45
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1368
Okunma
Dünya medenîleştikçe kadının konumu can sıkıcı bir şekilde, medenileşmeyle ters orantılı olarak değişmektedir. Kadın aslında bu deşiğimle marjinal olarak aşağılanmakla, ezilmekle birlikte; yurdumuzda bir de töre cinayetlerine kurban edilmektedir. Maalesef sadece bizde değil, hâlâ hiç bir medeniyette kadına gerçek değeri verilmemektedir.
Eski toplumlarda da kadının yeri pek iç açıcı değildir. Özellikle bugünkü batı medeniyetinin atası kabul edilen Roma’da, erkek putlaştırılmış, kadın ise bir meta olmaktan öteye gidememiştir. Ataerkil aile modelinin kabul gördüğü o toplumlarda kadın, aşağılanan bir varlıktır… Hiçbir sosyal güvencesi yoktur… Bu durum o dönemlerde dinde de aynıdır. Tanrı (!) ile kul arasındaki ilişkilerde cinsiyet ayrımcılığı çok belirgindir! Bırakınız dünyayı, âhirette dahi sırf erkek olduğuna inanıldığı için, erkeğe kadından daha üstün gözüyle bakılmaktadır. Bu toplumlarda kadının insan olup olmadığı, bir ruhunun olup olmadığının belirsizliği bir yana, kadın, bizzat miras malı olarak devredilir, alınıp satılır. Kadın olmak utanç sayılıp; doğan kız çocukları insanlık dışı muamelelerle, vahşice diri diri toprağa gömülmektedir.
Hıristiyanların, “Kadın İncil’e dokunabilir mi, dokunamaz mı? ” diye tartıştıkları böyle bir devirde, İslamiyet’in gelişiyle bütün bu çarpık değer yargılarına ilahi bir reddiye çıkarılmıştır. İslâm’da kadın ve erkek için; "ikisi de önce insandır ve Allah’ın emir ve yasaklarına tabidir" denilmiş, temel hak ve sorumluluklarda eşit oldukları vurgulanmış; hiçbir nizam ve sistemin bahşedemediği değerlerle taçlandırılmışlardır. Yüce kitabımızda; “Erkeklerin kadınlar üzerinde haklarının olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde haklarının olduğu” dile getirilmiştir… Hatta Nisa (Kadınlar) , Mümtehine (imtihan edilen kadın) , Mücadele (mücadele eden kadın) , Meryem (Hz. İsa’nın annesi olma özelliğiyle sâliha bir kadın) gibi surelerle kadınların önemini öne çıkaran Kur’an ı Kerim’de, rical (erkekler) süresi yoktur!
Peygamber Efendimiz (Sallallahû Aleyhi Vesellem) : “Kadınların haklarını yerine getirmede Allah’tan korkunuz, zira onlar size Allah’ın emanetidir.” diyerek erkekleri, kadınların haklarının korunması yönünde teşvik etmiştir. O (Sallallahû Aleyhi Vesellem) : ’Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır. Ve ben de ehline karşı en hayırlı olanınızım.’ diyerek, kendi yaşantısı ile de insanlara güzel örnek olmuştur. Hatta; “Cennet anaların ayağı altındadır.” Hadis-i Şerif’i ile kadının İslam dinindeki, diğer hiçbir nizamda olmayan değerini gözler önüne sermiştir. Bu istikamet doğrultusunda, İslâmi toplumların oluşmasında Müslüman kadının önemi çok büyüktür. Peygamberimiz (Sallallahû Aleyhi Vesellem), kız çocuklarının da eğitimine çok önem vermiş; kadınların günlük hayatın içine dâhil olmasını teşvik etmiştir. Bu sebeple asr-ı saadet döneminde kadınlar, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Peygamberimiz (Sallallahû Aleyhi Vesellem) ’in huzuruna rahatlıkla çıkabilir; dertlerini, sorunlarını anlatabilir, çare ve cevaplarını çok rahatlıkla alabilirlerdi!
İslam’ı ilk kabul eden kişinin bir kadın olması (Hz. Hatice (r.a.)) ve İslam’ın ilk şehidinin de yine bir kadın olması (Hz. Sümeyye (r.a.)) çok manidardır! Bu örneklerde, İslam dininde kadının yeri konusunda bizler için muhakkak bir ibret vardır… Kadın hem toplum için, hem de çekirdek aile yapısı için çok önemli bir varlıktır İslam’a göre. Zamanımızda, ’çağdaşlaşma’ adı altında sergilenen sapkınlıklar içerisinde bu önem daha da belirginleşmektedir. Anlıyoruz ki İslâm’da anneliğin yeri, değeri ve şerefi çok yüksektir. “Ebeveyne itaatsizlik şirkten sonra en büyük günah sayılmış, bunun kapsamı sadece, ’Allah’a isyanda kula itaat yoktur’ prensibi ile sınırlandırılmıştır. (Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, İmâre, 39) .” Bu görev dâhilinde kadın, kendisinden ve terbiyesinden birinci derece sorumlu olduğu çocuklarını modern dünyanın tehlikelerinden korumak zorundadır. Cemiyeti bağrında büyütmesi ciheti ile kadının gerek ailede, gerek toplumda üzerine düşen vazifesi bu şekilde belirginleştirilmiştir. Bu görev ve sorumlulukları doğrultusunda, yine, inançlarından taviz vermemekle mesuldür.
Hal böyle iken, Müslüman toplumlarda da en çok ihmal edilen varlıklardan biri yine kadındır! Kadına, toplumda özel bir yer seçen; ’sevgili’, ’ana’ gibi en ulvi değerleriyle başına taç eden İslam’a rağmen, maalesef bu böyledir… Müslüman kadının hakları, geleneklerimizdeki (!) erkek egemenliğinden dolayı kısıtlanmakta, kadın kendini yeterince ifade edememektedir. Ve ne acıdır ki bu durum maalesef yine İslam’a mal’edilmektedir! Fakat gerçek şu ki; kadını ezen, mağdur eden baskı unsurları din’den değil geleneklerden kaynaklanmaktadır! İslam’ın, kadınlarımızı geleneksel yıkımlara karşı koruma fonksiyonuna rağmen, bu kısıtlılıklar din adı altında hem kadınımıza, hem de toplumumuza empoze edilmektedir. Geleneklerden kaynaklanan haksız uygulamaların ve çirkin görüntülerin İslâm’a mal’edilmesi en büyük gaflettir. Zira Peygamberimiz (Sallallahû Aleyhi Vesellem) zamanında kadınlara tanınan haklar, bu gün geleneklerin din gibi algılanması sonucu asgariye indirilmiştir.
Sırf örtüsü nedeniyle kadını “ıstırap içinde olan kısıtlanmış varlık” olarak görenler, aslında, sahih olmayan hadislerle ahkâm kesenler ve Kur’an âyetlerine yanlış manalar yükleyenlerdir. Bu cahillerin, aynı zamanda batı kaynaklı özgürlük dayatmaları, gerçek manada özgürlükten çok uzak olduğu gibi milli kültürümüzle de çatışmaktadır. Ve kişilerden kendilerini de “Müslüman” olarak niteleyenler, ‘şeklen’ Müslüman olup, yaşadıkları ‘Hakikat-ı İslam’ değil, yüzeysel bir tapınma biçimidir. Bu kişiler gerçekte de zaten Allah’ın emirlerinden çok uzakta olduklarını bu dünyalık tasarrufları ile teyit etmektedirler.
Bugün karşı karşıya kaldığımız bu durum, sadece daha çok mağduriyet meydana getirmekle kalmayıp, çocuklarımızın geleceğini de tehdit etmektedir. Batıda ezilen kadınlar için Feminizm akımı doğarken, gerçek İslam kaideleriyle hitap edilen kadınımız için böyle bir akıma zaten ihtiyaç yoktur. Bu durumda bize düşen en asli görev, İslam’a mal edilen bu yanlışlıkların, çok iyi öğrenilerek bertaraf edilmesidir. her şeyde olduğu gibi Din’de de eksik ve yanlış bilgi, insanın/insanlığın felaketidir…
Sevim Yakıcı