Okuduğunuz
yazı
4.10.2012 tarihinde günün yazısı olarak seçilmiştir.
O Sabahlardan Biri
Sabah üçte başucumdaki saat çaldı. Kapattım.
On dakika sonra tekrar çaldı. Sırtımı dönüp duymamaya çalıştım ama nafile. Başka çarem kalmayınca yataktan kalktım. Saat hala çalıyordu. Susturmadım. Bu da benim küçük intikamım oldu.
Duştan sonra bavulumun başına dikildim. Akşamdan hemen her şeyi koyduğumu zannediyordum. Yanılmışım. On dakika kadar kozmetik ıvır zıvırı ve şarj cihazlarını yerleştirdim. Koymuş olduğum kitapları değiştirdim. Tam fermuarı kapatmıştım ki içindeki kozmetiklerle bavulumu kabine alamayacağımı hatırladım. Her türlü şişeyi, spreyi çıkardım. Gittiğim yerden alırdım; pahalı değillerdi. Giderek daha fazla uyanıyordum. Mırıldanmaya başladım:
Uçuştan önceki gece bavullarımı hazırladı. Sabah sıfır dokuzda Gökyüzündeki bir uçurtma kadar yüksekte olacağım.
Kapı çalınca mırıldanmayı kestim. Saate baktım: üç otuz dört. “Dijital saatler seni ucuz gösteriyor!” Umurumdaydı... Kapıyı açtım; ilk bakışta karşımdakini tanıyamadım.
“Komşu, Allah rızası için şu çalarsaati kapat. Bak hepimiz ayaklandık. Ne olur?”
Yalvarmıyordu. Özür diledim. Önce kapıyı, sonra da yatak odasına gidip çalarsaati kapattım. Saatle aramdaki itişmeyi, onun kazandığını hissettim. O ise istifini bozmadan saati göstermeye devam etti: Üç otuz altı.
Bavulum kapanmıştı. Yatağın üzerine sermiş olduğum takımımı giymeye başladım. Mırıldanmaya kaldığım yerden devam ettim:
Dünyayı çok özlüyorum, Karımı da özlüyorum Zamanın geçmediği bu uçuşta O kadar yalnızım ki...
Bu adet nasıl gelişti bilmiyorum. Eğer karanlıkta kalmışsam, ki hep karanlıkta kalkarım, ve tek başıma hazırlanıyorsam, ki hep tek başıma hazırlanırım, bu şarkıyı mırıldanırım. Biraz hüzünlü geliyor, sabah vakti ne demeye hüzne ihtiyacım varsa...
Telesekreterime eski sözlerin tekrarından oluşan yeni bir mesaj bıraktım:
“Yola gidiyorum. Mesajınızı bir haftadan önce dinleyemem.”
Belki de alışılageldik sözlerin yerine şarkımı mırıldanmalıydım:
Mars çocuklarınızı yetiştirebileceğiniz bir yer değil; Aslına bakarsanız cehennem kadar soğuk.
Bırakılan mesajlardan arasında:
“Dünya sanki çok çocuk yetiştirilecek yer sanki!” cevabı olur muydu? Olmazdı. Telesekretere konuşamayanlardan oluşan bir şehirde yaşıyordum. Kimse mesaj filan bırakmazdı. Yine telesekreteri fişten çekmedim.
Saatime baktım: Üç elli iki. Taksi sekiz dakikaya kapıda olurdu. Bavulumu antreye getirdim; pasaportumu bir kez daha kontrol ettim. Hazırdım. Yatak odasına gidip çalarsaati on dakika sonrasına kurdum ve evden çıktım.
Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Günün seçkisine ve değerli yazarına tebrikler. Geceye başlarken okuduğum ilk yazı olması bana hemen karşı komşumdan alacaklı olarak kaldığım bir intikam kaldı. Fakat ne yazık ki böyle huylarım yok. Onu çoktan affetmiştim ben.
Bence de en iyisini yapmışsınız. O kendi yaptığını unutup sizin intikamınızdan intikam almak ister; kısır döngü her evden çıkışınızda ya da girişinizde başınızı ağrıtır. Ne gerek var?
Hepimize komşularımızla huzur dolu günler dileğiyle. Saygılarımla.
Kahramanımız kahvaltı etmeyip kahve içeceğini söyledi ama içmedi. İçemedi. Ya da o kısım kendini tanıtmak amaçlı mıydı? Bu öyküde kahraman kuru kuruya gitti.
Şarkıdan kahramanımızın yine Mars'a gideceğini hissettim. "Dünyayı özlüyorum" ve sekretere kaydetmeyi düşündüğü şarkı "Mars çocuk yetiştirebilmek için iyi bir yer değil." Ama pasaport fikrimi dağıttı. Aslında dağıtmamalıydı. Pek ala İstanbul'dan örneğin Rusya'ya gidiyor olabilir. Oradan ver elini Mars diyebilir.
Elif Şafak ayda iki üç kere seyahat etmeyince yazamadığını, hatta nefes alamadığını söyler. Ben de hep garipserim bu durumu. Urartular boşuna mı uğraşmış yani. Yerleşik hayattan daha sakin bir yaşam biçimi düşünemiyorum. Ama bununla beraber kitaplardaki kahramanların göçebe ruhlu oluşlarından dolayı yazarlarına teşekkür edesim geliyor. İyi ki varlar da, durağan hayatımızı nötrleştiriyorlar.
Ve netice. On dakika sonraya ayarlanan saat...Bunu genelde biraz daha uyuyabilmek için yaparız. Fakat kahramanımız çıkmak üzereyken yaptı. Saat yenilmeyi hazmedememiş belli. Ama bu daha çok komşulara eziyet oldu sanki. Bir hafta sabahın nurunda çalan saat...Hem de tekrar tekrar... Belki de bu kısımda farklı bir sır daha vardı da ben farkedemedim. Zira sizin çalışmalarınızda püf noktası ve ironi aramaya ve bulmaya o kadar alışmışım ki...(Bunu söylerken flaş gibi patlayan finaller ve sonrasında okurun beklentileri hakkında söylediklerinizde ne kadar haklı olduğunuzu anladım.)
Ben sizin kaleme alacağınız bir romanın dünya edebiyatı standartlarında olacağından yüzde yüz eminim. Ve hala bir kitabınız olmadığına inanasım gelmiyor. Özür dilerim ama gerçek düşüncem bu. Böyle bir yetenek sanmam ki kitapsız olsun. Siz çok iyi bir romancı olabilirsiniz, lütfen eğer hala bir kitabınız yoksa en müsait zamanda olsun. Yoksa gerçekten yazık olacak.
Yazılarım üzerinde tartışmayı istediğinizi "enler forumuna" yazmıştınız. Ben de sizin için aynı şeyi düşünüyorum. O yüzden yine galiba biraz uzadı lafım. Neyse ki rahatsız olmuyorsunuz.
Son olarak; macera dolu Amerika şarkısı geliyor aklıma nedense her öykünüzde. Sizi okumayı seviyorum.
Öncelikle tebrik ederim: İntikam konusunu, görebildiğim kadarıyla, doğru değerlendiren bir tek siz varsınız (Sessiz çoğunluğu oluşturan okuyucular seslerini zamanında çıkarmadıkları için kendilerini savunma hakkını kaybettiler.) Çalarssate karşı bir husumet söz konusu. Kahraman açık açık bunu belirtiyor. İlk intikam denemesi komuşunun müdahelesi ile yarım kalıyor ama ikincisinde başarılı oluyor.
Öyküde tezgahın üzerinde kahve varsa içilmeli mi? İki sebepten dolayı mutlaka içilmeli: İlki, öyküde içilmezse öykü için gereksiz bir detay olur ve anlatımı hantallaştırır. İkincisi konmuş kahveyi içmemek neredeyse konmuş şarabı içmemek kadar kötüdür. Kahveyi içtiğini belirtmeliydi; bence eleştirinizde kesinlikle haklısınız.
Mars ya da uzay yolculuğu bütün öyküde sadece mırıldanılan şarkıda geçiyor (O şarkı da bana ait değil zaten). Onun dışında kahraman standart bir şekilde iş seyahatlerine çıkan, bavulunu kabine almayı tercih eden (Böylece indiklerinde bagajları beklemek zorunda kalmayan bir karakter). Günümüz insanı. Hatta öykünün ilk (ve yürümediği için bir kenara attığım) halinde açılış şöyle bir cümleydi:
''Güney Afrika'ya mı uçacaksın? Ne adamsın sen! Geçenlerde de Amerika'ya gitmemiş miydin? Ne kadar güzel ya! Keşke ben de seyahate çıkabilsem...''
Kendimi Elif Şafak'a yakın hissediyorum. Onun kadar olmasa da seyahat etme imkanım oluyor. Yerleşik hayattan bir yana da sıkıntım yok ama ara ara insan yola çıkmalı. Havaalanları ve müzeler, kafeler kadar sık olmasa da ara ara öykülerime giriyorlar. Gezilerde notlar da tutuyorum ama öykülere yansımıyorlar (Bunu dedikten sonra da ekleyeceğim: Sıradaki öyküm gezi sırasında, öyküde geçen mekanı ziyaret ederken aklıma geldi.)
Saatin çalması komşulara eziyet oldu; haklsınız. İlk çaldığında ise hem komşulara, hem de kahramana eziyetti. Ama bu kahramanı yıldırmadı; intikam uğruna acı çekmeyi göze aldı. Bu da bir yerde benim kadınlarda daha sık gördüğüm bir davranıştı: Sırf karşı tarafı mutsuz etmek uğruna, kendisini de mutsuz etme. Daha derin sırlar ve ironiler içermiyordu bu öykücük. Süpriz finaller konusunda beni anlamanıza çok sevindim. Gerçekten yazarın başına bela oluyorlar bir süre sonra.
Roman konusunda daha önce de konuşmuştuk: Birincisi roman yazacak sabrım yok. İkincisi konu, karakter, zaman, mekan deüiştirmeyi seviyorum. Öykülerde bu özgürlüğüm var; romanda ise neredeyse yok. Üçüncüsü dilimin roman diline uygunluğundan emin değilim. Buna karşın roman konusunda ben sizden umutluyum. Umarım romanınız, bir çok Defter yazarının yaptığı gibi 'Bastır parayı, bassınlar kitabını' tarzı yayınevlerinden değil de, ciddi bir yayınevinden çıkar. Bunu hakeden bir kaleminiz var.
Macera dolu Amerika nedense Amerika'nın sesini yansıtmayan bir şarkı. MFÖ nün New York sokaklarında ise buranın ruhunu daha iyi yakalamış ama bugünü değil 80 leri anlatan bir eser. Öykülerimin geneli için değilse bile bu sefer ki için Elton John'un Rocket Man'ini öneririm. Öyküde mırıldanılan şarkı o çünkü.
Her zaman tartışmaya beklerim. En derin saygılarımla.
Cansız cisimlerden, hele de çalarsaatlerse, çok güzel intikam alınır. Hiç özellikle yazmadığınız kalemleriniz olmadı mı? Ya da 'Bu araba beni sevmiyor' dediğiniz? (Annemden bir alıntıydı)
bence yazar bilinçaltı bunu red ediyor ,intikam komşudan alındı.ben intikamı saatten alsam başka yöntem uygularım.ama tabi bir başka yönü var ,şöyle diyebilirim ,'' her sabah senin o berbat sesinle uyanıyordum ,şimdi gideyim de sen boş boş boşuna kendi kendine bağır ''' bu bir intikam söylemi olabilir tabi ama pasif kalır :))) dediğim gibi cansız eylemi değil canlı eylemi baz alarak KOMŞU diyorum topraaammm :)))
Öncelikle kötü çeviri için okuyanlardan ve Bernie Taupin'den özür dilerim: Bazı yerlerde anlamını veremedim, birden fazla anlamların hepsi araya gitti. Olacak o kadar.
Öyküdeki bir nokta (belki de haklı olarak) gözden kaçıyor. Kahramanın derdi çalarsaatiyle. İntikamını ondan alıyor, komşudan değil.
Bu arada Curiosity hepimizi, bir parça da olsa, haksız çıkardı: İki gün önceki ölçümde 6 dereceyi (Celsius) bulmuş. (Tabi bu öğleden sonraki sıcaklık. Gece - 70 dereceleri görüyormuş.)
Galiba benim de benzer bir ruh hali içinde olmamdan kaynaklanan bir durum bu: Basit, kısa, sözlerini ödünç aldığım şarkının melodisinin basitliğinde bir öykü yazmak istedim. Umarım olmuştum. Saygılarımla.
yazının sonunda dudaklarımda gayri ihtiyari bi gülümseme ve gayri ihtiyari çıkan söz:
"gıcıııık!" (affınıza sığınarak:)) )
yazarın tarzına alıştım sanki..ilk önce bi mucize çıkartıyor,sonra onu hazmedelim diye araya katreler serpiştiriyor..bu yazı bana ısrarla "yolculuk vaaar,artık git ve valizini hazırlaaaa" diyordu,onun için teşekkürler yazı&yazar:)))
ama gerçekten yolculuk var ve arkadaşımın düğününe gidiyorum..sadece bir kitap yeter mi dersiniz düğün için??yolculuk kıyafetiyle,aslında fena fikir değil;))
Aslında hiç valiz hazırlamayın. Yanınıza bir kitap alın ve havaalanına gidin. Bu yolculuk edebilme lüksü binlerce yıl boyunca imparatorlara bile nasip olmadı.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.