27
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1959
Okunma

"Ne şairler, ne yazarlar... En güzel ironiyi hayat yapar."
Lisedeyim. Öğretmenimizin bir yakını vefat ettiği için derse gelemeyeceğini öğrenmenin coşkusuyla lak lak ediyoruz. Kahkahalar, espriler havada uçuşuyor. Halimizden memnun, ‘’bugünü seçtiği iyi olmuş ölmek için’’ tarzında acımasız yorumlarla tadını çıkarıyoruz boş dersin. Yanıma üst sınıflardan biri yaklaşıp adımı soruyor. Sonra pat diye ‘’amcan ölmüş, eve gidecekmişsin’’ diyor.
Ben hangi amcam falan diye kekeleyerek kalkıyorum sıramdan. Az önceki yorumlarımız suratıma tokat gibi çarparken, utançla evin yolunu tutuyorum. Yol boyu, tek düşüncem babam. Ne haldedir kim bilir! Evin merdivenlerini ikişer atlayıp çıkıyorum. Babam kanepede düşünceli, çökmüş, yorgun…
Acının verdiği yakınlıkla belki de hayatımda ilk kez ‘’babacığım’’ diyerek boynuna atılıp ağlamaya başlıyorum.’’Nasıl olur? Nasıl olmuş?
Babam ‘’Allah’ın takdiri’’ tarzında bir şeyler söylüyor ve sarılmayı bırakıp yüzüne baktığımda yanaklarının ıslandığını görüyorum. İlklerin günü!
Yine hayatımda ilk kez babamın ağladığını görüyorum.
Aceleyle cenaze evine gitmek için hazırlanıp köyün yolunu tutuyoruz. Amcam büyük bir özenle yaptırdığı güzelim evinde, balkonda çay keyfi yapmaya doyamadan tabutun içinde alt kata indirilmiş.
Kahvaltıda öldüğünü öğreniyorum. Rahmetlinin boğazına düşkünlüğünü inkar etmeyen dağ gibi cüssesine yakışır bir ölüm. En azından aç gitmemiş.
Amcamın çocukları babamı görünce koşarak yanına gelip sarılıp, ağlamaya başlıyorlar. Hepsi benden büyük. Küçük oğlu askerde alıyor ölüm haberini. Diğerleri sofrada şahit oluyorlar ölümüne.
Amcam, babamın aksine çocuklarıyla çok yakındı. Hele kızlarına olan düşkünlüğü gözle görülür, imrendirir biçimdeydi. İnanamazdık bu açıdan baktığımızda babamla kardeş olduklarına.
Kızların yani ablalarımın durumu içler acısıydı. Biri bayılmış, diğerine sakinleştirici iğne vurulmuş, bir diğeri çığlık çığlığa ağıtlar yakıyor. Bu manzarayı görüp de sakin kalmak ne mümkün!
Saatlerce ağlayıp burnumuzu çektik . Başsağlığı dilerken tanımayan gözlerle yüzümüze baktılar.Erkekler dışarıda dikiliyorlardı, kadınlar içerideydiler. Koca evin bütün odaları dolmuş, adım atmaya yer kalmamıştı. İlk kez –evet yine- bir cenazeye katılıyordum.
Annem yıllarca bizi bu ortamlara sokmak istememiş, biz de dünden gönüllü gidelim dememiştik hiç.
Sürekli başımdan düşen tülbentle kavga ede ede dolanıyordum evde amaçsızca. Ne yapıyordu ki bunca kalabalık bu kadar saat evin içinde?
Sonra sofralar kurulmaya başlandı. Böyle bir günde kim oturur yemek yer ki diye düşünürken sayısı arttı sofraların. Gelinler mutfakta hazırlayıp odalara taşıyorlardı komşuların getirdiği yemekleri.
Çoluk çocuk sıkış tıkış oturuluyor, yenilip içiliyordu. Demek ki böyle zamanlarda da açlığını hissedebiliyordu insanlar! Annem, hadi siz de oturun der gibi işaret etti. Kırgınlıkla baktım yüzüne. Böyle acı bir günde yemek yemeyi mi düşünecektim!
Derken hava karardı, akşam oldu. Kimsenin bir yere kıpırdadığı yok. Karnım acıktım sinyali veriyor, beynim azarlıyordu. Sırası mı!
Annemin lafını dinlemediğime pişman olmuştum. Yemek yiyorlar diye horladığım insanlara karşı mahçup... Gerçi sadece içimden geçirmiştim ama olsundu. Demek ki önyargı denen şey buydu. Başına gelmeden kimseyi yargılama! Hayat bunu öğretti zamanla öğretmesine de, ilk orda atıldı tohum.
İlerleyen saatlerde mutfakta tekrar hazırlıklar başladı. Bu kez kaçırmamalıydım fırsatı. Öyle görünüyordu ki bu gece oralıydık. Baktım ekmek arasına tahin helvası koyup dağıtıyorlar. Görünmek için mutfakta dolanmaya başladım. (ah ne utanç verici!)
Neyse ki fark edilmiştim. Elime uzatılan ekmek arası helvayı iştahsız görünme çabasıyla yavaş yavaş yedim. Karnım doyunca aklıma babam geldi.
Balkona çıkıp baktım. Sakinleşmiş olan yeğenleriyle oturmuş sohbet ediyorlardı.
Rahmetli sert adamdı. Hepimiz çekinirdik kendisinden. Eşi yani yengem de şefkatli bir tip değildi.
O yüzden pek gitmezdik evlerine. Ama kızları dünya tatlısıydı. Bize geldiklerinde babama öyle yaklaşır, iltifatlarıyla öyle yumuşatırlardı ki babamın kağıt helva halleri hepimizi şaşkına çevirirdi. Hala da öyledir. Sarılır, öper; tatlı dilleriyle yüzünde güller açtırırlar.
Sonraki yıllarda birçok kardeşini kaybetti babam. Birçok kez daha boynuna sarılıp ağladım. Yine ‘’nasıl olmuş?’’ soruları ve alınan cevap aynı ‘’vakti, saati gelmiş demek kızım’’.
Gördüğüm onca cenaze evine rağmen ölüm denince aklıma ilk gelen ekmek arası helvadır ama.
Ölümün, yaşamı durduramadığıdır.
ALLAH rahmet eylesin tüm kayıplarımıza (amin)!