15
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1758
Okunma

Hayret dedi içinden.
Bu kadının gözlerini bir yerlerden tanıyor gibiydi. Ama nereden ? İçinde bir şeyler gizli saklı sanki. Baktıkça görür gibiyi aslında.
Bir de kaçırmasa bakışlarını gözlerinden...
Bir nehir miydi bu, yoksa deniz miydi anlayamadı. Kapadı gözlerini kadın aniden, kaçırdı. Bir adam vardı, bir de köpek son gördüğü sahnelerin birisinde. Köpek hep adamın yanındaydı. Beyaz elbiseli birisi koluna girdi, köpek havlamaya başladı. Zıpladı, zıpladı, peşinden koştu. Bir köpek ne kadar konuşabilirse, işte o kadar konuşup gitme demeye çalışıyordu.
Yaklaştı kadına.
Bak bana, gözlerinin içini görmek istiyorum der gibi eliyle başını kendi yüzüne doğru çevirdi. Kadın, gözlerini ondan sakmak için arkasını dönüp yürümeye başladı. Peşinden sürükleniyordu adeta. Eve girdiler.
İçerden mis gibi ekmek kokuları geliyordu. Yine hayret ki, uzun zamandır ilk kez aç olduğunu fark etti. Herhalde misafire bir dilim ekmek ikram edilir diye düşünürken, bir tepsi içinde hazırlanmış en sevdiği yiyeceklerle beraber ekmek de geldi. Önce camları bile olmayan bu evi seyretti, sonra önüne gelen tepsiyi...
Kimdi ve neredeydi ama herşeyden önce çok açtı, yemek yemeliydi. Hem de en sevdiği yemekleri. Kaşığı çorbasına daldırdı, ağzına aldı, durdu. Ağzında çorba yoktu. Bir daha çorba aldı, bir daha, bir daha, ama hiç birisi ağzına çorba olarak gelmiyordu. Bu kez ekmekten bir parça kopardı, çiğnemeye başladı... Gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Gözleri, gözlerinin içine bakan kadındaydı. Bir kadın çığlığı duydu bir anda diplere indi... Sustu kadın. Zaten adam da demişti ona. "O hep susar, hiç konuşmaz." Diye. Fakat kadının çığlık seslerini duyduğundan emindi.
Diplerde kayboldu... Bir çocuğun yolunu kaybetmesi gibi bir şeydi başına gelenler. Bir türlü yolunu bulamıyordu, hangi tarafa baksa annesini bulamayan çocuk gibiydi. Ağlamak isteyen, ama arkadaşlarına anlatınca gülerler diye ağlamaya utanan çocuk!...
Peki bu ucu bucağı olmayan su neydi ?
Kendisini saklayan diplerdeki... Deniz miydi, nehir miydi ?
Ya o adam, hani durup dururken "hadi bin tekneye git diyen."
Kendisine bir kambur yükleyen, bembeyaz sakallar ekleyen, gözlerini eskiten o adam kimdi ? Şimdi aynı adamla diplerde karşı karşıya geliyordu.
- Gel. Diyordu beyaz elbiseli bir adam koluna girip bir tekneye binip uzaklaşıyordu.
İşte köpek havlıyordu. Kadının çığlıklarını duyuluyordu.
Beyaz elbiseli adam gülüyordu. Söz veriyorum çok yıllar sonra, sadece bir gece kamburu çıkmış haliyle size gelecek. Çok yıllar sonra, ama çok yıllar. Siz bile tanımayacaksınız.
- Çek kürekleri kayıkçı hadi, ha ha ha çek bakalım kamburun çıkacak çeke çeke.
Tüyleri ürperdi... Beyaz elbiseli adamın ve kendisinin nereden geldiğini anlamış, az sonra nereye gideceğini de tahmin edebiliyordu. Kapat gözlerini der gibi ellerini uzattı kadına. Kendi elleriyle kadının gözlerini kapadı.
Bu kadının kendi karısı olduğunu, o deniz veya nehir yolculuğu her neyse çıkmaması için kendisinden önce köpeğini koşturduğunu biliyordu artık. Yere baktığında, köpeğinin nefes almadığını fark etti.Bu kadar yaşaması bile bir mucizeydi aslında.
Kadına ilk kez yıllar önce bıraktığı eşi gözü ile baktı. İnanamadı. Saçları, gözleri, hiç bir şey bıraktığı gibi değildi artık.
Her şey kıyıda kalmıştı sanki. Utana, sıkıla ellerini tuttu.
- az önce bana ikram ettiğin çorbaya çok güzel demek isterdim. Affet. Meğer ölünce tad alma duygusu yok oluyormuş. Sen benim eşimdin, yine öylesin. Köpeğimizi göm, camlarımızı tamir ettir içeri soğuk girmesin, kendine çok iyi bak aklım kalmasın. Bahçeye nane ek, çorbaya da koyarsın.
Hoşçakal.
öyküsatıcısı2012Davidoff