Çöl ve Cehennem İçimde Ses Ağıtları 1Şiirin hikayesini görmek için tıklayın “Hani, (Tevrat ile amel edeceğinize dair) sizden sağlam bir söz almış, Tûr dağını da tepenize dikmiş ve ’Sakınasınız diye size verdiğimiz Kitab’ı sıkı tutun, onun içindekileri düşünün (gafil olmayın).’ demiştik.”
“Bundan sonra yine yüz çevirdiniz. Allah’ın bol nimeti ve merhameti olmasaydı, herhâlde ziyana uğrayanlardan olurdunuz.” (Bakara, 2/63, 64)
Savaşlarda en çok çocuklar ve oyuncakları ölür…
1 Her savaşta ölü doğurur dünya... Karanlığı soluyor, ölümü kuşanıyor, bulaşıyor iyiye kötülük… İlk doğum orda oldu ilk kalleşlik, ihanet ilk kan orda aktı ilk ölüm ilk yalan, inkâr… Terk edildi ahit Sina’da bir sandıkta unutuldu sözler… Gecenin ve gündüzün deviniminde ölüme uyuyor gece Ölüme uyanıyor sabah Her gün, her akşam, her saat kâbus, an kâbus Ölüm duygusu dirhem dirhem karışıyor zamana… Ağzında kin ve çöl ile demir bir ejderha yakıyor canları, kusuyor nefretini Gökten yaralar açıyor ateş yer(in)yüzünde Dövüyor toprağı, Yarıyor suyu ve yeri asa’nın meşrebi Yağıyor çocukların üzerine çöl ve cehennemin türabı… Ecel, Ölü Deniz’de ıslatıp ellerini, heceleyerek yazıyor adını kumun yüzüne Kuşatılmış bir fanusta vuruluyor balıklar Toprak eziliyor, kafesleniyor gökyüzü Vuruluyor zeytin dalında barış güvercinleri… İyinin olmadığı, kötünün çoğaldığı Siyahın karaya, kirin lekeye gizlendiği ‘demir’ bir kubbenin altında KiN vurduya gidiyor ‘Yaşamak’… 2 Savaşlarda; Çocuklar ölmek için ölümüne büyür… Savaşlarda; Şehirler ölür Mah’şer düşer sokaklara Evler ölür Enkazda önce umutları, hayalleri ölür hayatlar ölür Çocuklar ölür. Oyuncakları, oyunları, plastik topları, bilyeleri ölür Okul, kalem ve defterleri ölür… Onlar; Yeryüzü çocukları. ‘Yaşamak nedir-Ölüm nedir?!’ Anlamadan daha Aç, susuz, bile ekmeksiz, annesiz ve babasız, yalın ayak, ışıksız bir binada, evde ya da sokakta, köşe başında sobeliyor ölüm onları… Kapıdan ve pencereden giriyor ölüm ateşin yıkıntılarında devriliyor bedenler Ruhların tek tek çetelesini tutuyor Azrail Çıkmaz sokaklar ona varıyor… Savaşlarda; Ölür çocuklar -parmakları henüz kalem tutmasını bilemeden, sözcükleri hecelerine ayıramadan- Zalimin, çirkefin hırsı uğruna, kem bir dil uğruna, bir avuç toprak uğruna, şu yalan dünya uğruna… Onlar; Yeryüzü çocukları. Ağlayarak geldikleri şu âlemde Gün gün azalıyor küçük nefesleri Nefeslerde süt ağzı Kulaklarında cennet sesleri Henüz doyunca öpmeler değmemişken yanaklarına Koklanmamışken için için cennet kokuları Gün gün azalıyor gün Azalıyor gün gün küçük ömürleri Damlıyor hayatları toprağa kısa kısa, kan kan… Savaşlarda; Ateş yanar Hava, su, toprak ölür Yaşamak ölür İnsan’lık ölür Dünya ölür… Savaşlarda; Kuşlar ve akvaryumda balıklarımız Sokakta kedi ve köpekler Şaksıda çiçekler, Gül’lerimiz ölür Vurulur ağaçlar, kırılır taşlar… Ah çocuklar Size açlık vadedilir, susuzluk, oyuncaksız oyunlar, oyunsuz sokaklar Ölüm vadedilir size… Ah Bu ne çok kurak Ne çok çarmıh ve kuyu Kuyuda bu ne büyük dünya boşluğu Yusuf boşluğu Bu ne çok çelişki Bu ne çok muamma… Savaşlarda Şiirler ölür Şarkılar, mutluluk ölür Ses ölür, his ölür Ozan ve şairler ölür… Ah Şimdi Yine ben ölüyorum –defalarca-!.. Tanrım koru onları… 3 Niçin bu kin, bu öfke, nefret? Yetmeyen ne? Bu korkunun kökeni ne, nerede? Tanrım, neden kötülük bu kadar güçlü?.. Zar tutuyor ve taş çalıyor ölüm!.. Ölen kim, ya öldüren?.. Kim bu; Ruhuna iblis bulaşmış katil? Ey ağzından zehir, teninden nefret akıtan Kim bu masum hayatları çalan, öldürmeye doymayan, katleden? Kim bu dünyanın gövdesine acılar açan, kötülükten ve karanlıktan var olan, ölümler isteyen, ölümlere sevinen? Kim bu merhametini kaybeden, kendini yitiren, çirkin ve sevimsiz?.. Kim bu lanetlenmiş, kötü? Hiç sevilmemiş? Kim bu çoğul? Dilleri duasız, ceset yüzlüler? Ağzı salyalı işgalci zebaniler İtlaf eder gibi acımasız, can emici emperyalist vampirler Tiran ve korsanlar Kim bu mankurt İnsan suretindeki Şeytan, tağut?... Kim bu Tanrı kovulmuşu, istilacı, Vadedilmiş toprakların çalıntısı, namussuz harami? Birleşmemiş Milletler ve Teşkilatsızlar Nerede İnsan Haksızları Dernekleri, evrensel beyannamesizler Şu kahpe kumpas ve Kabil nefreti ve ondan akan zehir Örgütlü ihanetçiler… Kim bu ‘Kenan Diyarı’nda Uyandırıp bir sabah Tanrıyı uykusundan Kıyamete zorlayan evangelist sapkın Siyonist zorba, Kehanet simsarı, Batı’l… Kim bu karanlığın ve kötülüğün kölesi, kendi habersizi, gölgesinin kurbanı kendi yalanının kan(dırıl)mışı? Kim bu Habil görünümlü Kabil Cennet giyinmiş cehennem Su giyinmiş çöl Kim bu Habil günahkârı Bu tuzak kimin, kimin bu riya Kim bu inkâr eden bu çoğul Kim bu-nlar Kim bu kilisesiz, havrasız ve kıblesiz kalanlar, Kutsalını yitirenler, ahdine ihanet edenler, Tanrıya çatanlar, yolundan sapanlar, ‘Öldürmeyeceksin!’e inat ile acımasızca öldüren!? Kim bu açlığın efendileri, tokluğun sahipleri, Kim bu Havva’sız doğan ve Meryem’siz emziyen, Kim bu Nuh’suz?!.. Bu ne çok kir, bu ne çok leke… Kim bu; Musa eksiği Davud bilmezi İsa yetimi Muhammed yoksunu?.. Kim bu şirret Kara çalan zebani furyası Dişlerine kan değmiş sırtlan ordusu?.. Bu ne çok küfr, ne çok acz, ne çok kahr, ne çok dram… Tanrım sen unutma bunları!.. Ah bu nasıl bir trajedi? Bi’çare çocuklar ve Oyuncakları ö l ü y o r!.. Artık vurmalı şu kurşunları alnından!.. |
öyle çok içimi dökmek,
öyle çok öfkemin resmini çizmek geliyordu ki içimden,
nasıl tarif etsem, nasıl ifade etsem diye çok düşünmüştüm ta ki şiirini okuyana dek sevgili dostum.
Keşke dünya da savaşlar, katliamlar, soykırımlar olmayaydı da
şiir yazamasaydın/m/k.
Keşke dünya da çocuklar anasız, analar evlatsız kalmayaydı da
kaleme, kağıda, hasret kalaydın/m/k.
Keşke dünya dünya olaydı da
Hiç olmayaydın/m/k
İnsan yüreğine tarifsiz teşekkür ediyorum
Seni ve kalemini bütün saygımla selamlıyorum