8
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
1726
Okunma


Zekeriya!
Bu bir rüya.
Bir ağacın altında. Cebrail’e inanmadığı günlerde. Elisa’ya bakıp belini sıvazlıyor ve ağlıyor. Birtecik tohum için. Bir de lal olmuş iyi mi? Sessizce beklemek o günden yadigar işte.
Beri tarafta İbrahim. Ah güzel adamcık. Bebek cennetinin babası. Hanımcığına dedi ki, şunla şu birer ana murat etmiş. Hacer Ana baktı bize. Ayşe çınar gibi geniş gövdeli bir ana istedi. Köyün birinde olsun, ekmek koksun. Beşiğe sarsın da tarlaya götürsün onu. Kuşlar geçerken yukarıdan karnı acıksın. Kar yağsın, babası karlı çizmeleriyle okula götürsün onu. Biz küçüğüz tabi o zaman. Kar soğuktur bilmiyoruz. Soğuğu bilmiyoruz.
Hacer yalvardı Rabbisine.
"Rabciğim, en güzelim! Şu sabiye mısır ekmeği kokulu bir ana ver."
Sonra bana baktı. Ben Ayşe gibi değilim. Adım Barış. Sarı saçlı anne istiyorum. Bir sürü yollardan yürüyüp eve gelsin. Dili çok konuşmaktan yorgun olsun. Bir bana kalsın dinginliği. Susalım oturalım öyle. Babamız da olmasın. Bir şişe süt, bir lamba tavanda. Hep açık. Hep dolu. Daha küçüğüz tabi o zaman. Açlığı da bilmiyoruz.
"Rabciğim, pek cömertim! Şu sabiye sarı saçlı bir ana ver."
Büyürken bir çıtırtı çıkar bedenden. Kemikten mi desem, etten mi? Yoksa ikisinden de mi? Büyümek çok acıtır. Lime lime. Herkesler uyurken siz çıtır çıtır artarsınız. Kolay değil vallahi. Sonra alır birisi kucağına. Hoppala da hoppala. Acıyor atmayın öyle. Daha yapışmadı dün gece eklenen etler.
Karıncalı görüntüler. Koşanlar, duranlar. Çizgiler ve tuhaf hışırtılar. Az önce karanlıktı. Karnımda keskin bir acı vardı. Şimdi yoklar. Düz bir çizgi çiziyorduk da çelmesine takıldık birinin, oynattık doğruyu. Yanlış böyle doğdu.
İşte yine buradayız.
Ben İbrahim’in, Ayşe Hacer’in kucağında. Çok uykumuz gelmiş. Gökyüzü saten bir çarşaf gibi dökülmüş üstümüze. Benim sarı annem yok. Mısır kokulusu da yok Ayşe’nin. Artık acımıyoruz da. Çıtırtı susmuş. Çok büyüdük. Açlığı da biliyoruz, soğuğu da. Sanki hepimiz işlenmemiş koca bir pamuk yumuğunda şeffaf tellere dolanmışız. Rahatız, mutluyuz. Fakat bir şey olmuş belli. Tuhaf bir sıkıntı içimizde. Hani tırnak etiniz aralanır da, aklınıza geldikçe acır ya orası.
Zekeriya konuşuyor artık. Elisa’nın yamacında Yahya. Ta uzaklardan sedef renkli bir katman geliyor üstümüze doğru. Hacer gülümsüyor. Çocukları geliyor dünya denen yerden. Toplayıp önüne katmış onları mavi entarili bir adam.
Çıtırtısı kesilmiş çocuklar bunlar. Ağızlarında yarım kalan süt tadı. Onlar da yerleşiyorlar Hacer’in kucağına. Bilseniz ne geniş yerdir bu kucak.
Çocuklardan birisi azcık daha büyük bizden. Konuşmayı biliyor. Biraz sevmeyeceğim tutacak, fakat olmuyor. Burada sevmemek haram. İçimde hala o tuhaf sıkıntı.
"Bilseniz siz ne şanslısınız" diyor İbrahim gülümseyerek. Sonra hepimize birer tas dağıtıyor. "Haydin, şu kapıda bekleyin analarınızı" diyor. Büyük çocuk gözlerini kocaman açmış. "Gülmeyin, sevinmeyin" diye fısıldıyor. "Öldük lan biz!"
Hayır, inanmıyoruz. Ama herşey aynı. Evler var. İnsanlar, bakkal amcalar, dedeler falan.
"İbrahim Baba, benim tasım neden boş. Aha bak, Ayşeninki de boş."
Kapıya bakıyor İbrahim. Pek güzel kuşlar geçiyor üstümüzden. Gölgeleri bıyıklarına düşüyor İbrahim’in. Konuşası da var susası da. Ama ne güzel adamcık, ne güzel!
"Yavrucuğum. Şüphesiz Allah acımayana acımayacak! Sizin su sunacağınız kimseleriniz yok! "
....
Açlıktan ölen Barış bebeğe, soğuğa terk edilen Ayşe bebeğe ithafen.
AYNUR ENGİNDENİZ