredeki Ermenileri, düşmanca değil, dostça ve geçici olarak başka yerlerde iskân etmek idi. Bir çeteci her şeyi yapabilir. Çünkü çetecidir. Hükümet ise sadece kabahat sahibi olanları takip eder. Fakat teessüf olunur ki, o zamanın hükümet büyükleri komitecilik ruhunu asla kaybetmemiş olduklarından, bu tehciri en cüretkâr ve hunhar çetecilerin de yapamayacağı bir tarzda tatbik ettiler. O zamanki hükümet, Rusların Sakarya vadisine saldıracaklarını ve Ermenilerin kendilerine yardım edeceklerini düşündüklerinden, tedbir olarak, tehciri Ankara, Konya ve Eskişehir’e kadar yaydıklarını söylüyorlardı. O zamanlarda Rusların yeni dretnotları henüz ikmal edilmiş olduğundan, Yavuz ve Midilli ile Karadeniz’e hâkimdik ve Rusların Sakarya havzasına asker çıkarmaları mümkün değildi. Haydi, bu ihtimali de kabul edelim,Acaba Bursa ve Edirne’de ve Tekfurdağı’ndaki Ermeniler niçin çıkarıldı? Buralar da Sakarya havzasına mı dahildi? Halep’te vilayetin genel nüfusunun yirmide biri derecesinde bile olmayan Ermenilerden ne istendi? Doğru yanlış, vatanın selameti için Ermenilerin bulundukları yerlerden çıkarılmaları lazım addedilmişse, iş bu tarzda mı tatbik edilir? Ermenileri Zor’a sevk edin diye emir veren hükümet, bu bîçarelerin oralarda Arap göçebe kabileleri arasında meskensiz, gıdasız nasıl barınabileceklerini düşündü mü? Düşündü ise soruyorum: Oralara ne kadar gıda maddesi gönderdi ve göçmenlerin iskânı için kaçhane yaptırdı? Ve Ermeniler gibi asırlardan beri yerleşmiş bir hayat süren bir kavmi, ağaçtan, sudan ve her türlü inşaat malzemesinden mahrum olan Zor çöllerine sevk etmekte maksat neydi? Maalesef, meseleyi inkâr ve çarpıtmaya imkân yok. Maksat imhaydı ve imha edildiler . [ Bir Osmanlı Paşası amacın Ermenileri imha etmek olduğunu söylüyor] Yine gizleme ve saklaması mümkün değildir ki, bu kararı İttihat ve Terakki umumi merkezinin bazı önde gelen mensupları aldı ve o umumi merkezin tabii azası olan hükümet tatbik etti.
Genel merkez, Balkan Harbi’nden evvel Makedonya meselesinin de kolayca halline girişti. Azalarından birinin fikrince, Makedonya meselesi bir nüfus meselesi imiş. Eğer İslam nüfus çoğalırsa mesele kendiliğinden halledilirmiş. (…) İki rakam arasındaki nispeti tayin için ya rakamlardan birini büyütmek veya diğerini küçültmek lazım gelir!. . . Rumeli’deki nüfus arasındaki farkı değiştirmek için Bulgarları, Rumları, Sırpları mahve imkân yoktu. Onun için Basra’dan İslam muhacirleri getirmeye teşebbüs ettiler.
Anadolu’da ise bu külfete olsun lüzum görmediler. Ermenilerin mahvını tanzim ettiler. Bunu sırf umumi merkez değil, o zamanki hükümet de tatbik etti. Böyle olmasaydı, katliama iştirak etmeyen kaymakamlar öldürüldüğü, mutasarrıflar ve valiler azledildiği halde, iştirak edenler terfi etmezdi. Ve tehcir işleri, İttihat ve Terakki mensuplarının denetimi altında cereyan etmezdi.
Şimdi, bence meselenin en mühim noktasına geliyorum. Şu hercumercden, şu katliamlar ve cinayetlerden, Müslümanlar ve bilhassa Türkler de mesul müdürler, yoksa bundan âri midirler?
Osmanlı memleketinin tüm kavimlerinden daha ziyade mazur, bîçare ve zulüm görmüş olan zavallı Türklerin yüzü, bir de vatandaş kanıyla lekenecek mi?
Yoksa Türkler bu cinayetlerden âri mi addolunacak?
Benim vicdani kanaatimce, Müslümanlar ve Türkler, bu meselede tamamen bir malzemedir. İddiamı birkaç vaka ile aydınlatmak isterim.
1. Halep’teyken, oraya tehcir edilen Ermenilere yerli Müslümanların yardım ettiklerini birçok defalar gözlerimle gördüm.
2. Bazı çiftlik sahipleri, bana müracaat edip, arazilerinde Ermenileri iskân etmek istediklerini söylediler.
3. Gerek Halep’te ve gerek Konya’da ulema ve eşraftan birçok kişi, Ermeniler hakkındaki muamelemden dolayı bana çok kereler teşekkür ettiler ve onları himayenin şeriatça lazım olduğunu söylediler.
4. Gerek Halep’te ve gerek Konya’da hiçbir Türk’ün Ermenilerin mallarına tecavüz ettiğini görmedim ve işitmedim.
5. Görüştüğüm Türkler ve Müslümanlar arasında şu cinayetleri destekleyen, hatta bütün kuvvetiyle çirkin görmeyen bir ferde rastlamadım.
6. Konya’dan dönüşümden sonra, tanıdıklarımın hepsi beni tebrik ettiler ve memuriyetten ayrılmamın daha şerefli olduğunu söylediler.[Bu vali için -verilen emirleri tatbikte gevşek davrandığı sebebiyle- azl kararı ( Görevden alma ) verilmiş ama o, karar kendisine tebliğ edilmeden görevinden istifa etmiştir.]
Tahminime göre, en aşağı 300-400 bin Ermeni öldü. Bu kadar kan akıtan bir milletin feryat ve şikâyete hakkı vardır. Bu hakka kimse itiraz edemez. Fakat yalnız Ermeni ölmedi. İki milyondan ziyade Türk ve Arap da telef oldu. Türkler ve Araplar da Ermeniler kadar mağdur ve bîçaredirler. Onların da şikâyet ve feryada hakları vardır.
[ İşte benim en başından beri söylemeye çalıştığım şey de budur. Ermenilere karşı yapılanların yanlışlığını hiç kimse inkar edemez ama bu sadece Türklerin yaptığı bir yanlış değildir. Celal Paşa bu durumu gayet net bir şekilde ortaya koymuştur. Bir özür ya da soykırımı tanıma söz konusu olacaksa bunu her iki taraf da yapmalı, sadece Türklerden beklenmemelidir. Yapılanlar soykırımsa bu tek taraflı değildir. İki milyondan fazla Türk ve Araptan bahsediyor Paşa. Onlarınki can değil miydi? ]
Ben Osmanlı memleketinin bugünkü halini Erzurum vilayetinin yukarıda tasvir ettiğim haline benzetiyorum. Yani bütün memlekette iki sınıf halk var. Biri hukuka tecavüzle menfaat elde eden zorbalar, diğeri, bu zorbaların tecavüzüyle ezilmiş olan Türkler, Araplar, Ermeniler…
Hepimiz için felaketin doğuş sebepleri bir! … Vatanından ayrılarak yollarda ölen veya öldürülen Ermenilerle, Cezire ve Suriye çöllerinde, Erzurum dağlarında açlıktan, hastalıktan, sıcaktan telef olan veya telef edilen Türkler ve Suriye’de açlıktan sokaklarda inleye inleye ölen Arapların ve Cemal Paşa’nın kanunuyla ipe çekilen ve sürgün yerlerinde sefalet içinde kalan uğursuz kuvvet aynı kuvvettir. Binaenaleyh, Türkler de, Araplar da, Ermeniler gibi davacıyız. Biz de adalet istiyoruz! Birbirimizi suçlamaktansa, el ele verip medeni dünyadan adalet dilemek ve asırlardan beri kardeşçe yaşamış olan Arapları, Türkleri ve Ermenileri bu hale getirenlerin cezasını istemek ve henüz vakit geçmemiş ise, bundan böyle yine kardeşçe yaşamaya çalışmak pek uygun olur.
Kaynak
Agos gazetesi / Güncelleme tarihi: 30 Temmuz 2010. Çeviriyazı: Ari Şekeryan.
Bence Celal Paşa söylenebilecek her şeyi söylemiş. Eğer 1890larda başlayıp 1922lere kadar süren Ermeni Meselesinde suç ve suçlular aranacaksa ve işlenen suçlardan dolayı bedelller ödenecekse bu bedeli ödemek sadece Türk tarafının boynunun borcu olmamalıdır diye düşünüyorum.
Devam edecek.
Not: Resimde 1914 ile 1919 yılları arasında Halep, Konya ve Adana Valiliklerinde bulunan Mehmet Celal Paşayı görmektesiniz.