18
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2171
Okunma

Yerde bulduğu saç topağını “Bu benden düştü” diyerekten karışık saçlarının arasına soktu halam. Babam balkonda ikindi kahvesini yudumluyordu. Bir sürü kuş birbirine dolanıp geçti uzaktan. Oturduğum minderden kalkıp, halamın ayağındaki ipi çözdüm. Birlikte bahçeye çıktık. “Bağla onu” dedi babam. “ Koşturmayalım yok yere.” Halam güldü. Ekleme topak yüzünden aşağı asılıyordu.
“Saliha!” diye seslendi babam. Annem gittikten sonra aldım bu adı. Aslında Hüsna idim.
“Saliha, bir sen yakmadın şu yüreğimi.”
Halam daha fena güldü. Karnını tuta tuta. Vallahi deli değil. Herşeyi biliyor da gavurluğuna ses çıkartmıyor.
Bunu bir gece kapımıza bıraktı kocası. Hiç birimiz geldiğini duymadık. Sessizce sabahı beklemiş taşlıkta. Üzerinde yakası dantelli geceliği. Avuçlarının içinde bir çift kuzgun karası örgü. Çekmiş de yolmuş kadını mendebur! Abim ezanla kapıyı açınca bulmuş onu. Öyle dimdik dikiliyormuş bırakıldığı gibi. Ağzındaki karanlık aralıkta yemek tarifleri gibi tatlı duran birkaç cümle donuğu. Abimin çığlığına kalktık da gördük. Zaten bu olmaz olası şehirde, kapımızı hayra çalan olmadı hiç. Bir keresinde abimi götürdüler. Gözlerinde puslu bir rüya çapağı. Ayakkabısının tekini bile giydirmediler. Adamlardan biri “Üç gün sonra şelalenin oradan alırsınız” diye haykırdı arabaya bindirirken. Babam büyük yemin etti. Şart olsun alırsam, dedi. İki gün şu balkonda oturup sigara içti. Üçüncü gün annem bayıldı. Daha duramadı babam. Annemin yüzüne bakmadan “Bohçanı dür, bir saate gelirim” dedi.
Gelmedi iki gün. Annem elinde çamaşır bohçası, hem ağladı hem bekledi taşlıkta. Kara bulutlar geçti üzerinden. Eşarbı geri kaydı. Baktım omuzundan aşağı upuzun saçları. Dip tarafta eteği yalpalıyor, baş tarafta kırçıllı örgüleri. Dedim ölür bu kadın. Rengi toprakla bir olmuş.
Öğle vakti sokağın ucunda göründüler. Abim babamın beline sarılmış. Kim kimi tutuyor bilemedik. İkisinin de gömleğinde kan lekesi. Gül gül açılıp katmerlenmiş. “Geldiler anne” dedim. Annem hiç seslemedi. Yalnız bohçasını omzuna takıp önünde diz çöken abime nefretle baktı. Sonra elini öptü babamın. “Kardeş, Allah’a emanetsin” dedi üzgün. Annem halam oluverdi. Ne münafık kaderim var imiş dedi babam.
Abim odasından hiç çıkmadı. Duvardaki kara kandile baktı da ağladı nice. O annemin lambasıydı. Karanlıktan korktuğu için, kabrimin başına asarsınız diye vasiyeti vardı.
Odasına taşıdığım yemek tepsileri küflendi. Hafta arayla bir saksıya döktük yemekleri. Bir yerden arsız bir tohum uçuverdi saksıya. Bostan vakti dört domates kızardı. Abim yaşlandı. Pijamasının paçaları eskidi. Bir sabah avaz avaz bağırdı sofada: Mikail geldi dün gece! Elindeki tespihi duvara çaldı babam öfkeyle. Taneler tıpır tıpır ahşap zemine dökülürken, elimdeki mandal kırılıp avluya düştü. Eğildim. Baktım annem. Balkonun altına gizlenmiş de bakıyor. Meğer gelirmiş her gece. Odunlukta uyur sabaha gidermiş.
Manav Zekeriya’yı aradı babam. Sonra balkona yanıma geldi. Annem kaplan önünde bir ceylan gibi sekti bahçe avlusundan. Bir daha gelmedi hiç.
Zekeriya, odasında ilahi söyleyen abimi dinledi biraz. Marul koktu oturdukları salon.
Ambulans geldi sonra. Abim ağladı giderken. Kimsenin bakmadığı bir anda hırkasını gizlice aralayıp, annemin kara kandilini gösterdi bana. O sıra babam doktora, şelalenin yanında gördüklerini anlatıyordu kırmızı domateslere bakarak: “Yatırmışlar böyle. Yok şöyle…Yatırmışlar işte. Pantulu bir çalıda sallanıyordu. Tuhaf kitaplar okurdu bu. Kahvede ileri geri konuşurdu. Ben sevmezdim ki onu, gayrısı sevsin. İşte yatırdılar öyle…Sonra…”
“Kafi” dedi doktor. Dolmakalemi parlıyordu yaka cebinde. Ambulansın kapılarını kapatıp lambalarını döndürdüler. Karşı pencerelerde ve sokak kenarlarında onlarca göz. Burulup göğe çıkan fısıltıları bastırdı abimin sesi: İndiler gökten yere!
Bir daha iki yıl sonra gördük onu. Kolunun altında yine o tuhaf kitaplar. Babam küfür etti devlete. Abim gülümsedi.
Birgün kulakları delen bir ağıtla ayıldık uykularımızdan. Dayım kapıyı yumrukladı deli gibi.
Babam pantolonunun öbür bacağını sokamadan balkona çıktı. Sonra yuvarlanarak indi merdivenleri. Salondaki kilimi büzdüm ayağımla. Düzelttim, bir daha büzdüm. Ters dönen terlikleri düzelttim. Takvimi koparttım. Yaprağı okudum. Babam takkesini buruşturarak çıktı merdivenleri: “Annen ölmüş dün gece. Tavana bakmış da ölmüş.” Abim de duydu bunu. Koştu odasına kara kandili yaktı.
Kırk gece kabristanlıkta ışık yandı. Sadullah Efendi “Bu böyle olmuyor” dedi babama. “Oğlun kandil yakıp Dostoyevski okuyor anasına.” Uzun cübbesini toplayıp merdivenlerden inerken söylendi bir de: Zinhar caiz değildir!
Sonraları bir fabrikaya girdi abim. Annemi de kara kandili de unuttu. Yalnız babam unutmadı hiçbir şeyi.
Bir gece bizim evin yanındaki odun deposunu yaktılar. Oduncu Ramiz’in karısı can havliyle düştü taşlığa: “Abi Allasen gir bak içeri. Ramiz yok!”
“Anam avradım olsun çaktıracağım bu kapıyı” dedi babam. Tuvaletteki ibrikleri kapıp sokağa fırladı. Neticede yandı kül oldu odunluk. Ramiz, dostunun koynundan çıktı geldi sabaha karşı. Yanağında hala parlak bir tutam boya.
Halamı kapıda bulduğumuza hiç şaşırmadık o yüzden. Bir muteber misafir gibi buyur ettik içeri. Abim anladı dilinden bir tek. Deli deliyi tanır dedi babam. İkisi akşama kadar odadan çıkmadan konuştular. Pencereden bakarmış halam. Kocası “Beni katil mi edeceksin” dermiş. Yine bir iş dönüşü, üstelik başı açık, hem de elinde uzun Samsunla yakalamış onu. Yere yatırıp saçlarını yolmuş. Geldiğinde alnından ve boynundan kan sızıyordu halamın. Avuçlarında kanlı deri parçaları üzerinde saç tutamları. Delirdi kaldı böyle. Şimdi nerede bir saç teli görse “Benden düştüydü” deyip başına yapıştırıyor.
Abim Almanya’ya gitti. Mektubu geliyor ayda bir. Babam, bilmem kaçıncı kere okuyacak onu şimdi.
Ayağından portakal ağacına bağlayacağım halamı. Az sonra Mithat geçecek bahçe kapısının önünden. İşmarla anlaşacağız. Ah babam bir bilse Mithat’ın gece eve girdiğini. Çiçekli fincanından kahve içip sofada onun terlikleriyle gezindiğini…
Halam biliyor. Ama ona kim inanır? O, durup durup; rahmetli annemi avluda ağlarken gördüğünü de söylüyor.
...ENGİNDENİZ...
Kardeş eser: www.edebiyatdefteri.com/siir/622953/boynundan-yeryuzune-saclarim.html