Ülkemizde Komünist, Sosyalist, Milliyetçi, Muhafazakâr, Devletçi, Dinci, Atatürkçü, Ateist, Ulusalcı, Demokrat, Laik… Gibi pek çok düşünce ve yaşam felsefesini bu düşüncelere göre keyfiyette ayrılmış insan grupları, adıyla mukim insan profilleri bulunmaktadır..Bunların bazıları sayılan düşünce karakterlerinden ikisini hatta üçünü de bir arada bulundurabilir.. Örneğin bir kişi hem milliyetçi hem muhafazakar ya da hem Komünist hem de ateist olabilir. Her ne kadar birbirinden farklı görünen çeşitli düşünce grupları olsa da bunlar iki ana grup altında birleşirler; Solcular ve Sağcılar…
Bu iki grubun birbirinden farklı pek çok yönü vardır..Aklıma gelenleri sıralamaya çalıştım.Eksik bıraktıklarım varsa yazının altına ekleyebilirsiniz.. Bu sıralama tamamen yaşanmış birebir defalarca gözlenmiş tecrübelerle sabitlenmiştir..Hiç bir madde rasgele tecrübe edilmeden asla yazılmamıştı. Her birine defalarca kendim bizzat şahit olduğumdan kesin olduğuna inandığım sonuçları sizlerle paylaşmak istedim..
1). Solcular kendilerini emekçi ve vicdani sorumluğu tam olan bireyler kabul ederler, sağcıları ise beceriksiz, hizmetçi ruhlu kabul ederler..Sağcılar ise solcuları iş konusunda ağızları çok laf yapsa da sıra icraata geldiğinde genelde kaytaran kazandığını helal ettirme konusunda özensiz kabul eder..
2). Sağcılar her koşulda “devlete millete hizmet” der, halka hizmeti Hak’ka hizmetle eş tutarlar. Solcular ise genelde muhalefette bulunmalarından olsa gerek rejimin her türlü icraatının karşısındadır ve sergiledikleri tavrın adı “özgürlük mücadelesi” ve “onurlu dik duruştur”
3).Sağcılar Amerikan sevgilisi, kapitalist ve sermayecidirler..Solcular Stalin, Che, eski Rusya ve Arjantin yönetimi sevdalısıdırlar.
4). Sağcılara göre biz Osmanlı torunlarıyız..Tarihi şan ve şerefle dolu onurlu bir milletiz..Sol görüşe sahip olanlar açısından ise tarihimiz soykırımları ile dolu atalarımız ise kesinlikle yağmacıdır..Solcular yakıp yıkan yok eden bir milletin bahtsız evlatlarıdırlar. Hatta bu gün Türkiye’de Hititli, Urartulu olmamasının nedeni asimilasyoncu kimliğimizdir..
5). Solcular her türlü dini inanca saygı duyduklarını söyler ve gerçekten duyarlar da ancak neyin nesi ise İslami kimlik mutlaka irtica göstergesidir.Tehlikelidir..Akıl ve bilimin reddidir.. Sağcılara göre ise solcuların büyük bölümü inançsızdır.
6). Sağcılar bir tatil beldesi veya güzel bir manzara karşısında bir bardak çay ve kahve içerek o güzelliğin tadını çıkarırlar ve doğru olan budur..Solcu birine göre bu manzaranın güzelliği adına yapılan bir katliamdır, böyle bir güzelliğin tadı ancak ya rakı ya da bira ile çıkar.Bazı sağın light kesimleri de bu konuda sol görüşlülerle hem fikirdirler
7). Yazın otobüslerdeki ter ve kötü kokunun sebebi sağcılara göre insanların temizlik kurallarına uymamaları ile ter, sigara ve deodorant kokusunun korkunç birleşimidir. Solculara göre özellikle bunun suçlusu kapalı bayanlardır. Onlar nasıl olsa kapalıyım, kimse beni görmüyor diye genel vücut bakımı yapmazlar aynı zamanda kat kat giyindiklerinden ötrü daha çok terlemeye müsaittirler ve otobüsler o yüzden kokar…
8). Sağcılara göre Osmanlı cihat etmiştir ve gittiği yere adalet götürmüştür.. Solculara göre Osmanlı’nın yaptığı işgaldir. Yunanistan’ın Kurtuluş Savaşı döneminde toprağımıza yaptığı işgalden kesinlikle hiçbir farkı yoktur.
9). Sağcılara göre erkek çocuklarımızın sünneti kutlanacak bir gelenektir gelenekten öte “sünnet”tir... Solculara göre sünnet kutlaması yapmak yeterli değildir... Kız çocuklarının regl görmesinin de mutlaka kutlanması gerekir. Bunun kutlanmaması ilkel bağnaz bir düşünce tarzı ve aynı zamanda çocuklar arasında yapılan cinsiyet ayrımcılığıdır.
11. Sol partinin oy oranında en ufak ibrenin yukarı dönmesi büyük başarı sağın oylarındaki yükselme ise kafatasçı ve koyun zihniyetinin hatta aptallığın bariz sonucudur.
12.) Solun en solu Atatürk’ü reddeder ve diktatör olarak adlandırır. Solun orta derecesi ise din konuları konuşulduğunda Atatürk’ü Hz. Muhammed SAV ile kıyaslayacak kadar yüceltir..Çünkü Hz Muhammedin konumunu hakkıyla bilemez... Sağın en ucunda yer alanlar ise Atatürk’ü din düşmanı addeder ve sevmezler. Sonuç en sağ ve en soldakiler tek bu maddede Atatürk konusunda hem fikirdirler..
13). Sağcıların büyük çoğunluğu Nazım Hikmet’i de, Necip Fazıl Kısaküreği’de okurlar.. Solcular ise Nazım’ı, Necip Fazıl’a tek geçerler..Solcular içinden Mehmet Akif’i sadece İstiklal Marşı’nın hatırına şair kabul edenlerde vardır..Şairden saymayanı da.Sağcılara göre Mehmet Akif kesinlikle bu milletin yüreğidir sesidir.
14). Müzik tercihi sağcıların ilahi, sufistik, sanat Müziği ve Türk Halk Müziğidir..Sanatçıları da değişiktir. Genelde sağ görüşe tabii olanlar sanatçı ayrımını çok fazla yapmazlar sol görüştekiler ise kesinlikle bu konuda çok dikkatlidirler, asla sağ görüşlü bir sanatçıyı dinlemezler. Halk müziğinin özellikle Ermenice, Kürtçe, Yunanca versiyonlarını, bir de özgün müziği tercih ederler…
15). Sağcılarda az ya da çok koyuluklarına göre dini inançları emredildiği gibi yaşamaya çalışırlar eğer bu konuda ibadet mecburiyetini bilip yaşama geçiremiyorlarsa bu konuda genelde “yapamıyorum, yaşayamıyorum” diyerek kendilerini eksik bulurlar ve üzülürler.. Solcuların en ateistinin bile mutlaka kapalı babaanne dede gibi ebeveynleri vardır. Hatta yakın akrabalardan biri vaktiyle köyün imamlığını yapmıştır. O yüzden dini bilmediklerinden değil, kalıtsal olarak çok iyi bildikleri için tam anlamı ile dini konulara hakimdirler ve objektif değerlendirirler....İnançsız olanları ise bilip inanmaya değer bir şey bulamadıkları için inançsızlığı seçmişlerdir
17). Sağcılara göre iç temizliği yetmez bunu ibadetle tamamlamak gerekir..Solculara göre iç temizliği esastır yeter ki kalpler fesat olmasın...
18). Sağcılar sevdiklerinin mezarına Allah’tan rahmet ve nur dilerler, solcular yerini öğrenemediğim bir adresten ışık talep ederler…
19). Sağcılar siyasi veya politik ortamlarda daha sessiz ve sağduyulu davranır ve biraz da haksızlığı Allah’a havale ederken, kader noktası der sessiz kalırlarken; solcular Allah’ı işlerine pek fazla karıştırmaz daha çok kendi seslerini yükseltir örgütlenir yürür hatta erglere kafa tutarlar kendi haklarını kendileri ararlar..
Neden yazdım derseniz; Sosyal medyada, yaşadığım çevrede o kadar çok bu konularda insanların tepkileri, birbirlerine karşı anlayışsızlıkları tahammülsüzlükleri gördüm şahit oldum muhatabı oldum ki. Saymakla bitmez. Bu iki görüş grubundan hangisi daha negatif görüşler taşımakta ve toplumla çatışmakta karar okuyucunun…
Herkes kusursuz herkes barışçı herkes en iyisi..Ama değil işte herkes bir şekilde birbirini kategorize etmiş durumda..Biz sürekli birbirimizi “öteki” kabul ediyoruz..Her şey ayrıntılarda gizli belki ufak ayrıntılar gibi görülse de bu ayrıntıların toplamı kümülatif toplamda açık farklar yaratıyor..Yan olmamaya çalışarak yazdım..Sağ görüşlü biri olarak haksız değerlendirme yapmamaya kendime yontmamaya çalıştım.. Yaptıysam eğer ben de empati kuracağıma dair sizlere söz veriyorum..Okuyan herkesin biraz tebessümle karşılayacağı “ sahi yapıyor muyuz” diye üzerinde kafa yoracağı bir yazı olsun istedim…
Daha barışçı daha dostça birbirimizi kabullenmek adına birlikte düşünmeye, farklılıklarımızı daha çok kabullenmeye birbirimizi sürekli eleştirmek yerine olduğumuz gibi anlamaya ve saygı duymaya NE DERSİNİZ?…
Perihan KILIÇ ESMİZE
Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Genelde taraflı yazılara yorum yazmam ama siz tarafsız olduğunuzu beyan etmişsiniz bu cesaretle yorum yazıyorum. Sosyal medyada sık rastladığım şudur; birileri baş olanlar bir mesaj atar diğerleri yandaşlar olarak o mesajı işlerler. Böylece tatmin olurlar. Bu nedenle sıkılırım taraf olanların karşılıklı yağlaşmasına şimdilerde dine taraftarlık moda oldu. Bu nedenle bilen bilmeyen din lehinde paylaşımlar yapınca alkış alıyor. Bu da kaliteyi düşürüyor elbet oraya da girmeyim. Yazınızdaki bazı noktalarta işaret edeceğim. Önce "İnanma Bil" yazımı ekliyorum çünkü inanç ile bilinç tam anlaşılmış değil. Taraftarlığı inanç sanan bir toplumda yaşıyoruz. İnanma Bil
İnanç Nedir? Mutlak manada inanç var mıdır?
İnanç:Bir düşünceye gönülden bağlı bulunma.
İnancın tanımında bile bireyselliği görebiliriz! "Her gönülde bir aslan yatar" Yani her gönülde aynı aslan yatmaz! Demek gönülden bağlı olmak bireyseldir. İnsanlık için belki en önemli ve göz ardı edilen sorun burada! İnancın sistematiğinden doğan sıkıntıları aşamıyor insanlar. Gönüllerde yatana müdahale de bu yüzden oluyor. Mutlak manada deliksiz inanç olmaz, bilinç dahi mutlak manada tam olmaz! Bu boyutta algılarımızın göreceliliğiyle inanır ve biliriz. Kabiliyete göreceli. Çoğu zaman "İnanç", "Bilinç" yerine kullanılmış. Hatta bu ayrımı Sait Nursi; tahkiki (hakiki) iman, taklidi iman şeklinde ayırmış. Yunus ise "İlim kendin bilmektir" diyerek, bilmeye işaret etmiş. Yani hem kendini bileceksin, hem de kendin bileceksin; nakil bilgilerle oluşan inancı içselleştirip bilgiye, bilince çevireceksin.
İnanç ile bilinç aynı mıdır?
İnanma, bil!
İnanç ilk adımdır, neyi bileceğimizi bize bildirir. Bilmediğimizi öğrenmek için ilk adım inanmaktır. Define avcısı, toprağın altında hazine olduğuna inandığı için toprağı kazar! Kazıya başlamadanki hali inanç, kazı sonucunda (Bulur ya da bulamaz) bu da bilinçtir. Yani kazıdan sonra hazinenin varlığı yokluğu konusunda bilince ulaşabilir. Öncesindeki inanç durumu kendine özeldir. Sonraki durumu ise topluma aktarabileceği bir bilinç durumudur. Yani insan bilmeden inancını (doğru yanlış) olarak topluma aktarması sadece danışma kapsamında olur. Bildikleri ise tavsiye kapsamında olabilir. Bakın burada önemli olan şu; inanç da bilgi de danışma ve tavsiyenin ötesinde bir dayatma yetkisini vermiyor! Zorlama hakkı hiç yok. Toplumsal adaletin sağlanması için insanların hak ve hukukunu korumak adına zararlı unsurların zor kullanılarak engellenmesi inanç değil "Hukuk" alanına giriyor. Yani şahit "Ben inanıyorum bu kişi suçlu" derse delil olarak değeri yoktur. Şöyle demesi şahitlik açısından geçerli olabilir;"Ben biliyorum, gördüm!" Bu dahi diğer delillerle anlam kazanır. Bilmesi veya görmesi de kendine görecelidir!
İnanç bilince dönünce kalkar mı?
Elinde siyah bir kutu tutan adam, kutuda Dünya'nın en büyük elmasının olduğunu söylese... Kutuda elmas olduğuna inananların tamamı aslında kutuda elmasın olduğuna değil, kutuda elmas olduğunu söyleyene inanır! Çünkü elması görüp incelemediler! Elması önceden bilenler, elması görüp incelediğinde ise artık kutuda elmas olduğuna inanmaz, bilir. İnanç, bilince dönmüştür. Yani söyleyen aracı da inanç da kalkar ve bilinç gelir. Bilinç dahi öncenin öğretilerinin üzerine gelişiyor! Dikkat! İnsan genlerle taşıdığı bilinci kendi yaşadıklarıyla geliştirir. Deneyimleyerek kendi öz algılamasının sonuçlarını bilinç olarak edinir. Öncekilerin ona "İnanç" olarak öğrettiklerini o bilince çevirir. İnanç olarak aktarılan belki öncekilerin bilinciydi ya da sadece inancıydı bu deneyimlenmeden bilinmez. Burada inanç ona kılavuz olur. Çünkü inanmadan tercih yapamaz. İnandığı şeyi deneyimlemek için tercih edebilir. Buraya dikkat biri çıksa ve dese ki; "Bana inanın, kutuda elmas var!" Ama asla kutuyu açmasa; açılmasını isteyenleri de "Hain, inançsız" ilan etse, itiraz edenleri de çarmıha gerseler! Ne olur? Zulüm olur; inanç, bireysellikten çıkmış ve sistematik bir baskı aracı olmuştur... İnancın bilince yol vermeme hali oluşmuştur. Oysa herkesin inandığı şeyi sorgulama ve bilinç edinme hakkı vardır. "Bu Dünya'nın en büyük elması olmayabilir, belki bir yerlerde daha büyüğü vardır." diyen de olacaktır, hatta "Bu elmas değil" diyen bile olacaktır! Bireysel algılar ve inançlar açısından insan özgürce kanaat kullanabilir, tercih yapabilir.
İnancın bilince dönüşmesi esas. Bunun aşamaları elbet var. Örnekteki elmasın kutuda olduğunu söyleyene inanmak ilk aşama . Bu söyleme inanıp kutuyu açmak ikinci aşama, elmasa dokunma, inceleme aşamalarının en son noktası bilmektir. Bilinç halinde inanç kalmaz. İnanç hala varsa bilinç tam oluşmamıştır, şüphe vardır!
Son tahlilde; her konuda bilinç esastır. İnanç tercihe yol gösterir. İnanç da bilinç de kişiye göreceli olduğundan sistematik olarak topluma dayatılması sakınca doğurur. Tavsiye edilebilir, edilmeli. İnancın ve bilincin sadece tavsiye edildiği toplumlarda diğer insanların kendi öz bilincini oluşturması kolaylaşır. Zorlama olursa inanç gelişir ama bilinç asla açığa çıkmaz! Taklidi olan inanç, riya ve "Münafıklığa" zemin hazırlar. İnancı dini alana hapsetmek doğru olmaz. İdeolojik inançlar da dini inançlı veya ateist olmak da kişinin özgür kanaati tercihi olması sebebiyle inanç kapsamındadır. Bilince dönüşmesinin önü açık olursa su akar yolunu bulur. İnsanları standatlaştırmak melekleştirmek gibidir. Literatürde olduğu gibi melekler insana secde ediyor ise insanı meleklerden üstün yapan tercihi ve bilincidir. İnsanı, inanç alanına hapsedip bilince mani olmak; insanı melekleştirmek olur ki dinde aşırılık bu sonucu doğurur. İnanca mani olmak da aynı kapsamdadır. Bazıları da kendi bilinçlerinden o kadar emindir ki başkalarının inancına dahi tahammül edemez... Benzer haller çok yaşandı, yaşanacaktır.
Selametle,
Ahmet Bektaş
Şimdi yoruma gelebildim.
Yazıda 12. maddeye baktım: "Solun orta derecesi ise din konuları konuşulduğunda Atatürk’ü Hz. Muhammed SAV ile kıyaslayacak kadar yüceltir..Çünkü Hz Muhammedin konumunu hakkıyla bilemez..." Burada tarafsınız, taraf olmaya elbet hakkınız var . Konu bu değil. Bakınız siz "Muhammet" yazdığınızda (SAV) eklediniz ama "Atatürk" yazdığınızda (Yüce) eklemediniz nedeni açık herkes saygı ifadesini saygın gördüğüne ekler. Bu konuda tarafsızlık şudur. Atatürk ve Muhammedi insan olarak saygınlık eki olmaksızın değerlendirmek mümkün değil mi? Değerlendiren neden anlamamış olur bakın yazıda "Çünkü Hz Muhammedin konumunu hakkıyla bilemez.." demişsiniz. Bilmediğinden mi acep belki de önemsemiyordur. "Vay kafir mi" denecek! işte burada dikkat etmiyoruz. İnsanların kendi aralarında eşit olduğunu bile unutulur. Nedeni açık taraf ve taraftarlara işaret vermek. Maalesef. Atatürkü herkesten üstün tutma hakkıyla Muhammedi herkesten üstün tutmak ya da İsa ya da Musayı herkesten üstün tutmak kişinin kendi tercihi değil mi ki. Kıyas yaparsa bilmemiş oluyor? Burada dikkat edilecek şey şu kıyas yapması değil felaket felaket onun da Atatürkü en üstün tutmakla kalmayıp başkasına da dayatması. Aynı diğerleri gibi. Yani yeterli bilinci yok deyiverirler kendi gibi düşünmeyene.
"18). Sağcılar sevdiklerinin mezarına Allah’tan rahmet ve nur dilerler, solcular yerini öğrenemediğim bir adresten ışık talep ederler…" Demişsiniz. Durum böyle mi acaba? İzlenimlerim şöyle. Bazı solcular modaya uymuş, ezan, kuran ve inanç konusunda kraldan çok kralcı kesilenleri var. Ve artıyor. "Ne zararı var" derseniz , taklidi bir taraftarlığı mecburen kabullenmenin ileri aşamalarda sorun çıkardığına tarih şahit.Yani içselleşmeyen bir durumun söylemeye dilim varmıyor"Münafıklık" doğurması muhtemeldir. Allahtan rahmet nur dilemek sizin açınızdan belki inanç belki bilin değerinde. Ama başkaları açısından evrenden nur dilemek bu dahi Allah'tan dilemektir. Bilinmeyen kaynak değildir. Hamd alemlerin rabbına mahsus ya. Tamamı ondan kabul edilir. Bilinmeyen kaynaktan dileyenler azınlıkta yani. Onlar da kendi bilinçlerini kullanırsa sorun olmaz. Doğrusu evrenden dilemek elbet. Kaynak evren. Kaynağı yaratan ve idare eden şeklinde inanç ve bilinç ekseninde konu uzar. Sözü çok uzattım. Çünkü yazınızdan cesaret aldım. Yorumum sizde nasıl yansıyacak merak ediyorum. Ha unutmadan sizin gibi geniş açıdan bakanlar çoğalsın ki, toplum huzura ersin. Tebrik ederim. Saygı ve selam ile.
Ben hoşgörünüze sığınarak yazıyorum. Yani faydalı oluyor gördüğüm kadarı iel. Bakınız "İslam sevgi dinidir" diyorsunuz bu harika ama siz kuranda "Cariye" aradınız mı hiç. Kuran Diyanet meal arama motorunda . Cariyelik konusunu aradınız mı? "Köle"lik ayrı bir arama. Ya da kadına yapılan ayrı muamele, ya da nikahta kadına verilen "Mihr" bunları insanlar sevgi kapsamında işleyebilmiş mi? Demem o ki tarafolmak başka yaşamak başka. Bir insanı cariye olarak kullanmak cinselliğini alıp satmak meşru olması başka. Köle bambaşka. Demem o ki bu konuları doğru anlamadan yola çıkanlar Emeviler hatta daha ilkler Peygamber soyundan olanları cariye köle olarak pazarda sattı ve erkekleri katletti. Bunların da delili "Sevgi Dini" olan islamdı elbet. Ben sizin yazdıklarınıza tamamen katılıyorum. Hatta seviniyorum karşılıklı şu sohbeti edebilmekten. Bu konularda çok yazım var. Bazıları bana dinci, bazıları dinsiz, bazıları da hocam diye hitap eder. Anlayın işte durumu. Herkes kendi algısındadır. Sevgi dini doğru anlaşılırsa sorun da kalmaz. Ha unutmadan siz güzel yandan bakıyorsunuz. Diğer yanları görmeden sadece güzele bakmak da "Sait Nursi" nin tabiriyle her şeyin iyi tarafına bakmak aslında. Bana uyar. Saygı ve selam ile. Taraf olanlar bunu başaramaz. Onlar için bir iyi vardır. Kendi algıları. Hoş kalın. Din (İl)e Saldırmak
İnsanların huzur içinde yaşaması için hukuku korumak gerekli, bu nedenle kanun ve kurallar doğar. Bu kanun ve kuralları eski zamanda en güçlü olanlar koyardı! O kişiler de bazı “İlah” olarak anılırdı, bazen de kendilerini “İlah” ilan ederdi.
Tarihsel süreçte gelişen insanlar “Yasama” konusunda bilinçlenerek “Ortak karar” ile kanun ve kural koymayı seçti… Bu nedenle uyanan toplumların sancılı özgürlük serüveni hızlandı.
“Ortak karar” ile oluşturulması gereken kanun ve kuralları kendi inandıkları “Kutsal” öğretiler doğrultusunda yapmaya çalışanlar; ortalığa sıçmakla kalmıyor, bir de etrafa sıvıyorlar… Çünkü tarihsel süreçte yaşanan en kanlı savaşlar “Kutsal Savaşlar” dır. Hıristiyanların Haçlı Seferleri ve Müslümanların Cihat (dini yayma) gayretleri insanlığın incinmesine sebep olmuştur! Sadece başka dine mensup olmak suçuyla masum insanların malını, canını, namusunu yağmalayanlar, ganimet (meşru) alanlar; din adına ayaklar altına almışlar insanların haysiyetlerini.
Günümüzde ise toplum içersinde “Kutsal” sayılan işlerin giderlerin karşılanmasında ve bu görevlerde bulunanlar için o toplumun tamamının gelirinden pay kapma yarışı yapılmaktadır!
Dine saldıranların gerekçesi: Toplumda kabul görmüş dinin mensuplarının, diğer dinleri ve dinsizleri baskı altına alarak toplumun ortak gelirinden en fazla payı alması; bu amaç doğrultusunda özgürlüklerin kısıtlanması endişesi.
Din ile saldıranların gerekçesi: Diğer dinde olanların veya dinsizlerin, onların dinlerini baskı altına alacağı düşüncesi; dini alanı bireysel, vicdani özgürlük olarak görmek ve toplumsal alanda hakim kılmamak, toplumsal gelirden dine aktarılan payı azaltmak veya kaldırmak amacıyla dinsel özgürlük alanının daraltılması endişesi.
Her iki endişeyi şöyle değerlendiriyorum; iki kör arkadaş aynı tabaktan dolma yiyorlarmış. Biri diğerine demiş; “Çifter çifter yeme”. Diğeri; “Arkadaş sen görmüyorsun, nerden biliyorsun çift yediğimi?” Suçlayan iddiasını şöyle savunmuş; “Kendimden pay biçiyorum, çünkü ben öyle yapıyorum!”
Son tahlilde; dine saldıranlar ve din ile saldıranlar, kendi aralarında müthiş bir kavga içersindeler! Her iki taraf da masum değil! Çünkü her iki tarafın da haksız menfaat elde etme hırsı var. Tahterevallinin iki ucuna oturmuşlar, birbirlerini nöbetleşe alçaltıp yükselterek toplumu geriletiyorlar. Bu nedenle Yunus, Mevlana gibi olamıyorlar.
Şöyle ki dinime saldırılıyor söylemi yenidir eski değil. Ben din alanında daha ziyade din ile saldıranları da gördüm. Emevileri bilirsiniz. Ben bir yazımı daha kopyalayıp buradan paylaşmak isterim. Orta Çağdaki dini ve ideolojik liderler için saygı bekleyenlerin bunu kendi açısından yapması doğal ama dikkat ediyorum kendi liderine saygı isateyen başkasının liderini reddederek saygı göstermiyor. Benim şahsi kanaatim şu. Saygı beklemek yerine başkasının liderine sövmemek gerekiyor. Son zamanlarda Hazreti Muhammede yapılan hakarete varan eleştiri ve karikatürler , filmler provake için yapılıyor ki. Bunun yansımasını da aldılar! Yani maksatlarına ulaşıyorlar provake edenler. "Dine saldırmak" Yazımı ekleyim, bu süreç işidir. Yani inanç bilinç içselleştirmesinin ilk adımıdır sağlam inanç. Sizde gözlemlediğim de bu. Sağlam inanç bunu sağlam bilinç olarak siz kendiniz gözlemlersiniz. Yani siz bileceksiniz. Dinine saygı arayanların başka din veya başka inançta olanları "Cehennemli" olarak kabulu de bir saldırıdır. Diğerlerini kendi algısında en alt makam olan "Cehennem"e atma yetkisini de kendi inancından alıyor. Oysa insanlar kendi aralarında eşittir. Allah yapar değerlendirmeyi. İnsanlar genelde yandaşlarına kendi inançlarıyla mesaj vererek karşılıklı paylaşırlar. Bu sürece dikkat etmek gerek taraftarlık süreci inanç süreci bilinç sürecinde zaten taraftarlık dahi yerini bulur. Su akar yatağını bulur.
Şöyle bir şey var Ahmet bey İslam sevgi dinidir ve asla dinimizde zorlama yoktur size bir kıssa aktarayım" Hz. İbrahim bir gün misafir arar sofrasına oturtmak için yoldan geçen bir keşişi buyur eder sofraya otururlar ve tam keşiş elini yemeğe uzatır "besmele " çek der hz.İbrahim..çekmez keşiş çekersin çekmezsin derken çekmeyince Hz.İbrahim keşişi yemek vermez ve kovar o arada Cebrail aracığı ile gelen vahiyde yüce Allah Hz.İbrahime "Ben yıllardır inanıp inanmadığını sorgulamadan beklemeden ummadan onun rızkını verdim sen nasıl olur da benim verdiğim rızkı keşişin elinden alırsın" diye uyarır..bunu üzerine Hz İbrahim koşup arar keşişi bulur af diler keşiş müslüman oluyor ardından diyeceğim o ki..dinimiz kimseyi zorlamıyor benim asla ne hakkım ne yetkim var bu konuda insanları eleştirmeye ancak ben kimseye karışmıyor ve inanç noktasında kimseye bir şey demiyorsam aynı saygıyı ben de bekliyorum değerlerime değer verilmesini beklerim...inanıp inanmamak karşıdaki kişinin problemidir..Benim peygamberime karşıma geçip hakaret etmeye kalkana asla izin vermem ben de kimseyi yargılayıp hakaret etmem ve aynı saygıyı beklerim...sanırım anladık birbirimizi selamlar kendinize iyi bakın
Konu açıldı az evvel yazdığım yazımı da ekleyim. Bakınız önce şunu diyeceğim. Siz Muhammet ile Atatürkü insan olarak rutbesiz değerlendirmek istemiyorsunuz ama başkası da muhammeti rutvbesiz değerlendirmesin demiyorsunuz. yani kendi öz kişiliğinizi savunurken başkasına kendi doğrularınızı dayatmıyorsunuz . Bunu gözledim. işte evrensel denge kurulur mutlaka. Son yazımı da ekleyim çok konuşmadan. ;) Saygı ve selam ile. Dosdoğru Olur
İnsan ne söylediğini bilirse, ağzından çıkanı kulağı duyuyorsa sonun olmaz. Bazıları hem ne dediğini bilmez, hemde anlatılanı anlamaz. Böyle olunca da saçma sapan çıkışlar yapar, debelenir durur. Bu şekilde olanların sözüne itibar edilirse felaket olur elbet. Bunlarda ifade özgürlüğü gelişmemiştir. Kendi "Doğru"ları ile yaşarlar ve tüm insanlığın onların doğrusunda buluşması esastır!? Bu nedenle saçmalar dururlar.
Benim deneyimlediğim bir kaç durum var. Mesela bir yazımı veya şirimi paylaşıyorum; yorumların çeşitliliği, birbirinden farklılığı çok önemli. Kısaca "Tebrikler" diyende oluyor. Uzunca değerlendiren de. Bireyin kendi öz algısı ise sorun çıkmıyor. "Doğru" veya "Yanlış" bulması özgür tercihidir. Benim sıkıntılı bulduğum husus şu; eleman yazıyı yeterince okuyup, anlamamış bile direk şahsa, yazara saldırıyor. Yazıdan anladığı kadar kendi taraf olduğunu sandığı ideolojik görüş ya da dini kanaati neyse onu savunmak adına "Gösteriş" yapıyor. Aynı yazıda bana "Dinci" diyen de oluyor, "Dinsiz" diyen de oluyor. Bunun nedeni açık, birey kendi algısını dillendiriyor. Yazı onun için önemli değil. O taraf olduğu ideolojik görüş ya da dini akım yönünde kendi mesajını vermekle meşgul. Anlamakla değil ki.
Bunu yapanlar aşırı uçlarda! Bakınız tahterevallinin iki ucuna oturmuşlar nöbetle birbirlerini indirip kaldırıyorlar. Birbirlerine ihtiyaçları var. En vahimi de şu; iki uçtan başka yerde duruş olmazmış şeklinde diğer insanları uçlara itiyorlar! Oysa "Orta yol" denge "Sırat" noktası var. Karşılıklı birbirlerini indirip kaldıracaklarına ortadaki direği yükseltseler ikisi de yükselecek hemde birbirlerini indirip kaldırmaları gerekmeyecek denge olursa... Galip ve mağlup davranışını bilirsiniz; aşırı uçtakiler dengeyi kendi lehlerine bozup yukarı çıktıklarında yükseklik onları çarpar ve diğer insanları "Böcek" gibi görmeye başlarlar. Denge diğer taraf lehine bozulunca da yakınmaya başlarlar çünkü önceden "Böcek" gördükleri şimdi onları aynı şekilde görmeye başlamıştır. Bu kapsamda mağlup olanlar çaresizlikten saldırganlaşır veya yalakalaşır! Saldırganlaşanların galiplere gücü yetmediğinden kendine yakın olanlara saldırması sık rastlanır. Bu nedenle kulaklarına çöple değilmez. Kolunuzu ısırırlar mazallah... Bir de sık rastladığım; kişi kendi önemini artırmaya çalışır elbet bu en doğal hakkı; sorun şurada: ilk zamanlar yanında yer alanları kendini önemli bulduğu noktada harcar! Buna "Kıdem basması" denir. Bu kişiler beraberce yürüdükleri insanlar sayesinde yükselirler veya kendi çabasıyla yükselirler, fark etmez; yükseldiklerine inandıkları noktada ilk yanında olanları harcarlar. Bu da sık rastlanan bir durumdur.
Son tahlilde; kişi kendi olmalı, ısmarlama fikirlerle, dolma akılla yol alınmaz! Vefalı olmalı çünkü insanlık noktasında kimse diğerinden önde değildir! Kabiliyetler açısından zaten kabiliyeti olan sivrilecek. Buna dikkat edelim. Yoksa örnek verdiğim tahterevallinin bir ucuna itiliverir, haberi bile olmaz. "Dost acı söyler" derler ama dost "Doğru" söylesin, doğru olsun, acısı başka konu.
Bir fıkrayı da ekleyim bari; yılanla tilki dost olmuşlar, dere kenarına gelince yılan kurnazlık edip tilkiye demiş "Ben sudan korkarım, boynuna dolanıyımda beni karşıya geçir" Tilki dostunun bu isteğini kabul etmiş. Tam suyun ortasına geldiklerinde yılan tilkinin boğazını sıklamaya onu boğmaya yeltenmiş. Tilki yılandan kurnaz, demiş; "Ben fenalaşıyorum, öleceğim galiba; uzat başını da son bir kez göreyim yüzünü, vedalaşalım" Yılan kendinden emin başını uzatınca tilki yılanın kafasını kapıvermiş. Dere kenarına yılanın cansız bedenini uzatmış ve şöyle demiş; "Dost dediğin işte böyle dosdoğru olur!" Dostluklarımız dosdoğru olsun, Selametle
dini yaşamak veya anlatmak bu günlerde moda demişsiniz bu konuya gelince Ahmet bey emin olun her zaman din yaşanıyordu ülkemizde ancak insanlar göstermekten çekiniyordu çünkü seçenek yoktu Allah dedin mi adın irticacıydı..dini hassasiyetleri dolayısıyla memuriyetin çeşitli kademelerine alınmayan veya meslekten ihrac edilenleri yüzlerce insanı sanırım bilirsiniz..
bu gün rahatça ifadesinin nedeni özgürleşmektir.Artık insanlar Allah demekten korkmuyor gizlemek zorunda değil… damgalanmayacak.. bu güven ortamı nedeniyle insanlar daha rahat kendini ifade ediyor..Yüce kelimesine gelince ben Allah veya peygamberimiz için kullandığım herhangi bir kelimeyi sıfat ya da sözcüğü bir kul için kullanmamaya gayret ediyorum “yüce gibi yaratmak gibi ..” Atatürk ve Muhammedi insan olarak saygınlık eki olmaksızın değerlendirmek mümkün değil mi?” demişsiniz kesinlikle değildir.
İnanmayan biri için tek noktada bakıldığında ikisi de sonuçta insandır..çünkü o inançla bakmaz kendi düz mantığı ile bakar kendi çerçevesinden değerlendirir..İnanan biri için Peygamberimiz SAV şu uçsuz bucaksız evrenin zaman öncesinin zamanlar sonrasının Alemin kendisi için yaratıldığı kişidir O bir semavi dinin temsilcisi öğreticisidir..Sadece Türk toplumu için değil dünya yüzünde yaşayan 1,5 milyar insana rehber olan onları selamete götürecek kişidir. İnanmayan biri için ne selametin ne ahretin ne dinin anlamı olamayacağı için peygamberimizin değerini Bir müslümanın bakış açısıyla algılaması ve bunu ortaya koyar şekilde konuşması mümkün değildir..Çünkü idrak kapasitesi bu noktada sıfırdır.
peygamberimiz sav efendimize öylesine düz lisanla ya da hakarete varan dille saldırı var ki ateist arkadaşlarım maalesef bunu her gün dillendiriyorlar şahit oluyorum tercihleri deyip geçmek sanırım inancımla bağdaşlaşmaz..En azından arkadaşım bu benim inancım inanmamak senin hakkın ama inancıma saygı duy ve benim yanımda bu şekilde konuşma diyorum…
gelelim 18.maddede benim “bil” konuma evet mezar hayatı ile ilgili kıyametle ilgili kapsamlı bilgiler vardır elimizde ancak ne gidip dönen ne gördüğünü anlatan olmuştur. Bu konudaki “bilinç” inandığımız ya da inanmadığımız kadardır. Yani kutuyu açıp elması görme şansımız yok..bazı solcuların din konusunu abarttıklarını söylüyorsunuz ama belki de onlar bil” ötesine geçip gerçek “bilince” kavuşmuşlardır..Bana göre kesinlikle öyle ..İnanç noktasında belli bir çizgiye ulaşanları diliniz varmasada Münafıklık ile tabir etmişsiniz..Bu tabiriniz “bil” kapsamındadır “bilinç” olarak sizin bunu tespitiniz imkansızdır.
Evrende büyük bir güç potansiyel olduğu doğrudur..kimi bunun kendiliğinden var olduğunu söyler kimi de bunu elinde tutan mutlak gücün Allahın varlığına evreni şahit tutar..Güzel ve keyifli bir sohbetti her zaman beklerim selamlar saygılar
ahmet bey çok açım okuldan yeni geldim yemek yiyip kızları hale yola koyup kesinlikle döneceğim anlayışınıza ve güzel yorumunuza sonsuz teşekkürler saygılar
12 eylül öncesi gelinen hazin nokta...Hoca bir araştırma verir öğrencilerine,sağ elini kullananlar ve sol elini kullananların oranlanmasıdır.Öğrenciler kime sorsalar cevap yok,sen benim sağcı mı solcu mu olduğumu öğrenmeye çalışıyorsun diye.Ha bu kritik dönem de hoca niye bu ödevi verdi bilinmez,bir köy enstitüsü mezunu öğretmen arkadaşımdan dinlemiştim.Neydi paylaşılamayan,oysa bu gün tahammül edebiliyoruz birbirimize anlayışla sevgiyle değişen olgu nedir anlayabilmiş değilim.En çok ta şairler bölümdeki tespit üzdü beni...Sanatı dışında tutabilsek siyasi düşüncelerin.sadece insan olmamız yetmez mi sevilmeye ve sevmeye desem de hasta ruhlar bozacak biliyorum düşüncelerimi.İyiler yapacak kötüler bozacak mı kıyamete kadar.Sevgimle Perihan Hanım ilgiyle okudum.
keşke olsa ne sağ ne sol insan olmak ortada bir yol..Hele bir de Yüce dinmizin değerlerini hayata dahil ettiğimizde merhamet inançlara saygı yardım zekat vsi gibi toplumsal yaşama kuralları tam olarak benimsense değil ülkemizde tüm dünyada barış hakim olur ne izmler ne başka yöntemler insan değil her zaman tepedeki kişiler ön planda ve kazanandır halk her zaman ezilmeye mahkum keşke herkes kendine sorsa yanlışım nerede...
zaten bir araya toplamın sebebi hani biraz da fazla mı ters düşmüşüz ne diye kişilerin kendilerini sorgulaması kimbilir bir gün birbirini daha çok seven insanlar yaşar dilerim dünyada
68 ve 72 li yılların klasik kategorisi...Şimdilerde daha farklı argümanlar da kullanılmakta...Danırım insan yetiştirme düzenimizde sorun var...Geçmişte her inançtan ve ırktan olanlar bir arada yaşamayı başarmışlar...Biz de yapabiliriz...
Mevlananın Yunusun hoşgörüsü...İlmitavır sahibi olarak...Saygı duyarak...Herkes sırırlarını bilirse...Kırmadan dökmeden...
size bir kitaptan okuduğum bölümle cevap vermek istedim çok etkilemişti beni çok değil henüz yüzyıl geçmedi Çanakkale'nin, Kurtuluş Savaşının üzerinden o gün birbirine siper olan kardeşlik bağları ve maneviyatla bağlı neslin çocuklarıyız biz..şimdilerde durumumuza göz atarsak neslimizi inkarcı bölünmüş vefasız Atalarını karalayan hasta ruhlu birbirinin kuyusunu kazan ne oldu bize bu soru bazen beni çok fazla üzüyor galiba ne olduğu da bu örnekle mukim saygılar
Cemal Kutay Kurtuluş harbi sırasında yaşanan bir olayı naklederek;
Bir grup yaralı Mehmetçiğin Alman revirinde tedavi altına alındığını ve bir Mehmetçiğin kendisini “iyileşeceksin” diye teselli eden Liman Paşaya; “Paşam ben kendimi düşünmüyorum… Biz mangada on iki arkadaştık dördümüz şehit oldu geri kalan hepimiz yaralandık dördümüzü buraya getirdiler ötekiler ya orada ya da bizim revirde. Hep bir arada olmak istiyoruz. Söyleyin ne olur Burası daha iyi ise onları da buraya getirsinler, ya da bizleri de onların yanına götürsünler… Onların bizden farkı ne? Dediğini anlatır ve döner bu hatırayı naklettiği 2003 Türkiyesine sitemini dillendirir aynen aktarıyorum;
“Çocuklarımız birbirini öldürüyorlar, İnsafsızca, acımasızca gözlerini kin bürümüş olarak… Birbirlerini kurşunlayanlar işte bu arkadaşları kendileriyle olmadıkça daha iyi ve rahatı reddeden kahramanların çocukları, nihayetinde torunlarıdır.
Ne oldu bu millete? Evet… Ne oldu? Tercüme edilecek kitaplar yazmıyor ki bugünkü “çevirmen”(!)ler cevap bulsunlar… Biz bu muhteşem KÖK’Ü kopya ve tercüme uğruna kaybettik…”
Ne de güzel demişsiniz keşke böyle katı çizgilerle birbirimizi ayırmak yerine sürekli düşünce babında ezme küçük gösterme telaşı ile tabir caizse saldırganca tutumlarda bulunmak yerine yaratandan ötrü yaratılanı sevebilsek o zaman ne dünyada keder ne aç ne savaş kalır...çok teşekkür ederim saygılar
Günaydın sevgili PERİHAN hm.ef. dost. Her metniniz,makaleniz,kimi şiirleriniz gibi işte bu tesbitlerinizi de dikkatle okudum; hernekadar,yaşlılığın getirdiği doğal anlayış, feraset sıkıntıları yaşamaktaysam da.. ----. " Daha barışçı daha dostça birbirimizi kabullenmek adına birlikte düşünmeye, farklılıklarımızı daha çok kabullenmeye birbirimizi sürekli eleştirmek yerine olduğumuz gibi anlamaya ve saygı duymaya NE DERSİNİZ *.." Can-ü gönülden ve yürekten AMİİİİİİİN diyor,bilvesile sevgi ve saygılarımı yolluyorum değerli dost..
Cemalettin amcam sizler bizler için birer ışıksınız ve bu her zaman böyle olacak sevginin en durusunu bağlılığı şefkati en güzel ben sizin satırlarınızda tanıdım, eşinize ailenize çevrenize bizlere öyle güzel bir aynadan baktırdınız ki feraset sıkıntısı ne demek bizlere sevgi ile bir yol gösterip rehberlik ettiniz size sevgim ve saygım sonsuz iyi ki varsınız saygı ve hürmetlerimle ellerinizden öpüyorum
Malesef bu böyle Arkadaşım Bizler İnsanız öncelikle sağcı olalım yada solcu olalım sırf insan olduğumuz için birbirimiizi sevmek zorunda değiliz ama saygı duymak zorundayız Şimdiden günün seçkisini gördü gözlerim kutlarım cesaretinden dolayı Arkadaşım sevgimle...
sağol canım seçki olur olmaz sorun değil de nasıl bir birimizi kategorize etmiş ayırmış anlamamak için direniyoruz kör bir inatla, göstermek istedim başarırsam ne mutlu eksik olma sevgiler selamlar
Galiba ÖNCE İNSAN olgusu.Söylenecek çok söz varken sadece Kızkulesi'ni seyrederek hayatında hiç görmediği Zap Suyu'na ağıt yazanların samimiyetini belirteyim ve bu mükemmel yazı içeriği nedeniyle Sn.yazarı kutlayarak selam ve saygılarımı sunayım.
sadece yıllardır biriken gözlemlerimdi eminim ki satırlarıokurken pek çoğunuz da aynı ya da benzerlerine tanık olmuşsunuzdur..her şey aslında ayrıntılarda gizli siyasal platforma varmadan birey babında bıyığından tercih ettiği içkiye oradan inancına hayata bakışına öyle keskin çizgilerle ayrılmış ki insanlar önce bunları analiz etmeli diyorum çok teşekkür ederim değerli yorumunuza saygılar
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.