14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1699
Okunma

İŞTE GELDİM GİDİYORUM
Bölüm 19
Hükümlerin mahkemece verileceğini bilmiyordu. İnandı otuz yıla. Başı dönmeye başladı. Ruhu acıyordu. Sanki birileri ruhuna kılıçlarla, gürzlerle, kamalarla saldırıyorlardı. Kendisi de çok sessiz, öylesi bakıyordu. Onlar da yetmiyor, karakolun duvarları, boksörün yumrukları gibi hızla geliyorlardı. Delikanlının suratında patlıyor, sıvalarını, boyalarını saçıyor ve geri dönüp yerlerinden bakıyorlardı yeniden ve hiç bir şey olmamış gibi. Saniyelerle bunu defalarca yapıyorlardı. Amir denilen adam ise kahkahalarla gülüyordu sanki. Ağzı sonuna kadar açıktı, sevinçten ellerini dizlerine vuruyordu; ama ses hiç yoktu. Duvarlar o kadar vursa ve amir kahkahalarla gülse de, ses yoktu hiç ortada.
O kargaşa içinde sağır olduğunu düşündü. Sağır da olamazdı oysa. Telsizlerin sesleri geliyordu her an. Konuşacak mecali yoktu. Duvarlar da artık yerindeydi, kımıldamaz olmuşlardı. Anladı ki kabus görmüştü.
Amir geldi, elini omuzlarına koydu sevecen bir tavırla.
-Hadi bakalım delikanlı. Bana anlat her şeyi de otuz yılı engelleyeyim. Asıl lideriniz kim? Emirleri kim veriyor? “Bilmem” diyebilirsin tabi. O hakkın var. O zaman da ben, üzerinden çıkan katil tabancanın, uyuşturucunun sana vereceği zararı bilmem.
-Ama onlar bende yoktu ki…
Döndü diğerlerine:
-Yok muydu? Siz iftira mı attınız bu gence?
-Vardı amirim! Ben elimle çıkardım cebinden.
Delikanlı anlamıştı ki kurtuluş yok buradan. “Madem kurtuluş yok; arkadaşlarıma neden iftira atayım ki?” dedi içinden. Amire döndü:
-İdam da olsam başka bildiğim yok!
Büyük bir tepki bekliyordu. Ama olmadı o tepki. Aksine amir iyice babacan hal aldı.
-Acıkmıştır genç. Hadi çocuklar yemek söyleyin gence. Yesin afiyetle.
Döndü delikanlıya:
-Paran var değil mi? Gelen yemeğin parasını verirsin.
-Gece siz almıştınız…
-Neeeeee? Bana iftira ha! Terbiyesiz, şerefsiz seni! Atın bunu nezarete!
Genci götürmek için harekete geçti iki polis. O an yemek de geldi. Belli ki önceden söylenmişti.
-Durun! Çok mahzun zavallım! Bırakın yemeğini yesin. Bu otuz yılla da kurtulamaz zaten. Yesin, içsin bir güzel.
-Param yok amirim…
-Ben veririm be! Senin canın sağolsun. Şaka yaptım ben. Aynı görüşteyiz zaten.
Delikanlı kuru fasulyeye baktı. Dupduru suydu. Birkaç adet fasulye tanesi yüzüyordu tabakta. Ekmekten koparıp öylesine yemeğe başladı. Diğer odalardan, nezaretten bağırtılar geliyordu sürekli. Kendi haline şükretti.
Bir telefon geldi o an. Saati bile bilmiyordu. Çok kısa bir konuşmaydı telefon görüşmesi. Galiba savcıydı arayan. Çünkü amir, “Tamam sayın savcım, bir bekçiyle hemen yolluyorum.” demişti.
-Bekçiyi çağırın. Sen de kalk bakalım genç adam. Seni sevdim. Burada çok iyi davranıldı sana. Bir şey duyarsam sonunu sen düşün!
Bekçi kelepçeyle geldi. Delikanlıya kelepçe vuracaktı. Amir, bekçiye bir göz attı:
-Ne kelepçesi bu? Adam katil mi? Kelepçesiz götürün.
Karakoldan çıktılar. Bekçi delikanlıya dil döküyordu.
-Bak yegen… Gözünü sakalını sevem kaçma. Başıma dertler getirme. Gedeeek, ben seni teslim edem, sonra sen ne edersen et.
Sustu delikanlı. Hiç dayak yememişti; ama psikolojik olarak çok yıpranmıştı. Bir süre sonra adliye binasına geldiler. Bekçi direk savcının odasına yönlendi. Odaya girdiklerinde, elindeki dosyayı savcıya verdi.
Savcı bir süre delikanlıya baktı. Dosyaya da göz attı. Delikanlıya döndü:
-Bir daha akıllı olacağına söz veriyor musun? Ne işin var senin bu yaşta iktidar aleyhine yazılar yazmakla? Bu defalık serbestsin. Bir daha gelme karşıma!
Çıktılar dışarı ve bekçi veda edip gitti. Delikanlı dışarı çıktı. Adliye binasının dışına yöneldiğinde, yaklaşık otuz civarı arkadaşı kendisine doğru geliyordu. Kahraman gibiydi. Birden kendini omuzlarda gördü. Sonra yürüyerek derneğe gittiler.
Bir süre sonra can dostu geldi delikanlının. Birlikte vedalaştılar ve dernekten çıkıp okula gittiler. Okuldakiler de kendisini sevgiyle karşıladılar. Karşıt görüştekiler de gelip “Geçmiş olsun” dediler.
…………………………………………..
Yarıyıl tatili öncesi aldığı karnede yedi adet zayıfı vardı. “Kurtarırız nasıl olsa” dedi; buna kendisi de güldü içinden.
Memleketine gitti. Babasının tepkileri hep sürdü. Bu arada havalar da aniden aşırı soğudu. Delikanlı paltosunu okulda bırakmıştı. Bir günlüğüne okula gidip gelmesini söyledi babası.
Sabah erkenden kalktı ve yola çıktı. Üç minibüs değiştiriyordu ve toplam beş saatte ulaştı. Şehir içi otobüse bindi. En öne, sürücünün hemen arkasına oturdu. O zamanlar sigara her yerde içilebilirdi. Çıkardı bir sigara yaktı. Yirmi dakikada iki sigara içti. Okul durağında otobüsten inmek için kalktığında, bir arka koltukta da yönetici hocasının oturduğunu gördü. O da kalkmıştı. Aşağı indiklerinde delikanlı gülerek yaklaştı hocasına:
-Merhaba hocam… Nasılsınız?
Hoca çok sert bir yüz şekliyle ve kısık, ama öfke dolu bir sesle:
-Uzaklaş yanımdan. Ve bir daha sakın ha sakın bana selam da verme. Şimdi defol!
-Ne yaptım hocam?
-Beni sallamadığını gösterip sigarayı içtin sürekli. Hangi cüretle yanıma geliyorsun hala?
-Hocam…
-Defollllll! Disipline veriyorum seni!
Delikanlı ne diyeceğini şaşırdı. Hoca da hızlanarak yürüdü.
Paltosunu aldı. Morali çok bozuktu. Durağa geldiğinde bir alt durakta o kızı gördü. Oraya doğru yürüdü. Durakta iki kişi daha vardı. Kızın yanına geldi. Gülümsedi…
-Merhaba… Şaşırdın değil mi burada olmama?
-Biraz…
Kız sessizdi ve diğer iki kişi ters ters bakıyorlardı. Sessizliği genç kız bozdu.
-Seni babam ve abimle tanıştırayım.
Onlar yerinden kıpırdamazken, delikanlı kıpkırmızı oluverdi…