9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1215
Okunma

Doğduğum yere değil, ana rahmine dönüşeceğim yere gidiyorum. Peşimdeki onca yüzün, anının, kelimelerin neye dönüşeceğinden haberdar değilim, olmak da istemiyorum; çünkü bu bilişin olduğum her şeyi - ama her şeyi- inkâr edeceğinden adım gibi eminim; çocukluğum geçtiği tüm o evler birer biçim altında tek bir âna hizmet ediyor gibi geliyor bana, kendine benzememeye! Evet, kendime benzemediğime inanıyorum, bunun için de pek çok kanıtım var; kendimin benden çok farklı olduğuna inanıyorum, olduğum her şey - mesela sekreterlik- benim pek de harcım olmayan bir meslek; düzenli biri değilimdir ki, telefonda konuşmaktan nefret ederim, dahası giydiğim tüm kıyafetlerin bana değil de işe hizmet etmesi beni günden güne bir başka benin kölesi durumuna indirgiyor.
Sonra tüm o günler cennetten kovuluşun temsili haline geliyor; bunu ben demiyorum yaşamın kendisi anlatıyor; sürekli bir yaştan kovuluş, sürekli eksiliş ve sürekli bir andan siliniş, bunların hepsi teker teker ve ayrı ayrı bir sürgün değil de nedir? Daha çocukken içimde beliren fikrin büyüme isteği olduğunu zannederdim oysa bu bir kaderden öte bir şey değilmiş. İnsanın kendi hayatının seyircisi olması yaşam denilen uğraşın tam olarak neresine tekabül ediyor? İşte bu yüzden ana rahmine dönüşmeyi istedim. Elimdeki tüm birikimimi bu dönüşüme adayışım fedakârlıktan öte bir şey bence. Bu kendimi anlama yolunda atılan önemli bir adım.
Her gün adımladığım o yolu bugün farklı bir yürüyüşle geçiyorum; yolun kenarlarındaki dükkânlara daha bir dikkat ediyorum, vitrine yazılan ve kutlu bir indirimi müjdeleyen yazılar bu seferlik gülümsetiyor beni; hiçbir şey kötü yaşanmış bir ömürden ucuz olamaz ya! Hayır, bunları düşünmemeliyim, olanca hızımla otobüs durağına ulaşıp bir anca önce ana rahmine dönüşmeliyim.
Kalabalık bugün bir eksik, her adımımda daha bir eksilip, ıssızlaşıyorum; çocukken de böyleydi, böyleydim; onca oyuncağın içinden birini seçip de oynayamazdım, başlardım ağlamaya; bu sefer de yeni bir oyuncak gelirdi önüme, bunca olasılığın içinde tek gerçek olarak benim yer alışım bambaşka bir gerçeklik doğururdu; ısrarla bir satranç tahtasında oluşuma inanışım da bu yüzdendi. Her hamlede doğan yeni doğru bana isim olup, her defasında başka isim altında çağrılıyordum. Alışmak zorunda hissediyordum o yeni isime. Nereden bileyim bir süre sonra o ismin değişeceğine ve benim bir alışma makinesine dönüşeceğimi!
Otobüs düşüncelerimden de hızlı ilerliyor, bu iyi; yeni bir fikir aklıma gelene kadar çoktan varmış olurum hedeflediğim yere; yine o akrabamın lafı gelir aklıma,
- Bu tam bir saçmalık...
- Hiç de değil...
Evet, o cevabı verdiğimden bu yana hiç de öyle olmadığından daha bir eminim; çünkü kendime gebe kalacak oluşumun saçmalık olarak adlandırılması, yıllardır başkalarının hayatlarından yaratıldığım gerçeğinin yanında son derece anlamlı duruyor. Hem kendimi doğurmanın veya klonlamanın neresi yanlış? Sadece anımsamak istiyorum nasıl bir çocukluk geçirdiğimi, kendi gözlerimle görmek, kendi ellerimle dokunmak istiyorum büyüyüşüme, bu çok da saçma, anlamsız olmasa gerek! Son derece de insani bence, çünkü birilerinin istekleri ve hayalleri olmakla o kadar meşguldüm ki büyüyenin kim olduğunu fark edememiştim.
Ve şimdi kendime gebe kalacağım yerden içeri giriyorum; heyecanlı mıyım? Biraz... Neden heyecanlı olmayayım ki kendi doğumuma tanık olacağım. Böylece iki yaşında kaybettiğim annemi daha yakından tanıyabileceğim, daha çok vakit geçirebileceğim. Beni asıl düşündüren şey çok daha farklı:
Kendi ölümünü gören biri yaşamaya nasıl devam eder?