4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1039
Okunma


‘’Nihayet, saçları dökülmüş, korkunç derecede zayıf, uzun boylu adam üstünde bir kazakla içeriye girdi… Hiç kuşkusuz her şeyin rahatlıkla konuşulup tartışabileceği, bir anlamda her türden ilişkinin kurulabileceği rahat bir insan ( izlenimi veriyordu) ; inançlı bir Protestan’ın sahip olduğu, başkalarıyla araya ciddi bir mesafeler koyma şeklinde bir özellik vardı onda. Bana çocukluğumun siyah vaizlerinin kuruntularını hatırlatan, tuhaf ve çılgın Kuzey Protestanlığı’nın nasıl bir şey olduğunu geçirdim içimden.’’ (James Baldwin, 1960)
Bergman hakkında kaleme alınan eser sayısı o kadar da az değildir. O kadar esere ve bilgiye rağmen sürekli çelişkili bilgiler elimize geçmekte nedense?.. Farklı zamanlarda, farklı röportajlarda, birbirinden farklı, hatta çelişkili açıklamalar yapmıştır. Tıpkı evlilik ve kadınlar hakkında düşünceleri gibi… ‘’Renkli dünyaları’’ yansıtan renkler kullanmayacağını söylemesine rağmen ‘’Çığlıklar ve Fısıltılar’’da bir renk cümbüşü ile karşılaşıyoruz. Diğer taraftan çok insancıl bir havaya sahip olan yönetmen çevresindeki insanları fazlasıyla üzmüştür. Erkek kardeşi kendisine küs ölmüştür, kız kardeşi ile arası düzelmemiştir. Kadınlarla sorun üstüne sorun yaşamış bir kişilik.
Böyle sorunlu bir insanın görüşlerinde, hayata bakış açısında çelişkili noktaların olması gayet doğaldır. Ama derinlere indiğimizde hakikatte hepsinin bir noktada çelişkisiz durduğunu fark edeceğiz belki de. Tüm bu çelişkili duruşlarının ve ailevi sorunlarının bir sonucu olarak filmlerinde ikili ilişkiler ön plana çıkmıştır. Hayata ve insanlara karşı duyarsız bir insan ve yönetmen olsaydı bu sorunları eserlerine yansımayacaktı.
Yüzler… İnsan ilişkilerinde temel ilişki biçimi yüz ifadeleri olduğundan Bergman yüzlere ayrı bir önem vermiş, kamerasını insanın yüzüne ve içine çevirmiştir. İnsanın kalbini parçalayıp veriler elde edemeyeceğine göre yüzlere yönelmiştir. En ufak değişimleri görmek için kamerası devamlı yüzlere yönelmiş, o yüzlerde kendini bulmaya çalışmıştır bana göre. Nefret, korku, yaşama sevinci, acı, mutluluk, mutsuzluk…
İngmar Bergman sineması bir yana diğer tüm sinema bir yana, tarzında bir görüş ortaya atmak çok mu havalı bir söylem olur bilmiyorum!.. O modern sinemanın has adamıdır. "Yaşlanmak bir dağa tırmanmaya benzer. Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır ama görüş açınız genişler." sözünü söyleyen insan… Sinema filan okuyan insanların, kutsal ruh olarak kabul etmesi gereken yönetmenimizdir. Evet, yönetmenimizdir.
Bir dönem Nazicilik oynamış olsa da dağa tırmanırken görüş açısı genişlemiştir. Bergman’ı sevmemize vesile olan filmlerinden bazısı bunaltıcıdır, bunaltıcı olması iyi olduğu anlamına gelir. Bu, sadece birkaç yönetmen için geçerlidir. Diğer yönetmenlerin filmleri bunaltıcı olsa da işe yaramamıştır. Filmi ve yönetmeni daha çok bunaltıcı yapmaktan başka işe yaramamaktadır. ‘’Genç Kız Pınarı’’ filminde Tanrı ile insanoğlu arasındaki yıpratıcı hava, çaresizlik Bergman’ın tüm hayatını sarmıştı belki de. Bunu kendisine sormak isterdim.
Sineması organiktir. Modern dönem sonrası insanlık, eserler ve yaşamlar inorganik ötesi. Ürünleri topraktandır ama ölümsüzdür bir manada. Sürekli öldürür bizi ve kendini. Tekrar yeşerir, ölen… Çok alanda az verim alırsınız ama vitamin ve mineral bakımından zengindir yetişen ürünler. Kalbe iyi gelip gelmeyeceği konusunda şüpheliyim. Bazı kalplere bu ürünlerin iyi geleceği kesindir.
(Bugün bu kadar yeterli… )
Fotoğraf: Çığlıklar ve Fısıltılar