13
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1927
Okunma

Tam otuz bir sene oldu Sinan’ım...İlk göz ağrımdın. İlk kez kulağına ezan okuduğum. Ellerime alıp havaya kaldırarak ’’ Adını ben verdim, ömrünü Yüce Rabbim versin ’’Dediğim.
Allah’ım sana sadece dokuz ay bir ömür vermişti. Sadece dokuz ay kucağımda taşıdım. Cennetten getirdiğin o bebek kokunu sadece dokuz ay çekebildim ciğerlerimle.
Erken gittin Sinan’ım...Yaşasaydın şimdi otuz bir yaşında olacaktın biliyor musun?
Senden sonra dört tane daha kardeşin oldu. Cihangir dedim en büyüğüne, hemen ardından Tuğrul kardeşin geldi. Sonra yedi yıl ara verdik. Başka kardeşin olmadı o yedi yıl boyunca. Derken yedi yıl sonra bir kardeşin daha oldu : Yunus, sonra bir daha, Tuba...Evet en sonunda bir de kızkardeşin oldu.
Kardeşlerin olunca seni unuttum zaman zaman. Ama geçen gün öyle bir şey oldu ki sanki senin o son günlerin yeniden canlandı gözlerimde.
Van’da bir baba, hastalanıp ateşi çıkan on beş aylık çocuğunu hastaneye götürmek için tam onaltı kilometre yol tepti kar içinde. Hastaneye getirdiğinde ise o çocuk, yani Muharrem ölmüştü.
Kaderlerinizde yer yer benzerlikler vardı.
Senin de aramızdan ayrılman bir ateşlenme ile başlamıştı. Ateşin çok yükselip de havale geçirmeye başlayınca annen telaşlanmış ve üst kattaki ev sahibimiz Hacı Amcaya çıkmıştı. Ben ise gecenin o saatinde hemşerim olan Batman Akşam Lisesinin Müdürü ile muhabbete dalmıştım. Yani evde değildim.
Hacı Amca, Batman Sosyal Sigortalar Hastanesinde çalışan bir sağlık görevlisiydi. Hemen aşağı inmiş ve sana bir penisilin iğnesi yapmıştı ateşini düşürmek için. Ben evde olsaydım belki de o iğneyi yaptırmazdım. En azından test edilmesini isterdim belki. Çünkü ben de bir penisilin iğnesi yüzünden sakat kalmıştım.
Yani Muharrem gibi hiç bir müdahele yapılmadı değil sana...Ateşin düşsün diye iğneni oldun. Oldun ama çok kısa zaman içinde iğnenin olduğu yer morarmaya başladı.Morarma artınca Hacı Amcanın, yanında çalıştığı özel doktora götürdük seni. Doktor ’’ İltihap yapmış, irin birikmiş ’’ Diye moraran yeri neşterle delip oraya diren denilen bir şey yerleştirdi iltihap aksın diye ama o oluktan ne iltihap geliyordu ne de kan...Bir kez daha götürdüm aynı doktora...Morarmanın arttığını söyledim ve gösterdim. Bana ’’ İyiye gidiyor merak etme ’’ Dedi. Ama yüzünde de bir endişe ifadesi görüyordum doktorun.
Morarma hayalarına inince artık dayanamadık ve bir de hastanedeki doktorlar baksın diye Sigorta Hastanesine götürdük. O zamanlar biz gibi Emekli Sandığına bağlı olanlara bakmıyordu Sigorta Hastaneleri.Başka hastane de yoktu Batman’da.. Yalvar yakar, rica minnet baktırdık.
Bakan doktorlar hemen elimize bir sevk kağıdı tutuşturdular. ’’ Diyarbakır Devlet Hastanesine’’
Memur adamız, elde yok avuçta yok. Yeni evliyim...Eşya taksitlerinden sonra kalanla kıt kanaat geçiniyoruz. Ama önemli olan sendin. Atladık bir otobüse ver elini Diyarbakır...İşte bu bakımdan da Muharremden farklıydın . Onun babası onu sırtında ve kar içinde tam on altı kilometre taşırken biz seni o zamanın en lüks şehirlerarası otobüsü ile taşıdık 60 Km kadar...Unuttum belki daha fazla kilometreydi ama taşımada bir sorun yaşamadık. Haa bir de Muharrem’e hiç bir doktorun müdahalesi olmamıştı ama sana daha Diyarbakır’a varmadan bir tane sağlık teknisyeni, bir sürü de doktor müdahele etti.
Neyse...Vardık Diyarbakır Devlet Hastenesine...Sen artık nefes alıp vermekte zorlanıyordun ve o kapkara gözlerin melül melül bakıyordu bana ’’ Baba kurtar beni ’’ der gibi...Annen ağlar bir yandan, benim içim yanar öte taraftan..O halde yalvar yakar oluyorum hemşirelere ’’ Bize öncelik tanıyın, çocuk ölüyor ’’ Diye ama aldıran yok...Acildeki doktor bir başka babaya fırça atmakta : ’’ Kardeşim çocuğun karnı ağrıyormuş tamam..İnsan bir bakmaz mı ağrıyan yerine..Baksana şu apandiste elime geliyor...İki dakika daha geç kalsaydınız ölürdü bu çocuk’’ Adam cevap veriyor : ’’ Doktor Bey taaa Muştan buraya gelmek kolay mı sanıyorsun sen? Orada anlamadılar. Al bunu Diyarbakır’a götür dediler. Ben de aldım geldim ’’ Doktor küfür ediyor Muş’taki doktorlara...’’ Onlara doktor diye diploma verenin anasını avradını ’’ diye...
Bir başka sedye giriyor içeri. Yaşlı bir kadın düşmüş. Bitliste ’’ Beyin Kanaması ’’ demişler ve ambulansla Diyarbakır’a göndermişler. Gelenler aşiret belli..Yoksa ne gezer öyle ambulansla taa Bitlis’ten Diyarbakır’a gelmek...Kadıncağız hastaneye gözleri açık olarak girdi, içeri girer girmez gözlerini yumdu. Yuımuş o yumuş. Bir daha da açamadı. Kadının oğlu öfkeyle kadına bağlanan ve sedyesine de konan hiç kullanılmamış serumları kaldırdı fırlattı. Serum şişeleri kırılmadı. Oralarda yatıp kalkan bir sokak çocuğu kaptı hemen ’’ Ulan atılır mı bunlar...Babamın oğluna otuz kağıda satarım bunları ’’ Diyerek.
Bir buçuk saat sonra sıra bize geldi. Doktor sana bakar bakmaz. ’’ Kardeşim bu çocuğa burada yapacak hiç bir şey yok. Bunu alın doğruca Tıp Fakültesine götürün ’’ Dedi. İşte o anda ’’ Eyvah...Eyvahlar olsun ki vaziyet çok kötü...Taa Bitlis’ten, Muş’tan gelen hastalara bakılan bu hastane benim çocuğumu Tıp Fakültesine gönderiyorsa vaziyet çok çok kötü olmalı ’’ Dedim.
Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Diyarbakır merkezden yanlış hatırlamıyorsam on kilometre uzaktaydı ama Batman Diyarbakır yolu üzerinde olmasına rağmen ana yoldan çok çok içerideydi ve oraya hem de gecenin o saatinde özel taksi dışında hiç bir vasıtayla gitmenin imkanı yoktu. Biz de özel taksi tutarak gittik o hasteneye. Yani yine Muharrem’in babasının yaşadığı o çileyi yaşamadık. Seni sırtımızda bir çuval içinde taşımadık.
Diyarbakır Tıp Fakültesinde Doçent Dr. Gazi Bey baktı sana ( Sanırım şu çok ünlü Gazi Yaşargil idi o doktor. Soyadını hiç sormamıştım. ) ve acı haberi verdi ’’ Öğretmenim çocuğun tüm vücudu gazlı kangren olmuş ’’ Bir umut sordum ’’ Doktor bey..Kangren olan kısımları kesip almanız mümkün değil mi?’’ Cevap verdi: ’’ Hangi organını keseyim öğretmenim. Karaciğerini mi ak ciğerini mi, kollarını, bacaklarını mı? ’’ Tekrar sordum ’’ Hiç bir umut yok mu?’’ Cevabı ’’ Allahtan umut kesilmez ama tıbbın yapabileceği hiç bir şey yok ’’ oldu.
O geceyi serumla ve burnuna konan solunum cihazıyla geçirdin bir odada...Ben de dışarıdaki kanepeler üzerinde tünedim sabaha kadar. Ertesi gün o kara gözlerinden öperek ve seni önce Allah’a sonra annene ve doktorlara emanet ederek hastaneden ayrılıp görevimin başına döndüm.
Tam bir hafta inledin Sinan’ım...Bir haftanın sonunda bir gün hastaneye gittiğimde baktım yatağın boş ve annen sessiz sessiz ağlıyor. Zaten o zavallının da evli kaldığımız yirmi beş sene zarfında bir kez olsun sesli bir şekilde ağladığına tanık olmadım ki. Hep sessiz ağlardı. Şimdi de sessiz sessiz içini çeke çeke ağlıyordu. Anlamıştım senin öldüğünü. ’’ Sinan nerede ’’ Diye sordum ’’ Morgda ’’ Diye cevap verdi ve gidip Morgdan almamı söyledi.
Ben o gün sanki senin öleceğini bilmişim gibi o bahsettiğim Akşam Lisesinin Müdürü olan arkadaşımla gelmiştim oraya...Ona ’’ Sen bir taksi ayarla, ben morgdan Sinan’ımı alayım ’’ Dedim ve morga indim.
Morgda elime battaniyeye sarılmış kaskatı bir kütle verdiler. Aldım ve dışarı çıktım. Annen de dışarı çıkmıştı. Ölüm raporunu ve defin kağıdını da aldıktan sonra ben ve annen arabanın arka koltuğunda, sen kaskatı, donmuş bir halde kucağımızda tekrar Batman’a döndük. Yani cenazenin taşınması da Muharrem bebek gibi olmadı. Sırtta taşımadık seni.
Konu-komşu, arkadaşlar, öğrenciler, bir anda ev doldu taştı. Lojman komşularım olan okulun hizmetlileri gelerek senin sarılı olduğun battaniyeyi aldılar ve banyoya götürdüler seni. Oraya koyduğumuz bir açılır kapanır masanın üzerine yatırarak yıkadılar, kefenlediler. Ben bakamadım bu işleme. Annen de bakamadı. Korkudan mı yoksa utançtan mı veyahut şaşkınlıktan mı bilmiyorum. Belki de seni tüm vücudu morarmış Sinan olarak değil de hep o öpüp kokladığımız,poposunu ısırdığımız Sinan olarak hatırlamak istediğimizdendir.
Akşam ezanı çoktan okunmuş olmasına rağmen seni yıkayanlar ’’ Bunu bekletmeyelim. Defnedelim ’’ Dediler...Hani ben de seni sabaha kadar öylece bir kanepenin üzerinde bekletmek istemiyordum ama bildiğim dini bilgilere göre hava karardıktan sonra cenaze gömülmezdi. Bunu söyleyince ’’ Biz şafi mezhebindeniz. Bizim mezhebimize göre gömülür...Sen istersen gelme defin esnasında. Biz defnedelim. Sen sonra mezarına gidersin ’’ Dediler...’’ Tamam olur. ’’ Diyerek seni komşulara emanet ettim.
Cenaze törenin Muharreminkine benzedi mi bilmiyorum. Seni o zamanki Batman Mezarlığında bir badem fidanın hemen dibinde toprağa vermişler. Sordum . Cenaze namazını kıldıklarını söylediler ki kıldıklarından eminim. ( Biz annenle ertesi gün gittik senin mezarına )
İşte Böyle Sinan’ım....Geçen gün Van’da Muharrem bebeğin babasının sırtında o şekilde taşındığını görünce tekrar sen geldin aklıma. Biliyorum çok da benzer değil olaylar ama yinede Muharrem’in babasını en iyi ben anlarım sanırım. Çok az da olsa benzer bir kader paylaşmışız.
Ben hiç kimseyi suçlamadım Sinan’ım...Ne Hacı Amcayı suçladım yaptığı o iğne yüzünden, ne onun, yanında çalıştığı doktoru suçladım beni yanlış yönlendirip kangrenin senin tüm vücudunu sarmasına sebep olduğu için. ’’ Çocuğumu katlettiler ’’ Cümlesi aklımın ucundan dahi geçmedi. Ne annene tek kelime ettim ’’ neden o iğneyi yaptırdın ?’’ Diye, ne annen beni suçladı ’’ Akşam vakti senin ne işin vardı arkadaşının yanında ’’ Diye...Devleti de suçlamadım senin cenazeni bana bir takside taşıttığı için. Bilmiyorum...Çok kaderciyim galiba. Ya da.... Neyse bundan sonrasına yorum yazmayayım zira anlatmak zor. Anlatmak zor olduğu gibi anlamak da zor.
Allah hiç bir babaya, hiç bir anneye Muharrem’in babasının yaşadıklarını yaşatmasın..O acıyı ancak -aynısı olmasa da- çeken bilir.
Yarın bir gün mahşerde toplanınca beni mutlaka bul olur mu? O kadar çok günahla geliyorum ki...Şefaatine çok itiyacım olacak.
Tam otuz bir sene oldu be oğlum...Tam otuz bir sene....
Allah’ın selamı üzerine olsun canım oğlum.