11
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1223
Okunma
Yıl bin dokuz yüz yirmi üç, Anadolu’da on üç milyonluk, savaşlarda yıpranmış, yorgun bir topluluk vardı ve bu topluluk yeni bir devlet kuruyordu, adı Türkiye Cumhuriyeti Devletiydi.
Mustafa Kemal Atatürk, kurulan yeni devletin temel harcı olarak; Balkanlardan, Kafkaslardan, Arap yarımadasından gelen göçlerin ve ayrıca Anadolu’da yaşayan halkın birbiriyle kaynaşmasını sağlamak üzere, Türk kavramını birleştirici baz olarak kullanmış, İslam dinini çağdaş normlarda anlaşılır ve yaşanır din olarak yaşatmak için Diyanet işleri başkanlığını kurmuştu. Bu on üç milyonluk yoksul Devlet, pek çok badireler atlatarak iki binli yıllara yetmiş milyonluk bir büyük Devlet olarak gelmişti. Hatta bu yıllarda NATO dediğimiz yapı sorgulanmaya başlamıştı bile.
Batı dünyası bu devletten her bakımdan rahatsızdı. Üye olmak istediğimiz Avrupa birliği böylesi büyük devleti hazmedemeyeceklerini açıkça vurguluyordu. Yani, Türkiye Cumhuriyeti güçlenmiş ve büyümüştü.
Bu Devlet küçültülmeliydi ama nasıl? Toplum mühendisliğinde başarılı olan batı ve ABD işe el attı. Bu Devletteki bireyleri birbirlerine bağlayan güçlü bağ zayıflatılmalıydı. Öncelikle Türk kavramı yerine Din kavramı esas alınarak Devlet yeniden şekillenmeliydi ve zamanın derinliğinde bu plan uygulamaya geçildi. Sünni bir din anlayışının hâkim kılınmak istenmesi, Ülkede Alevi din anlayışını dışlarken, bu kesimle aralarına derin uçurumlar kuruyordu. Diğer yandan Sünni İslam anlayışı ve Türk kimliğine sıkı sıkı sarılan Milliyetçi kesimlerle de ipler kopmak üzereydi. Güney doğuda ise, uzun yıllardır planlanan büyük Kürt devletinin kuzey halkası yıllar süren direnmelerin (şehitlerin, gazilerin çabaları yetmemişti) ardından, kısmen özerk bir yapılanmaya kavuştu kavuşmak üzere. Son günlerde Güney doğuda yaşananlar, suskun ve seyirci kalan yöneticilerin durumu, işin vahametini oldukça artırmakta.
Halk arasında derin husumetler artarken, toplum oldukça gerilmiş bir durumda. Bu arada Din kavramına sıkı sıkı sarılan zihniyette bir Osmanlıcılık hayali baş gösterdi. Uçuk bir ham hayal peşinde koşmaya başlayanlar, kısa süre sonra büyük hayal kırıklığı yaşayacaklardı. İslam dünyasına Lider olmaya kalkanlar kendi ülkelerinde, insanları ötekileştirerek, ülkenin birlik ve dirliğine dinamit koyduklarını geçte olsa fark ettiklerini anlamışlardır sanırım. Ülkede farklı etnik kökenden gelenler, farklı inançlara sahip kesimler maalesef birbirlerine karşı oldukça mesafeli olmaya başladıkları günlerdeyiz. Batı uyguladığı planlarında başarının sevincini yaşamaktadır. Ki bu gün İslam âlemine batlığımızda, kanı akmayan bir İslam devleti yoktur. Oyunlar kısmen birbirine benzemektedir. Bu durumdan kimler ne fayda sağlamakta? Bu soru mutlaka irdelenmelidir. Hal böyle iken Osmanlıcılık hayali peşinde koşanlara şunu demek gerekir
‘’Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan olmayalım’’
Bu yazıyı yazarken Ülkemin içinde bulunduğu son durumu göz önüne aldım. Katılıp katılmamak elbette ki düşünen her insanın kendi görüşüne kalmıştır. Kimseyi aşağılamak, kırmak niyetim yoktur. Objektif olmaya gayret ettim.
Lakin Ülkemin son günlerdeki durumuna iyice bir göz atmanızı isterim. Neler olmakta?
Şahsen gelişen olaylara baktığımda, her an bir Pakistan, bir Irak, bir Mısır olmak üzere olduğumuzu görmekteyim. Sonuçta, Batı istediğini almak üzere. İçten içe kendisi ile boğuşan bir Türk Devletini daha uzun yıllar sömürmek, sanırım onlar için çok daha elverişli ve kolay olacaktır.
Siyonizm’le, masonlarla mücadele edeceğiz derken, galiba onların kucaklarında kalmaya daha uzun yıllar devam edeceğiz.
Mehmet Macit
16.07.2013