- 578 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR İSTANBUL MASALI ...
Ve sen…
Hafif bir rüzgâr esintisiydi yüzüme dokunan. Başımı okşayan yağmurdu
bardaktan boşanırcasına. Yavaştı adımlarım ama topuklarım sert vuruyordu,
insanların uğultularının arasında kaybolurcasına… Bu sert vuruşlar,
yumuşak kaldırımlarda ahenkli bir zifir olarak işleniyordu sanki el emeği, göz
nuru misali. Bu yürüyüş bu sokaklara hiç kimsenin yapamadığı bir şaft gibi
yaymaktı. Rüzgâra meydan okumaktı adeta. Derken, ezan sesleri yükseliyor
minarelerden. İşte asıl nur oradaydı. Fakir yağmur damlarının elmacıklarıma
değdiği ıslakları zengin duygusuydu birden benliğimizde beliren. Bu sedadaki
anlamlı edalardı bunlar… Bitti. Bunu kısa da olsa yaşamak çok güzeldi.
Caddelerde bir ilerleyişte ayaklarım, gözlerime değen saçlarımdı
savurmakçasına. Sahil yolundayım şimdi. Dalga dalga izliyorum denizi içinde
boğulurcasına. “Gel sevdiğim!” diyor bu efsanevi kız. “Bırak kendini suların
serinliğine, ben varım elinin uzandığı her yerde. Bekletme gel, gör bu divane
aşığını!” diyor kalp atışlarının arasında. O, beyaz atlı prensini bu sözlerle
bekleye dursun, ben de Kız Kulesi’ne âşık, tepelere uzanan Galata’ya
çevireyim gözlerimin elalarından. “Yandım kor ateşlerde, yandıkça daha
uzandım bulutlara, uzandıkça daha iyi gördüm sevdalımı. Uç çalarından…”
diyen Galata’nın sesi geliyor, cevap vermeden, usulca yürüyüşlerde,
dinleyişlerde olan kulaklarıma, “Gel. Gel, buraya gel!” diye sesleniyor
Kapalıçarşı. “Kül oldum yangınlarda ama yine doğdum. Doğmak…
Tanıyorum aslında bu yüzleri. Yabancısı değilim bu dükkânların…
Müşterilerin tanıdığıyım. Var olanı yok olmaktan kurtarmaktı bu bence.”
Diyordu gönlünün yorgunluklarında. Hassas düşüncelerimin arasında gizli,
kötü bir haslet yeşerdi birden. Elimde Kapalıçarşı’dan armağan bir pamuk
şeker... Tozpembe hayallerdi bu yeşerenler, asla gerçekleşemeyecek… Kim bilir
belki bir sonsuzluktayım bu güzelliklerin arasında. Altı minaresiyle bana
bakan Mavi Cami’nin çinilerine kaydı gözlerim. O mavilikte kaybolurcasına,
doya doya baktım bu vazgeçilmez alımlılığa. Karşıdaki müzeyi gördüm.
Yüzyıllar öncesine dayanan varlığında rağmen zamana seslenmeyi bilen bir
Ayasofya bu. “Halk yaktı beni isyanlarının arasında. Saygın biriyim
korunaklar topluluğunda. Beni bilen, benliğim bundan ibaret…” diyor
ağlarcasına. Manevi değerlerin yeri burası, konumuyla tüm dikkatleri üzerine
çekmeyi başaran tarih bu. Adı Topkapı Sarayı’dır. Bu dinleyişte birden
kendimden geçerek bir alkış tuttu ellerim. Bu alkış tümüyle sanaydı büyük il!
Ve sen, tüm insanların alkışlarını hak eden şehir, “Tarihi” dillerde dolaşan
efsanevi kent, dünyanın başkenti İstanbul! Sen de yürümek, seni dinlemek,
seni koklamak, sana dokunmak, seni duymak tüm zilletlerin yok oluşu
demekti.
Dök dillerinden tatlı sözlerini tekrar tekrar, haydi! Bağır, kulakları
sağırlaştır, gökleri inlet, yeri devir. Bağır evreni oynatırcasına, “Ben
İSTANBUL!”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.