- 234 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Fenerini kıracaksın ki güneşin olacak
"Gerçek dertlerin üzerimde çok az etkisi var. Uğradığım dertleri korktuğum dertlere rahatlıkla yeğlerim. Ateşli hayal gücüm onları düzenler, evirir çevirir, büyütür, her açıdan inceler. Onların beklentisi varlıklarından yüz kere daha çok zulmeder bana. Tehdit benim için darbenin kendisinden daha korkunçtur. Tehditler, bir kere gerçekleştiler mi, hayalgücüne ilişkin yanlarından sıyrılarak gerçek değerlere indirgenirler." J. J. Rousseau, Yalnız Gezerin Hayalleri’nden.
Yani, evet, birşeyleri ıskalamış olduğum kesin. Bu yoksunluk hissi başka türlü açıklanamaz. Geri döndürülemez şekilde arkamda kaldı birşeyler kesinlikle. Hüznümden belli. Hüzün geçmişe dönük yaşanır arkadaşım. Endişe geleceğe. Onlara yetişseydim, dokunsaydım veya sahipleri olsaydım hayatım daha güzel olacaktı. Böyle tahayyül ediyorum. Ve bu tahayyül bulduğu her boşlukta eziyor beni. Ezilmemek için bugünle meşgul oluyorum. Gevezelik bir kaçıştır. Gıybet bir kaçıştır. Kendi etini yememek için ölmüş kardeşinin etini yer âdemoğlu/kızı. Dur, dur, bir saniye. Öteki ihtimal de var tabii: Belki de mutsuz olacaktım. Beklediğimi bulamayacaktım. (Veya onlar bende beklediklerini bulamayacaklardı.) Doğru. Fakat en fenası şu ki: Onlara yetişemeyişimle, sadece varlıklarından değil, somutluklarının imkanlarından da mahrum kaldım.
Ne demek şimdi bu? ‘Somutluklarının imkanları’ falan. Yazar burada ne anlatmak istedi? Yoksa derinlik sanılsın diye mi bulandırıyor suyu? Hakkın var. Ahmed’den herşey beklenir. O zaman yazar biraz daha açmaya çalışsın mevzuu. Şöyle bir yerden başlasın hatta: Kaçırılmış olan varlık açısından yoktur. Yani varolmamıştır. Iskalanmıştır. Bahse değer değildir. Ama hayal bu hadden anlamaz. Onun için yok da vardır. Var da yoktur. İkisi de mümkündür. Yani ki hayal, ilim ile kudreti karıştırır, muhtemel ile mümkünü bir seçer. Bir görür. Bir anlar. Bir eyler. Uzaklaşılanı aksine yakınlaştırır. Yakınlaşanı aksine uzaklaştırır. Böyle garip huyları vardır. Şunu da belirtmeliyim ki arkadaşım: İnsanın daire-i ilminin vüsati daire-i farkındalığı kadar geniştir aslında. Olanın ilmi olduğu gibi olabileceğin de (ve hatta olmayanın da) ilmi vardır. Her ne ki hayalde var ilimden bir parçadır.
Hayal de, pek acayiptir, farkına vardığının ademine inanmak istemez. Gözünün önünde yokolsa da yapamaz bunu. Yalnız sesini aklın sesinden fazla yükseltemez asla. (Psikolojik bozukluklar dışında bu hep böyledir.) Ancak o “Hööst!” dediğinde geri basar. İşte ben de hayalgücüme kötü ihtimalleri kabul ettiremez oldum artık arkadaşım. Çünkü olanın tecrübelerinden mahrum kaldım. Kötüyü tatmadım. İnsan olabilecekler hakkında ister istemez iyimser oluyor. Nasıl tarif etmeliyim bunu sana? Belki şöyle bir tasviri deneyebilirim:
Herhangi bir umduğun eline geçmediğini düşün. Çok sevdin, kavuşamadın. Çok istedin, elde edemedin. Çok uzandın, tutunamadın. Artık tasavvurun ’olabilecek güzel şeyler’ hakkında işlemeye başlıyor. Aksi yönde tefekkür edilemiyor. Biz kedi değiliz. Uzanamadığımız ciğer murdar olmuyor. "Belki de berbat olacaktı herşey!" diyemiyoruz. İnsan özlediği şeyler hakkında karamsar kalamıyor nedense. ’Vardır bir hikmeti...’ dese de bu böyle.
Kalbinin köşeleri paralel evrenlerin diyarlarıdır. Her inkisarın ardından bir ukde kalır. Her ukde bir düşün anasıdır. Düşler de, peşlerine düşmeyi terketmediğin sürece, düşürmeye devam ederler.
Evet. Karamsarlık ‘sahip olamayışların sancısı’ diye düşünüyorum ben şimdilerde. Çünkü senin olmayan sende karamsarlıktır. Neden? Bir ukde edinirsin onunla zira. Ne kadar çok şeye sahip olmaya çalışırsan o kadar ukde biriktirirsin. Özlem yeşertirsin. “Keşke!” yetiştirirsin. “Pencerelerden seyret, içlerine girme!” olmaz o makamda. Hırsı büyük olanın karamsarlığı da büyük olur. Bencilin gözünde sahipliğinde olmayan her nokta karanlıktadır. Işığı kendisidir çünkü. Işığına kavuşmamış herşeye küstür. Hepsinden umutsuzdur. Öyle ya: Ne ki; senin olmadı, senle olmadı, sende kalmadı; artık bir karanlık kaynağı oluyor. Gidişinden elem çektiğin gibi ’kalabilmesi’ ihtimalinden de elem çekiyorsun. Diyorsun: “Zevâl-i elem lezzet olduğu gibi zevâl-i lezzet dahi elemdir.” Arkadaşım, artık ihtimaller, hayalin omzundan gitmeyen yüktür. Bir giden, hep gider. Her gün gider. Her an gidiyor. İnsan fanidir fakat tüm firakları ebedîdir böyle bakınca. Onları unutamadığın sürece bu böyle. Yahut anlamlandıramadığın sürece öyle.
Hem unutmak kurtarıcı mı? Bu konuda da şüphelerim var. Unuttuğum şeylerin kederinin kalbimden gittiğini bana kim ispat edebilir? Yahut, hatırladığım sürece ruhuma eyledikleri, unutunca silinir mi? Alzheimer hastalarının sürekli bir neşe halinde olduğunu kim söylemiş? Bence unutulanın (eğer öyle birşey mümkünse) bıraktığı iz dahi gitmez. Yara kalır, bırakan hatırlanmaz. Unutmak bizi sadece tahatturla gelen tekrar-ı elemden kurtarır. Fakat geçmiş elemin ruhtaki çiziklerinden kurtarmaz. Mutsuzuzdur ama neden olduğunu hatırlamayız. Hüzünlüyüzdür lakin adresini kestiremeyiz. Yoksunluk pus gibi çöker yüreğimize. Teşhis ederiz, heyhat, tutamayız.
İnsan, sürekli yeni bir insan olarak, birşeylerin iz bırakıp şekline şekil kattığı, heykel gibi büyüyor hayatta. Kesiklerini tekrar eski haline döndürmesi mümkün olmuyor. Ancak barışabiliyor. Anlamlandırabiliyor. "Eski hal muhal. Ya yeni hal, ya izmihlal..." Yıkılıp çökeceğiz artık değişemediğimizde. Heykelin son rötuşu atıldığında. Ölüm gelip son dersini verdiğinde. Şahitliğimiz de bitmiş olacak. Ve biz o zaman bencilliğimizin eleme kaynak olduğunu; hodbin olanın ister istemez hodgam, hodendiş ve bedbin yaşadığını anlayacağız. Yani ki Allah, gaybî olan hakikatine iman etmemizle, görünürde olan kendimize dayanmanın arasındaki farkı böyle öğretecek. Evet. Varolanın kendinden vazgeçmesi, ’varken yoku seçmesi’ zordur. Kendinin sandığını bırakması zordur. Hayal bize derslerin en önemlisini veriyor. Nasihatini işitirsek kalanı kurtarmaya çalışabiliriz. Devran kolay birşeyin üzerinde dönmüyor demek. Fenerini kıracaksın ki güneşin olacak. Çünkü karanlık bizzat fenerinin aydınlığından yaratılıyor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.