10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1597
Okunma


KÖSEM
Anlatacağım Kösem’in , Kösem Sultanla veya Muhteşem Yüzyıl dizisiyle falan alakası yok. Buna , Doğa’nın ,çözülememiş yüzlerinden biri demek , daha doğru olur.
Henüz görevden ayrılmadığım bir sıralar, Beşiktaş As. Şb. Başkanı iken, odama giren, çok eski bir sınıf arkadaşımın, beni tanıyarak, üzerime atlayıp, ‘’Vay, Abi, çok değişmişsin. Bu ne yaa? Göbek möbek de , bırakmışsın. Dışarıda görsem, tanımaz geçer giderdim’’ gibi lafları ile, bu hikaye başladı.
Artvin Lisesinden , sınıf arkadaşım, ’’Cücük Mustafa’’. Minyon tipine yakıştırarak koydukları lakabın , tam aksine, yürekli, mert ve iyi bir çocuk. Yirmi üç yıl sonra, belki de, sınıf mümessili olduğum için, ismimi unutmayıp, tanımış beni. Yapısı pek değişmemişse de, yine o eski günlerdeki haşarılığı, gevezeliği, üzerinden gitmemiş gibi.
‘’Ne iş yapıyorsun Mustafa? Nerede oturuyorsun? Çoluk çocuk var mı? ‘’ faslına, Cücük’çe, cevaplar veriyor.
‘’Oğlum, işimi ne yapacaksın? Kimse, benim çalıştığım yere gelemez ki. Karımın bile , her gün benden, midesi bulanıyor. Zaten , kime söylesem , bahaneler uydurup , gelmek, bir çayımı içmek bile, istemez. ‘’
Bu iş ne ola ki , mide bulandıran, iğrendiren. İşkembeci, kokoreççi , falan mı acaba?
‘’Yahu, bende bulanacak mide kalmadı. Söyle sen, ne iş yaptığını?’’
Neyse , iş yerinin yerini ve işini söylemeden, bir buçuk saat oturup, geçmiş günleri, arkadaşları, hocaları, ona kopya verdiğim matematik dersini yad ettikten sonra, onu uğurlarken, elime, çalıştığı yerin adresini , sıkıştırıyor. Sütlüce’de, bir adres.
‘’Gelemezsen, içeri giremezsen, alınmam. Hem , gelmesen daha iyi olur.
Ulan Mustafa, bu nasıl bir davet, be oğlum. Gelmemi istiyor musun, yoksa istemiyor musun? Anlayamadım.
O gün, güzel bir bahar havasında, Daire Başkanının, Sütlücede ki, Başkanlar Toplantısına gidiyorum. Aklıma, Cücük Mustafa’nın, iş yeri adresi geliyor. Cüzdanımın en özel gözündeki, yazmış olduğu kağıdı bulup, çok merak ettiğim işinin ,adresini çıkartıyorum. İnanılmaz bir şey. Adres , Sütlüce Mezbaha nesi çıkıyor.
Kapıda sorduğum görevli de, ‘’ İsterseniz , kendisini buraya çağırtayım. İçiniz kaldırmaz ‘’demez mi.
Ulan savaş mavaş görmüş, kan ellemiş, ölü kucaklamış olan bana , hayvanın kesilmesi de ,tesir ederse yazıklar olsun. Göğsümdeki, Komando Brövesi de, bir şey , ifade etmiyor mu yani?
Telefonla, arıyor Mustafa’yı. Arkadaşım,’’ Ağabey bak , buraya gelme, ben oraya geleyim ‘’diyor.
‘’Oğlum geldim bile. İki damla kan, beni durduramaz, korkma. Neymiş bakalım , seni kimsenin ziyaret edememe sebebi , görelim’’ diyorum.
Görevli ‘’Komutanım , şu çizmeleri giyseniz, bu ayakkabılarla içeri girerseniz, sonra atmanız gerekebilir’’ diyerek, yepyeni bir lastik çizmeyi, naylonundan çıkartarak, bana uzatıyor. Belli ki , içeriye pek kimse girmiyor. Diğer çizmeler de, hiç kullanılmamış olarak, rafta durmakta.
Bu çizmeler, Üniforma altına, pek olmadı ama , başka çare yok ,giymekten başka.
Kesimhaneye ilerlerken, o boynuzları , gramofon kağıtları, kınalar ile süslenmiş, Heybetli Koçu, görüyorum. Kesime getirilip, bölmeler içinde bekleyen koyunlardan, 30- 40 tanesini önüne katıp, götürüyor, sonra bir koşu gelip, yeni grubu alıyor.
Kan denilen şey , beni tutmaz ama, bu kan , bütün zemini kaplamış ve gerçekten, çok baş döndüren cinsten. Yani, ufak bir kanamaya, kırmızı yağlı boya diye ,düşünerek bakabilirsiniz de, bütün zemini kaplamış olanına, gırtlaklardan , oluk gibi fışkıranına, biraz zor. Cücük Mustafa , bana gelme derken ,haklıydı galiba.
Bana refakat için gelen adama , soruyorum. ‘’ Bu Koç, neden geriye geldi’’ diye.
‘’Bu Koç , Kösem’dir. Yani bize, bu kesim işinde , yardımcı olur. Ona, şimdilik dokunulmaz. Ama yaşlanıp, bu işi yapamaz olunca, o da, bıçaktan kurtulamaz.’’
Kösem’in ,gidiş gelişini takip ederek ,epey büyük, uçak hangarı gibi , bir yere giriyoruz. Bu çizmeleri , neden giydirdiklerini , şimdi , daha iyi anlıyorum. Yerde , en az 2 cm kalınlığında, kan tabakası var. Kırk kadar , Tarzan gibi, çırıl çıplak, deri mayolu ve sadece iki yanlarında , üçer keskin bıçak asılı , kan içinde, (yüzleri bile, bazılarının kanla kaplı), korkunç görünen , kesiciler dolaşıyor.
Kösem’in getirdiği koyunlar, kuzu gibi uysal, yan yana , kuzular gibi, sessizce durarak, yatırılmadan ,bağlanmadan , tek bıçak darbesiyle kesilmeyi bekliyorlar. Hiç bir ses çıkmıyor, sadece bilenen bıçak ve masatların sürtünme sesinden maada.
Kesilenler , yerde debelenirken, elinde kompresör hortumu olan ,bir kaç kişi , anında, arka bacak içine açtıkları bir çeltikten hayvanı şişirerek, yerde kanlar içinde bırakıyorlar. Başka bir grup ise, kancaya kaldırarak, bir çekişte derisini tulum çıkartıp, işkembesini düşürdükten sonra , öbür ekibe yolluyor.
Kösem, bütün bu olanları ,biraz geride durup, seyir ederek, yeni bir grup getirmeye ,koşup gidiyor . Öyle ki , içerisi , hiç boş kalmıyor. Resmi elbiseli olduğum için , sürekli içeride çalışanların, gözlerimde bir ürkme aradığını hissediyorum. Mustafa , gülerek yanıma yaklaşıp, ‘’Haydi gel , çay içelim. Kuzu kanı , demli çaylar bunlar ‘’diye, takılıyor.
Oğlum , ben gerçekten, çok zor dayandım, Ama, hep merak ettiğim, bu Kösem’in de, ne yaptığını öğrenmiş oldum. Seni ziyarete ,hiç kimsenin gelmek istememesinden normal , ne olabilir ki? Buraya girmek bile ,yürek ister.’’
Hayatın Kösem’leri de; bazen , kendi boyunlarını kurtardıklarını sanarak, bazen de , diğerlerinden intikam almak için, bu adi olayın, parçası olabilirler. Kimi zaman, haksız ihbar mektuplarıyla, iftiralarla, kimi zaman ise, yükselme ve yaranma hırsıyla, gönüllü Kösem’ler oluşabilir.
Galiba, bir tek vicdan ve inanç , buna set çekebilir, diyorum. Yoksa, kendi boynunu kurtarmak adına, şeytana hizmetin de, bir sonu var. O da ,zaman. İhtiyarlayacaksın, iktidarın kalmayacak, dermanın kesilecek, seni sevenler uzaklaşacak, en acısı, yeni Kösem’ler çıkacak, hayat sahnesine. Onlarla, asla baş edemeyeceksin.
Senin yaptığın cellatlık , herkesçe bilinecek ve bıçak , her geçen gün, boynuna daha yakın gezecek. Böyle Kösemlere , Tanrı acısın.
Her gün , ölmek ve sana dost sandığın, hilebaz kahpelerin, alaycı bakışlarında erimektense, diğer kurbanlarla birlikte , kelleyi kasaba uzatmak, daha asilce sanırım.
Kesim yerine hakim, cam bölmeli yerde, kuzu kanı , demli çaylarımızı yudumlarken, bu kızıllığa, kendimi alıştıra alıştıra , bakıyorum.
‘’Valla buraya , hiç bir dostum gelemiyor. Ne var yani, kasapta gördüğümüz etler, işte böyle hazırlanıyor. Bir de, büyükbaş kesimhanesi görsen. ‘’
Cücük Mustafa’ yı , son görüşüm oldu. Bazen telefonda konuşuruz, hep davet eder de , benim yüreğim , artık gitmek, görmek istemez.
Üstelik , o Kösem Koç ,ne menem bir şeydi?
Tanrı’nın ,bir lütfu mu, yoksa aleni ,bir hain mi?
Bunu , hiç bilemedim. Tek bildiğim, onun her gün ,kesilme, ölme korkusu olmadan , nefes alamayacağı ,geceleri uyuyamayacağı oldu.
E. Yaşar Ovalı 11. 12. 2012