5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
921
Okunma
Gün tülünü sermiş, sis çökmüş, darmadağın etsin diye rüzgârın gelmesini bekliyordu şehir,. Bir de Güntülü’nü… Güntülü 6 yaşında bir kız çocuğuydu, zayıflıktan kemikleri çıkmıştı. Cılız dağınık sarı saçları ve kirli yüzüyle çıkardı sokağa her zaman. Evin küçük çocuklarından birisiydi. Yine böyle sisli bir günde doğmuştu. Annesi pencereden bakmış ve “güneş ışıkları girmesin diye tül çekmişler” demişti. Adını bu yüzden Güntülü takmışlardı.
Sisli havaları hiç sevmezdi Güntülü, ne karşıdan gelen müşteriyi görebilirdi ne de kötü niyetli insanların bakışlarını. Okula gitmemişti ama sokakların kurdu olmuştu adeta. Fazla konuşmazdı, sadece ezberletilenleri söyler, sorulara cevap bile vermeden uzaklaşırdı. Genelde kâğıt mendil satardı, boynunu büküp;
- Okul harçlığım için abla bir tane alır mısın? Şayet müşteri itiraz etmeden alırsa ikincisi için zorlardı.
Bu gün dışarıya çıkarken babası eline bir tomar resim vermişti ve;
- Yarın cumhuriyet bayramı, bu resmi alan çok olur, tanesini 1 liradan aşağıya sakın verme.
Güntülü baktı kâğıtlara, zaman zaman gördüğü bir adamın resmiydi ama kim olduğunu bile bilmiyordu pek fazla. Sadece duyduğu yerlerden birkaç küçük bilgi vardı onun hakkında.
Kalabalıktı cadde, gelen giden oluyordu ama sisten yaklaşana kadar seçemiyordu yüzleri, onun için de yanlarına yaklaşamıyordu pek fazla.
İki kadının kendisine bakarak konuştuklarını fark etti birden. Mutlaka satarım resimlerden diye düşünerek yanlarına yaklaştı.
- Teyze, resim alır mısınız, tanesi bir lira, çok değil.
- Alırız tabi ki kızım, ama önce söyle bakalım o resmin kim olduğunu biliyor musun?
Cevap vermek istemedi önce, Atatürk olabilir diye düşündü ama emin de değildi, çünkü altındaki yazıyı okuyamıyordu.
- Biliyorum tabi ki, Atatürk.
- Peki, kimdir Atatürk?
Susmuştu Güntülü, cevap verebilecek kadar bilgisi yoktu zaten. Daha sonra kadınlar okula gidip gitmediğini, adını da sormuşlardı konuşmuyordu çocuk. Yanlarından uzaklaşmak istedi, kadınlardan birisi kolundan yakalamış bırakmıyordu. Küçücük kalbi çarpıyordu kızın, korkmuştu. Zira babası her seferinde zabıta ve polis gördüğü zaman elindekileri bir yere bırakıp kaçmasını söylemişti. Kadınların kıyafetleri polise benzemiyordu ama soru sormaları huylandırmıştı iyice.
- Bırakın abla gideyim dedi ürkek bir sesle.
- Bu saatte yalnız başına dolaşman hiç doğru değil, tarif et evine biz götürelim.
Eve gidemezdi, hiç satış yapamamıştı elleri boş gitse dayak yerdi babasından yine. Üstelik sıkı sıkı da tembih ederdi babası, yakalandığınızda evi ve bizi unutun diye.
Ağlamaya başladı kız, korkudan soluk benzi daha da solmuştu. Yuvasından düşen yavru serçe gibiydi. İleride onları izleyen abisini gördü, müdahale etmemişi. Demek ki konuşmaması gerekiyordu.
Kadınlar Güntülü’nü bir arabaya bindirdiler. Önce çocuk şubeye sonra hastaneye götürüp gerekli işlemleri yaptırdıktan sonra büyük bir binanın önünde durdular. Büyük demir kapı açılırken kız hala titriyor ve susuyordu.
Gün tülünü indirdiği bir günde doğmuştu, yine günün tülünü indirdiği bir günde yeniden doğmuştu kendisi şimdi bunun farkında olmasa bile.