5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1063
Okunma

1890 Yılında başlayan olaylardan I. Dünya Savaşı yıllarının sonlarına doğru gelelim. Buraları biraz hızlı geçeceğim kusura bakmayın: Çizgiye kadar olan kısım orta okullarda bile verdiğimiz klasik bilgiler..İsterseniz çizgiden sonrasından başlayabiliğrsiniz okumaya.
1918 Yılına gelmeden önce çok önemli bir gelişme olur: 1917 deki ihtilal sonrasında Rusya’da Çarlık rejimi yıkılır. Onun yerine gelen yeni rejim I. Dünya Savaşını devam ettirmek istemez çünkü zaten iç savaşta bir hayli kayıp vermişlerdir ve iç savaşın izleri henüz tamamen silinmemiştir. İşte bu yüzden Rusya 3 Mart 1918de Brest Litowsk Antlaşmasını imzalayarak savaştan çekilir ama bu arada daha önceki Çarlık Rusya’sının diğer İtilaf Devletleri ile yaptığı gizli antlaşmaları da tek tek açıklar. Mesala Sykes- Picot Antlaşması gibi ( 1916 ylında İngiltere-Fransa-Rusya arasında Osmanlı Devleti’nin nasıl paylaşılacağına dair bir antlaşmasır bu ) İşin ilginç tarafı bu gizli antlaşmaların hiç birinde Ermenilerin ismi geçmemektedir. Yani Ne Ermenistan diye kendini paralayan İngiltere ve Fransa’nın ne de Ermenilerin omuzlarına basarak Anadolu’ya giren Rusların bağımsız bir Ermenistan kurmaya, onlara - üzerinde bağımsız yaşayacakları - bir Ermenistan devleti hediye etme gibi bir niyetleri yoktur.Ama Rusya’nın kendi iç meseleleri ve eski müttefikleriyle şimdi düşman olması Ermenilere aradıkları fırsatı verir ( Azeri ve Gürcülere de ) Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan Devletlerini kurarlar ( Tabii ki ömürleri çok kısa olacaktır..İleride değineceğiz )
Osmanlı Devleti 1918 yılının sonlarına doğru savaştan yenik çıkar. 30 Ekim 1918de de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanır. Bu antlaşmanın İngilizce olan metninde ’ Doğuda altı Ermeni ilinde bir karışıklık çıkarsa İtilaf Devletleri bu illeri de işgal etme hakkına sahiptir ’ Denir. Antlaşmanın Türkçe metninde ’Vilayet-i Sitte= Altı il ) Olarak yazılsa da İngilizce Metinde Altı Ermeni şehri denmiştir. Böylece ilk kez Ermeniler için güçlü bir ışık yanmıştır.
Ermeniler için güçlü bir ışık yanmıştır ama bu yanan ışığı bir insan adeta ’ gereksizse söndürün ’ Dercesine söndürmeye kalkmıştır: Mustafa Kemal
Mondros Ateşkes Antlaşmasından çok kısa bir süre sonra İstanbul’a gelip Boğazda demirlemiş İtilaf Devletleri donanmaları için ’ Geldikleri gibi giderler ’ Diyen bu Paşanın adı her ne kadar İtilaf Devletleri tarafından Çanakkale Savaşları sebebiyle bilinse de 1915teki bu savaşlardan sonra unutulmuştur. Onun adını tekrar hatırlatan ise Ermenilerdir. Nasıl mı? Fransa’ya 1919 yılı Temmuzunda gönderilen telgraflara bakalım:
1. TELGRAF: ’Elde ettiğimiz kesin bilgilere göre, Doğu Ordusunun eski genel müfettişi, hâlen âsi bulunan ve Doğu Anadoluda duruma hâkim olan Mustafa Kemal ile yine âsilerden Bahriye Nazırı Rauf’un teşkil ettikleri alaylarla milis kuvvetleri Ermeni Cumhuriyetine saldırmak için Erzurum’da toplanıyorlar. Silâhları tamamen alınmayan Türk ordusunun elinde her türlü imkân var. Ermeni Devletinin kurulmasını engellemek için Kafkas Ermenilerini katletmeyi tasarlıyorlar. Tehlike ciddîdir. Müdahale ediniz."
2. TELGRAF: "Hristiyanlar yeni bir katliâm karşısındadır. Urmiye kadın ve çocuklarından sağ kalanlar da tehlikededir. Nesturi ve Ermeni halkları derhal yardım istiyorlar. Gecikme kötü olacak".
Bu telgraflara göre 19 Mayıs 1919da Samsuna çıkan bilahare Erzurum’a gelen Mustafa Kemal’in amacı Ermenileri yok etmekti. Peki öyle miydi gerçekten de ? Erzurum Kongresinde alınan kararlar bu hususta ne diyordu? Ona da bakalım:
Tek bir madde var ki o da sadece Ermenilerle ilgili değil:
’ Azınlıklara siyasi hakimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez. Ancak bu vatandaşların canları, malları ve ırzları her türlü saldırıdan korunacaktır ’ ( 23 Temmuz 1919 )
Şimdi çizginin altına geçiyoruz.
-----------------------------------------------------------------------------------------
Bakalım Bir Türk Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı ve Ermeni meselesei hakkında neler demiş: ( İtalik yazılar ona ait değil..Sonrakiler ona ait. ) Biz Türkler ne kadar övünsek azdır!
Bizim hep devletimiz oldu!
"Türklerin hiç buluşu olmadı" diyenleri bu yüzyılın daha ilk çeyreğinde, daha 1915 yılı devrilmeden utandırdık.
Öyle bir buluş yaptık ki, dudağı uçuklayan Almanlar, buluşumuzu, kendi usullerince, uygulamak için ikinci dünya savaşını beklediler. ( Alman Nazizminin bizim tehcirden, dolayısıyla Emeni Soykırımından (!) esinlendiğini izah etmeye çalışıyor )
Onlar daha yüksek bacalı fabrikalar fikrini geliştirmeden, Enver Paşalarımız, Talat Paşalarımız, Cemal Paşalarımız, Gazi Paşalarımız, gecelerini gündüzlerine kattılar. Daha modern çağın ilk çeyreği kapanmadan, daha Rus işçileri ayaklanmadan, daha Gazi Paşa, kutsal 19 rakamını sahiplenip 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmadan, Türkler adına, müthiş bir disiplinle, devlet eliyle örgütlenmiş soykırıma mühürlerini bastılar.
Paşaların bir kısmı Ermenileri "hiçliğe" sürdüler. (Rumların trajedisi, bu yazının kapsamına girmiyor!) Hayastan’ın çocukları( Yani Ermeniler ) redifler, Hamidiyeler, Cahitler, Cahidiyeler tarafından kurşunlanarak, kılıçlanarak, asılarak, zehirlenerek, hançerlenerek, boğularak öldürüldüler. Tifüste kırılarak, donarak, yollarda açlıktan, çölde susuzluktan öldüler. Çürümeye yüz tutmuş cesetleri çakallar tarafından kemirildi. Türkler, Kürtler, Balkanlardan, Kafkasya ötesinden katliamlardan kaçan muhacirler, kısaca cahiller, insan avına katıldılar, paşaların günahına ortak olup ellerini, soylarını ve vicdanlarını kirlettiler. Daha 1915 devrilmeden "çocuklar ağlaya ağlaya can verdiler, babaları kendilerini kayalıklara, anneler bebeklerini kuyulara attılar. Hamile kadınlar el ele tutuşarak, ilahiler okuyarak Fırat’a atladılar. Yeryüzünün ve yüzyılların bütün ölümleriyle öldüler." (Die Verbrecen der Stunde- Die Verbrecen der Ewigkeit/Anın suçları sonsuzluğun suçlarıdır,
(Armin T.Wegner, Buntbuch Verlag, Hamburg)
Armin T. Wegner’in bu yazdıklarına atıfla oldukça uzun bir makale kaleme almış olan Doğan Akhan Devam etmiş:
Soykırıma uğramış halkın yeryüzüne dağılmış kurbanları gittikleri yerlerde, yıllar sonra vuku bulan "Halepçe", "Ruanda", "Bosna" ve geçen yıllarda çok sözü edilen "Kosova" görüntülerinin beterini insanlara anlattılar. Erzincan’da, kardeşinin ölüsü altında gözlerini açan Talat Paşa davası sanığı Salamon Teliryan’ın mahkemede anlattıkları, başka yerlerden, mesela Trabzon’dan, Adana’dan, Van’dan, Eskişehir’den sağ kalanların anlattıklarına benziyordu.
Amerika’ya kaçan Şebinkarahisarlı ile, Fransa’ya göç eden Klikyalı, Rus ordusunun geri çekilişi sırasında onlarla beraber Erivan’a ulaşan Muşlu, İngiltere’de yaşayan İstanbullunun öyküleri paralellik arz ediyordu. Erzurum’dan yola çıkarılan Terzibaşıyan’ın, İstanbullu Kirkor’un, Ağrılı Dikran’ın, Trabzonlu Ara’nın, Yozgatlı Anahit’in, Gümüşhaneli Nurhan’ın, İzmitli Linda’nın anlattıkları; Eskişehir’de karşılaştığı kafileleri betimleyen Ahmet Refik’in (İki Komite İki Kıtâl, Temel yay), Musa Dağının 40 gününü yazan Franz Werfel’in (Musa Dağda Kırk Gün, Belge Yay.), çocuklarının arkasından ağlayan Ararat dağının çığlığını dünyaya yayan Armin T. Wegner’in (ade.) yazdıklarıyla çakışıyordu. Amerikan Büyükelçisi Morgentrau’nun, ya da Alman Protestan Papazı Dr. Johannes Lepsius’un raporları, 1919’da İstanbul’da Divani Harp mahkemesinde tanık olarak dinlenen 3. Ordu komutanlarından Vehib Paşa’nın anlattıkları birbirini tamamlıyordu. (Bak: Vehip Paşa’nın ifadesi, Takvim-i Vekai, No 3540, Aktaran. V.H. Dadrian, Ulusal ve Uluslararası Hukuk Sorunu olarak Jenosid, Belge yay. S.88-89, ve dipnot:310) [ Musa Dağında Kırk Gün adlı Kitap da Belge Yayınlarından çıkmıştı hatırlayacak olursanız ]
Dünyanın dört bir yanında; onların öykülerini dinleyenler kulaklarına inanamıyorlardı. Çünkü anlatılanlar inanılması güç bir vahşetten ibaretti.
"Yolda, " diye anlatmaya başlıyordu mesela, "hedefsiz sürgünün" talihsiz kurbanı bir kadın.
"Hangi yolda?" diye soran olmuyordu. Çünkü o günlerde bütün yollar birbirine benziyordu. O yollardan birinde yürüyen anneler, büyük anneler, büyük babalar, seyrek olarak delikanlılar, çok fazla sayıda genç kızlar sürekli hayr mer duasını okuyorlar, "Ey göklerdeki babamız," diye mırıldanıyorlardı, "ismin mukaddes olsun, melekûtun gelsin; gökte olduğu gibi, yerde de senin iraden olsun... Ve bizi iğvaya götürme, bizi şerirden kurtar, çünkü melekût ve kudret ve izzet sonsuza dek senindir."(İncil)
Tanrı, bugün olduğu gibi o günlerde de sağır ve kör olduğu için, yüreğinde sevgi, yeryüzünde iradesi kalmadığı, kudreti ve izzeti tükendiği için, Hayastan’ın çocuklarına elini uzatıp onları gökyüzüne götürmüyordu.
Ne yol bitiyor, ne ölüm onları kucaklıyordu. Silahlarından arındırılmış Ermeni askerlerden oluşan bir İnşaat Taburunun önünden geçerlerken onlar, birkaç gün içinde kurşuna dizileceklerinden habersiz olan Ermeni askerler ümitsiz gözlerle, kafilenin arkasından bakıyor "hayr- vorti- hokin- surp astvaz" diye haç çıkararak, Tanrıya, lanetlenmiş kullarını koruması için dua ediyorlardı.
Kafile belki ilk, belki bininci virajı döndükten sonra ceset tarlasıyla karşı karşıya kalıyordu. Gözyaşı kurumuş yolculardan bir inilti yükseliyor; iniltiler kafileye eşlik eden jandarmaları kızdırıyor; kılıçlar çekiliyor, süngü takılıyordu. Bir kaç yüz cesetten sonra, kafile yola koyuluyordu yeniden. Halen kanayan yaralarıyla can çekişenler, yarılmış ellerini gökyüzüne kaldırarak ışığı sönmüş gözleriyle dağlara doğru yol alan kafilenin arkasından son kez bakıyorlardı.
Dağlarda, kafiledeki delikanlılar rasgele ayrılıyordu. Erkekler, uçurumun kenarına götürülüp aşağıda akan nehre itelenirken, hava kararıyordu. Jandarmalar en güzel ve genç kadınları seçip çalılıklara götürüyor, çalılıklardan gelen çığlıklar bir süre sonra kesiliyordu. Kadınlar arasında çıldıranların sayısı artıyordu gün be gün. Doğurmak üzere olan bir kadın, "Ne isterseniz olurum, Müslüman da olurum, Alman da olurum, Türk de olurum, diye bağırıyor; üniforması kana bulanmış bir jandarma, kılıcıyla kadını ve cenini ikiye bölüyordu. Sonra bozkır soğuğu başlıyordu. Sağ kalan yarı çıplak insanlar birbirine sokularak sabahı beklerken, bir kısmını da gece yutuyor, yeniden yola koyulduklarında yola devam edenlerin sayılarının biraz daha azaldığını görüyorlardı.
Sonra şirin mi şirin bir köye yaklaşıyorlardı. Şirin köyün sarıklı ve külahlı erkekleri yollarını kesiyor, "Ey inananlar, size "Allah yolunda seferber olun" denildiği zaman, neden yere çakılıp kalıyorsunuz?"(Kuran) şeklindeki Tanrı kelamıyla, başka Tanrının çocuklarına, ağır baltalarla saldırıyorlardı.
Biraz daha azalıyorlardı. Sonra bir kasabada mola verirken sözgelimi, kucağında üç dört yaşlarında bir çocuk taşıyan kadın, yol kenarında kafileyi seyreden yaşlı sarıklı bir adamla göz göze geliyordu. Yaşlı adımın kendilerine acıdığını düşünen kadın, kucağında taşıdığı çocuğu azcık havaya kaldırarak, "Efendi," diyordu gözleriyle, "yavruma sahip çık!". Adam çocuğu sahipleniyor ve annesinin, jandarmaların, kafilenin gözleri önünde, çocuğu bir köpek gibi, başına odunla vura vura öldürüyordu da; ne anne, ne kafiledeki insanlar ne de jandarmalar ses çıkarıyorlardı.
Çünkü yer yüzünün, çünkü gökyüzünün, tüm ölümlerine mahkum edilmişti onlar.
Bir Başka Türk daha da acıklı şeyler anlatır bir Ermeni Tehciri mağduru kadının ağzından.
Işık Kutlu takma adıyla yazan Kutsiye Bozoklar da şu satırlara yer verir:
Göçertme( Yani Tehcir, dolayısıyla Soykırım ) Anadolu’nun 70 yerleşim yerinde hemen hemen aynı anda başlatılır. Erzurumlu Loris Papikyan (1903 doğumlu) da şöyle anlatır yaşadıklarını: “…Yolda, Türklerin Ermeni kızlar ve kadınlarla nasıl alay ettiklerini gördüm. Ben öyle korkunç bir sahneye tanık oldum ki, dünya tarihinde eskiçağlardan bugüne kadar hiçbir barbar kavim kadınlara karşı buna benzer bir vahşet sergilememiştir. Dört rütbeli şahıs, insani görünümlerini yitirmiş, vahşi sırtlanlar gibi azmış aşağılık yaratıklar, bir masanın etrafına oturmuştu ve bir grup Ermeni kadın da yanlarında ayakta duruyordu; o kadınlar muhtemelen birkaç gün sonra doğum yapacaklardı. O rütbeliler hamile kadınların rahimlerindeki çocukların cinsiyeti üzerine bahse giriyor ve emirlerindeki askerlere hamile kadının karnını bıçakla deşerek bebeği dışarı çıkarmalarını emrediyorlardı. İnsan görünümlü vahşi hayvanlar neler yapmıyorlardı ki. Eğer ben bahsi geçen sahneyi şahsen görmüş olmasaydım ve bugün onu bana anlatsalardı ya da bir kitapta okusaydım, benzer bir vahşetin sergilenmiş olduğuna asla inanmazdım”. Gerçekten de bu tanıklıkları okurken yaşadığımız duygulara tercüman olmaktadır aynı zamanda Loris Papikyan.
Bunlardan Doğan Akhan eski Bir TKP li, Kutsiye Bozoklar ise Eski bir TİP lidir. Doğan Almanya’da yaşar, Kutsiye ise 1973 de vurularak sakat bırakılmış, sakat kaldıktan uzun yıllar sonra ölmüştür.
Her iki yazarın da ortak özelliği İnsan Hakları Savunucuları (!) olmalarıdır. Bu insan hakları savunucuları nazarında Türk Milleti dışında herkes insandır...Pardon. ’ Biz Ermenilere karşı bir soykırım yaptık ’ Diyen Türkler de insandır. ’ Yapmadık, kabul etmiyorum’ ya da ’ Yahu asıl soykırıma uğrayan Türklerdi ’ Diyenler insan minsan değillerdir. Çünkü bu ve bunun gibilerin kulakları ve gözleri sadece Ermenilerin anlattıklarına programlanmışken doğrudan doğruya Başbakanlık arşivinde yer alan Türk belgelerine, o belgelerde yazılan ve anlatılanlara kapalıdır.
Devlet Başbakanlık arşivi daha Tehcir kararı alınmadan Ermenilerin yaptıkları mezalimin belgeleri ile doludur ama bakmazlar bile onlara. Onlar bakmadılar diye biz de mi bakmayacağız peki? Bakacağız elbette. Bakacağız ve Loris Papikyan’ın anlattıklarının aynısını göreceğiz orada. Bir farkla ama: O anlatılanlar Türklerin Ermenilere değil, Ermenilerin Türklere karşı yaptığı vahşet olarak yer alır arşiv belgelerinde.
Sarıkamış Bozgunu üzerine sadece Erzurum ve çevresinde yapılan zulümlerle ilgili yeminli şahit ifadeleri ile öldürülen insanların sayıları, nerede öldürüldükleri, nasıl öldürüldükleri, ölen kişilerin adları hepsi çetele olarak yer alır o belgelerde. Merak edenlerin bakması için link veriyorum : www.devletarsivleri.gov.tr/assets/content/Yayinlar/.../024-ermeni.pdf
Buna göre: Köy adları ve Ermenilerce öldürülen insan sayısı aşağıdadır.
Yağan ..........................................................9
Ketvan .........................................................69
Bulkasım..........................................................6
Ağzehir...........................................................5
Güllü...............................................................5
Topalak...........................................................4
Hertev...........................................................37
Gerdekkaya.......................................................5
Surbahan.........................................................59
Tuy-u Kebir........................................................9
Ortuzu.............................................................15
Porsıh( Porsuk )...................................................12
İzmirik................................................................9
Pusudere...........................................................36
Serçeboğaz........................................................37
Hins.................................................................13
Aha.................................................................24
Kurnuc..............................................................30
Pertek...............................................................10
Haykurt..............................................................9
Bakılgan..............................................................3
Sos...................................................................32
Coğander..........................................................103
Müceldi...............................................................55
Badıcıvan...........................................................240
Hasankale( Pasinler ) merkez...................................1400 ( Sadece bu rakam kesin değildir çünkü öldürülenlerin çoğunun kimliği tesbit edilememiştir ama şahitler ölü sayısının 1400 den az olamayacağını beyan etmişlerdir. Diğer tüm katliamlar dediği gibi adları, köyleri, nerede öldürüldülleri ve nasıl öldürüldüleriyle birlikte kayıtlıdır ki öldürülenler genelde şu şekilde öldürülmüşlerdir: Kurşunla, süngüyle, baltayla, yakılarak )
Toplamını siz yapın artık. Ama yaparken bunun sadece Erzurum , özellikle Hasankale civarında olan kısım olduğunu unutmayın. Mesela Van yok burada.Diğer iller yok...Sadece Erzurum- Pasinler.
Evet...Loris Papikyan’ın anlattıklarının bir benzerini görelim şimdi: Bizinm Arşiv Belgelerimize girmiş bir dilekçe: Dilekçe sahibi :Kaskanlı Aşîret Re’îsi
Abdullah Beyzâde...Dilekçe tarihi: 12 Temmuz (1919) [ Ermenilerin ’ Türkler bizi yok etme planları yapıyorlar’ Dedikleri Erzurum Kongresinden 11 gün önce ]
Kaskanlı Aşiretinin Reisi Abdullah Beyzade , Hasankale Kaymakamına, Hasankale kaymakamı Erzurum Vali Vekili Kadı Mehmed Cevdet Bey’e, Cevdet Bey 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşaya, Kazım Karabekir Paşa da Hariciye Vekaletine ( İçişleri bakanlığı ) ve Hariciye Vekaletinde bulunan İngili Mümessili General Rovlingson’a iletir dilekçeyi.( Bizim bürokrası hâla böyle yürür maalesef )
(Kağızmanlı olduğum için burada biraz hemşericilik yaptım. Olay Kağızmanlıların başına geliyor )
Uzattık...Okuyalım dilekçeyi, daha doğrusu feryatnameyi.. ( Altı çizili yerlere iyce bakın artık. Az birşey kısalttım bu şikayatnameyi. )
Hasankala Kâ’im-i makâmı Cânib-i Âlîsine...
[Abdullah Beyzade Kars, Göle, Kağızman ve çevresinde etrafı haraca kesen ve az sayıda yakaladıkarı Türkleri Öldüren Ermenilerin kendi bölgesine gelemediklerini, emrindeki üç yüz atlı yüzünden kendi aşiretine sokulamadıklarınaı anlattıktan sonra devam ediyor...]
Geçen günlerde bundan bir iki gün ileri Kağızmanlı Kadının oglu Aziz Efendi
ailesiyle berâber ve bir dahi Osmanlı zâbiti dahi ailesiyle berâber bizim teşkilâtı
işidip tarafımıza gelmekde iken esnâ-yı râhda ( Yol üstünde ) Tiknis ile Agadeve karyesi(Köyü) arasında şose yoluyla gelir iken Potak önünde Ermenilere tesâdüf edip merkûmları katledip yanlarında cep açıp ellerini sokmuslar. Dillerini ve dudaklarını ve burunlarını kesip, gögüslerinde ve gövdelerinde cep açıp öldürmüslerdir ve millete büyük mücâzât ile müdâhaleler yapıyorlar..... Büyük makâmlara ve büyük hükûmetlerimize bu âcizlerin ahvâllerini bildiresin. Allah-ı Zü’lcelâl hazretleri sizin mu‘îni[niz] ( Yardımcınız ) olsun efendim.
12 Temmuz sene [1]335
ed-dâ‘î ( Şikayetçi)
Kaskanlı Asîret Re’îsi
Abdullah Beyzâde.
Evet..İnsanların dilleri, dudakları, burunları kesiliyor. Yanlarında ve göğüslerinde cep açılıp buralara dolduruluyor kesilen parçalar ama bunu Ermeniler görmediği gibi Türk yazarlarımız(!) da görmüyor. Osmanlı arşivlerine sırf bu yüzden girmek istemiyorlar. Ermeniyi anlıyorum da ’ İnsan Hakları Savunucusu (!) ’( Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi) Türkleri anlayamıyorum. ( Maalesef öyle azımsanmayacak kadar da çoklar. Acıklı hikayeleri daha da acıklı hale getirip anlatmaya çok meraklılar ama Türklerin de anlatacağı çok acıklı hikayeleri olduğunu bildikleri halde kafaları bu tarafa dönmüyor hiç.
Not: Resimde 25 Nisan 1918de Kars’ın Subatan Köyünde Ermeniler Tarafından katledilen çocukları görüyorsunuz.
Devam tabii ki