5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
633
Okunma
Sonbaharın akağaçlara düşmesine daha vardı. Yer yer toprak üstüne çıkmış köklere takılmamaya dikkat ederek dolaşıyordum. Bir ara, durup geriye baktığımda anayolun uzaklarda kaldığını farkettim. Sol elimle cebimdeki kağıt tomarını sıkıca tutuyor ve gülümsüyordum. Fazla oyalanmadan ilerlemeye devam ettim.
Eski orman yolu bu patikanın batısında kalıyordu. On sekizinci yüzyılın olası tüm orduları oradan geçmişlerdi: Fransızlar, İngilizler, isyankar göçmenler, onlara yardım eden Alman gönüllüleri, isimleri bile hatırlanamayan yerli kabileleri... Tüm o silahlı insanlarla aramda dört mil ve iki yüz elli yıl vardı. Savaştıkları ulvi amaçlar çoktan ormanın toprağına saplanmış, yosun tutmuş, çürümüş, kemirilmiş, uzun sözün kısası unutulmuştu. Orman en az onlardan önceki günler kadar sessizdi.
Belki de değildi. Adımlarımın sesinden ve bedenimin hışırtısından ilk başta farketmedim. Sonra yavaş yavaş ayırdığına vardım. Çok geçmeden de şarkının kaynağına vardım.
Uzun, ayak bileklerine kadar uzanan, ince kumaştan bir elbise giymişti. Devrilmiş, bir yanı yosunlu bir kütüğün üzerine yüzü koyun uzanmış, ellerini başının altına almış, yüzünü patikadan yana çevirmiş mırıldanıyordu.
On vit voler son ame,
Mironton, mironton, mirontaine,
On vit voler son ame,
A travers les lauriers,
A travers les lauriers
Varlığım onu korkutmadı. Şarkısına devam etti. Benim sarışın diyeceğim, ama tanıdığım tüm kadınların tekmil "Ama o kumral!" diye haykıracakları renkte saçları vardı. Bir anda kendimi ona eşlik ederken buldum:
cha wo’rIv toHgaHnaH lo pIre’toq,
cha wo’rIv toHgaHnaH lo pIre’toq
cha wo’rIv toHgaHnaH lo pIre’toq,
Tu Mak Dagh Cha doh Borak
Gülmeye başladı.
"O da ne öyle?"
"Klingonca bilmiyor musun?"
"Klin... ne ce?"
"Boş ver. Şarkını bölmeye değmez. Hem Fransızca sözler daha iyi gidiyor."
Şarkısına devam etmedi. Doğrulmuş, bana bakıyordu.
"Garip bir kıyafetin var."
Üstümdekilere baktım. Bir anormallik yoktu: Fermuarım çekilmişti, elim cebimdeyi ve tomarı tutuyordu. Halbuki ormanın gölgeli ışığında bile onun elbisesinin altında bir şey olmadığı belli oluyordu.
"Sen de üzerine rahat bir şeyler almışsın."
"Bu bile fazla aslında. Ormanda çıplak olmalı, değil mi?"
"Sivrisineklerle aranız iyiyse, neden olmasın?"
Uzandı, elbisesini tutup, başının üzerinden çıkardı. Katlayıp kütüğün üzerine yerleştirdi ve kendisi de tekrar uzandı.
"Siz geldiğinizde neyi söylüyordum?"
"Malborough s’en va-t-en guerre’i."
"Eşlik eder misiniz?"
"Beni boş verin. Sesim sizinki kadar güzel değil."
Boş verdi. Kaldığı yerden söylemeye devam etti. Ben de yoluma gittim. Onu bir daha görmedim. O da beni bir daha hatırlamamış olmalı.