5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
673
Okunma
’Oruç tutmak istemiyorum!’
Zorla değil ya, tutmak istemiyorum. Şimdi zifiri karanlıkta kalkacaksın, televizyonun tüm uyarılarına karşı yağlı mayalıları yiyeceksin, sonra uyuyamadığından sabah ruh gibi kalkacaksın, gün boyu nefesin kokacak, aşırı sinirli olup, önüne gelene çatacaksın, yemek yiyenlere ’Biraz saygı!’ diye böğüreceksin, vesaire. Bana göre değil bunlar. Tutmak istemiyorum işte.
İşin garibi o cümleyi söylediğimde bunların hiç birinin farkında değildim. Gün boyu niyetliyken neler olacağını umursamıyordum. Tek isteğim uyumak, gece yarısı ayağa dikilmemekti. Ama beni dinlemediler. Zorla yataktan kaldırıp mutfaktaki masaya oturttular. Ne yediğimi hatırlamıyorum ama mayalı olmadığına eminim. Bir şeyler söylüyorlardı; rüyamın bir parçası gibi kabul ettim. Yemek bitince yatağıma dönerim sanmıştım; yanılmışım.
Annem beni banyoya götürdü. Önce yüzümü yıkattı. Sonra dişlerimi fırçalamamı söyledi. Bunlar bitince saçımı taradı ve odama götürdü. Yatağımın üzerinde beyaz, uzun kollu bir gömlek duruyordu. Giymemi söyledi. Ben ise hala ayakta sallanıp, uykuya tekrar yatacağım anı beklediğimden giyinme komutuna bir anlam veremedim. Bunun üzerine uzanıp gömleği aldı ve söylenerek kendisi bana giydirdi. Sırada gri, ütülenmiş bir pantolon vardı. Onu da giydim. Kapının arkasında ise lacivert bir ceket asılıydı. Ama sıra ona gelmeden annem o güne kadar ilk defa gördüğüm bir cismi bana uzattı: Kırmızı bir papyon. Dilim dönmediği için bir süre ’pavyon’ diyeceğim bu cismi yakama iliştirdiler. Elime yine kırmızı renkte, içi boş duran bir çanta verdiler. Artık okuldaki ilk günüme hazırdım.