- 545 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
DÜNYA KADINLAR GÜNÜ VE BİZ
DÜNYA KADINLAR GÜNÜ VE BİZ
Dr. Sadık ÖZEN
Kadınların hak ve özgürlüklerinin kazanılması ve korunması için yapılan girişimler 1800’lü yıllarda başlamış ve çeşitli evrelerden geçerek bugünlere gelinmiştir. Tarih boyunca yaşadıkları sorunlardan kurtulma çabasında olan kadınlar, ne yazık ki, bu savaşım süreci içinde, eski yaşadıklarından daha da büyük olumsuzluklarla karşılaşmışlardır. Bu süreçte; haklarını aramaya kalkıştıkları için büyük baskılar altında kalan ve hatta zulüm gören, çalıştıkları işyerlerinde mahsur bırakılan, zindanlara atılarak kıyıma uğratılan ve yaşamını yitiren kadınlar olmuştur.
Ülkemizde Dünya Kadınlar Günü kutlaması 1975 yılında kabul edilmiş ve o günden bu yana bir gelenek halini almıştır. Oysa ki, ülkemizde kadın haklarının tanınması, kadınlarımızın seçme ve seçilme haklarına kavuşturulmaları; Atatürk İlke ve Devrimleri arasında yer verilerek Cumhuriyet’in ilk yıllarında gerçekleştirilmiştir. Bu konuda bütün dünya ülkelerine örnek olmuş bulunuyoruz. Türk Kadını, seçme ve seçilme hakkına, kendisini demokrasinin beşiği sayan birçok batılı ülkeden önce kavuşmuştur. Bu olanakları sağlayan Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’e ne kadar çok teşekkür edilse yine de azdır.
Böyle olmasına karşın kadınlarımız, kendilerine sağlanan bu hakları yeterince kullanabilmişler midir, hayır. İçinde bulundukları kültürel fakirlik, toplumumuzda yerleşmiş bazı kötü gelenekler, geçmişten gelen din ve şeriatla ilgili yozlaştırılmış bazı kurallar, bazı saçma sapan töreler, yoksulluk ve bunun getirdiği çaresizlik, kadınlarımızın kendilerine tanınan hakları serbestçe kullanabilmelerine olanak vermemiştir. Böyle olmasına karşın, gelinen yer batı ülkelerinden daha aşağıda değildir.
Ancak; giyimde, kuşamda, öğrenimde, iş hayatında ve aile içi yaşamda gösterilen gelişim, ne yazık ki, politika ve ülke yönetimine katılımda, bir türlü olması gereken düzeye ulaşamamıştır. Tabii ki bu konuda çok ileri durumda olan kadınlarımız vardır. Gerek bilimsel alanda; tıp, hukuk, bilişim, iletişim ve sanatsal alanlarda, gerekse idari kadrolarda ve üst yönetimlerde yer alan çok değerli kadınlarımızın olduğunu biliyoruz. Ama ülke yönetimi konusunda aynı şeyler söylenemez. Çünkü koyma suyla değirmen döndürülemiyor. Ne kadar yasal düzenleme yapılırsa yapılsın, istenilen yere bir türlü gelinemiyor. Çünkü bu bir kişisel tercih meselesidir. Kimseyi zorla bir yere getiremezsiniz. Rahat ve konforlu bir yaşam seçeneği, ülke sorunlarının önüne geçebiliyor. Kadınlarımız beni bağışlasınlar; Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki kadın modelimizden gittikçe uzaklaştığımızı düşünüyorum. Çünkü artık “Kadın Lider” çıkmıyor ve isteklilerin de önü kesiliyor. Kadınlarımızın çoğunluğu, kendilerini kaptırdıkları dünya telaşı ve moda akımları içinde yaşıyorlar. Erkek egemen toplumdan yakınan kadınların, nesillerini bu durumdan kurtarabilmek için, neden gereken güç ve kararlılığı gösteremediklerine bir türlü akıl erdiremiyorum. Unutulmamalı ki; haklar verilmez, alınır.
Aile içi şiddetin alabildiğine çoğaldığı, sapıklık derecesine varan olumsuzlukların yaşandığı, hakların yeterince alınamadığı, geçim şartlarının gittikçe zorlaştığı, boşanmaların arttığı bir dönemde; kadınlarımızın, moda takipçiliği yapmak, televizyonlarının başında televole veya dedikodu programları izlemek, konken partilerinde zaman öldürmekten çok daha önemli görevlerinin olduğunu düşünüyorum. Bu görüşüm nedeniyle sakın bana kırılmasınlar. Çünkü ben onlardan çok şeyler bekliyorum. Ülke yönetiminde söz sahibi olmalarını, yönetimin üst kademelerinde yer almalarını, hatta başa geçmelerini istiyorum. Gerek ülkemizle gerekse kadınlarımızla ilgili bunca sorun varken kadınlarımızın, giyimleriyle ilgili küçük sayılacak bir ayrıntıyla uğraşmalarını, bilerek veya bilmeyerek kendilerini erkeklerin siyasi görüşlerine alet etmelerini ve onların vesayetleri altına girmelerini yadırgıyor ve kınıyorum.
Yazımı hazırladığım sırada, yurt dışında yaşayan yakın bir arkadaşımla Polonyalı eşi ziyaretime geldiler. Günün konusu ile ilgili sohbette bulunduk. Yabancı bir kadının yazdıklarımla ilgili neler düşündüğünü öğrenmek istedim. Sohbetimiz 8 Mart konusu üzerinde yoğunlaştı ve yazdıklarımı ona okudum. Bu değerli hanımefendinin görüşlerini aynen aktarıyorum:
“Ne yaparlarsa yapsınlar, kadınlar erkekler kadar şanslı değiller. Çünkü kadın zamanının büyük bir kısmını, ev işlerine, çocuk bakımına ve ailesinin sosyal yaşantısına ayırmak zorundadır. Bu itibarla siyasete ayıracak zamanları kısıtlıdır. Keşke yönetimde daha etkin yer alabilseler. Ama bu mümkün değil. Hem erkekler, kadınların kendilerinin önüne geçmelerine veya üstünde olmalarına izin vermezler ki !..”
Bu sözlerden çıkan sonuç şudur: Irk ve kültürler farklı olsa da, bütün dünya kadınları benzer sorunlarla karşı karşıyadır. Bütün toplumlarda erkek egemenliğinin küçük farklarla devam ettiği anlaşılıyor. Gönlümüz, ülkemizde kadın-erkek eşitliğinin gerçek anlamda sağlanmasından yanadır. Dileriz bir gün bu da olur.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü, sadece kadınlarımıza değil, bütün insanlığa hayırlı ve uğurlu olsun. Saygılarımla…
8 Mart 2008, Antalya
YORUMLAR
Teşekkürler Sayın İ. Yavuz. Kendimizi peşin fikirlilikten ve duygusallıktan ne kadar kurtarabilirsek o ölçüde gerçekçi ve uzlaşmacı olacağımız kanısındayım. Kırıcı olmadan da fikirlerinizi savunmanızın güzel bir örneğini veriyorsunuz. Sizi kutluyorum.
Ancak, eşitlik konusunda farklı şeyler düşündüğümüzü görüyorum. Benim eşitlikten kastım, bütün insanlara herşeyi eşit olarak paylaştırmak değildir. Adilane davranmaktır. Adilane, bir başka ifadeyle hakkaniyetle davranmayı, eşit davranma olarak görüyorum. Bu belki de benim hekim oluşumdan kaynaklanıyor. Zira, insanların dini, dili, ırkı, maddi durumu, rütbesi, mevkii ve kültürü ne olursa olsun, hepsine karşı adaletli ve eşit hizmet verme alışkanlığımndayım ve yıllardır bunu yaptım.
Sanırım aramızda bir uzlaşma sağlanmıştır. Saygılarımla...
Dr. Sadıık Özen
Saygılarımla.
Sayın Sadık Özen; Yaptığım yorumda kavgaya, yada büyük tartışmaya sebep olacak tavır ve ithamları yapmamaya özen göstermiştim. Topluma, kişisel çıkarlardan uzak, yapıcı, eksiklikleri tamamlayıcı, tavır davranış ve icraatların yapılmasından yanayım. Yaptığınız cevabi açıklamada bunun böyle de algılandığını görüyorum teşekkür ederim.
Yazınızın ilk başlığını gördüğümde, (düşüncelerinizi yazınızda okudum), şimdi daha iyi anlıyorum ki ön yargım devreye girmiş. Yinede genel olarak insanlar arasındaki düşünce ve konuşmalara baktığımızda, yazınızın ilk paragrafında okunanlardan farklı bir şey de anlaşılamaz. İlk akla gelen zannıma göre ilk yaptığım yorumdaki gibi olur.
Beyaza siyah demek gibi benzetmem ise, konuyu sadece bir örnekle göstermekle ifade etmekti. Haklısınız size haksızlık olmuş. Buradaki düşüncemse sizin kasıtlı olarak bir şeyleri görmezden geldiğinizi sandığımdandır. Her ne olursa olsun, buradaki örneği biraz daha yumuşatıcı yapabilirdim.
Eşitlik konusunu yinede yanlış algıladığınız kanısındayım. Şöyle ki: haklı ve haksız olan her iki insana, adil olarak davranılabilinir, fakat eşit davranılamaz. Gayret gösterenle gayret göstermeyen iki elemanı, aynı kefeye koyamazsınız. Bunlara eşit davranmak, gayretli olanın gayretini yok kabul edip görmezden gelmektir. Ona haksızlık etmiş olursunuz. Burada doğru olan bunlara hak ettikleri ile muamele etmektir. Yani adil davranmaktır. Örneği bu sebeple vermiştim
Yaptığım yorum size haksızlık edilmesi amacı ile yazılmamıştır. Görüş ve düşüncelerimi aktardım. Gelecek yazılarınızı okuma dileklerimle.
Saygılarımla.
İ.Yavuz .
Sayın İ.Yavuz'un yazışmadaki zarifliği, titizliği ve nezaketinden ötürü kendilerine teşekkürlerimi sunuyorum.
Küçük bir araştırmayla, iinternet sitelerinden, yazdıklarımın doğruluğunu gösteren çok sayıda kaynağa ulaşılabilir. Bu bir araştırma yazısı olmadığı için kaynak gösterme gereği duymamıştım. Yine de ayrıntılara girmek istemiyorum. Konuları, siyaha beyaz demek gibi bir görüşle ele aldığımı söylemek büyük bir haksızlık olmuş. Doğrusu, böyle bir eleştiriyi haketmediğimi düşünüyorum.
Sayın İ.Yavuz'un mesleklerinin ne olduğunu bilmiyorum. Ama ben bir hekimim. Tarihçi, toplumbilimci veya dinbilimci değilim. Geçmişte geleneklerimiz arasında yer almayan ve gittikçe gelenekselleşmeye başlayan "Dünya Kadınlar Günü" dolayısıyla düşüncelerimi kısa bir şekilde ve genel hatları içinde özetlemeye çalışmıştım.
Ben yazımı bugün içinde yaşadığımız koşulları dikkate alarak yazmış bulunuyorum. Sayın İ. Yavuz ise konuyu islami yönden değerlendiriyor. Eğer aynı amaçla yola çıkmış olsaydım benim değerlendirmelerim de onunkinden farklı olmazdı. Çünkü İslamiyet, en yüce din olması yanında, insan hak ve özgürlüklerine en çok önem veren, kadınları en çok koruyan ve onların haklarına saygı gösteren bir dindir.
Tabii ki kadınların yaradılışlarından ötürü erkeklerden farklı özellikleri vardır. Örneğin ana olmaları gibi. Bu özellikler kadınları toplumda daha da önemli kılarlar. Yüce dinimiz de kadınlara gereken önemi vermişlerdir.
Kadınların ülke yönetimini tek başına ellerine geçirmeleri düşünülemez ve böyle bir durum hiçbir zaman gerçekleşemez. Önemli olan, kadınların eşitlik ilkesine uygun konumda olmalarıdır. Burada sözü edilen eşitliğin fiziksel olmadığı açıktır. Ancak, kadınların, evişleri, çocuk bakımı ve eşlerine hizmetleri yanında ülke meseleleriyle ilgilenebilmeleri için zaman bulabileceklerine inanıyorum. Çevrem bunun somut örnekleriyle doludur.
Allah'ın eşitlik sıfatının olmadığına katılmıyorum. Zira eşitlik olmayan yerde adaletten söz edilemez. Başka bir deyimle adaletin temeli eşitlik ilkesine dayanır. Benim naçizane görüşüm de budur.
Saygılarımla...
Dr.Sadık Özen
Sayın Sadık Özen.
Yazınız kadınlarımız için bir tebrik ve kutlama nitelikli yazı. Buradaki iyi niyetinizi kutluyorum.
Kadınların hak ve özgürlüklerinin kazanılması ve korunması için yapılan girişimler 1800’lü yıllarda başlamış ve çeşitli evrelerden geçerek bugünlere gelinmiştir. Diyorsunuz. Bunu hangi kaynağa dayanarak dediğinizi bilmiyorum.
Amma iyi biliyorum ki, Kadın hakları, 571 yılında İslamiyet’in doğuşu ile başlamıştır. İslam dininde kadınlarımıza öyle haklar verilmiştir ki, çamaşır yıkamaları, yemek yapmaları, hatta çocuk emzirmeleri ve bunlar gibi (o dönemlerde bu konular çok önemliydi) zorunlulukları bile yoktur. Bu haklar tamamen kadınların kendi inisiyatifine bırakılmıştır. Ondan sonra Batıl olan insanlar tarafından, hesapta eşit haklar gözetiliyormuş gibi gösterilerek kadına kendilerinde olmayan ve verilmeyen haklar verilmeye başlanarak kendilerinin haksız olan büyük ayıbı kapatılmaya çalışılmıştır. Bu hakları bildiğim için, sizin bu konuya bakışınız, bana göre beyaza siyah demek gibidir.
Yönetim biçimlerinde kanunlaşmak o hakların kişilere o zaman verildiği anlamına da gelmez.
Yazınızda, Erkek egemen toplumdan yakınan kadınların, nesillerini bu durumdan kurtarabilmek için, neden gereken güç ve kararlılığı gösteremediklerine bir türlü akıl erdiremiyorum. Unutulmamalı ki; haklar verilmez, alınır. 4. Paragraf bölümünde Diyorsunuz. Bu tamamen bir tercih meselesidir. Tercihini yapan kadınlarımızda zaman zaman bu dediğiniz mevkilere gelmişlerdir. Kötü amaçlı kişilerce (ki bunlar her ne kadar ülkemizde yaşasalar da ülkemiz insanı olamazlar) kadınlarımızla uğraşılmasaydı, kadınlarımız bu konuların etkisinde kalmayacak ve yapılması gerekenleri yapacaklardı. Kasıtlı olarak yönlendirildikleri kadınlar arasındaki ayrımcılık, demokrat ve kapalı kadınım gibi yarış olmayacak, moda gibi takipçilerin isteklerine saplanarak kalmayacaklar, ilerlemenin yollarını arayacaktı.
Gerek ülkemizle gerekse kadınlarımızla ilgili bunca sorun varken kadınlarımızın, giyimleriyle ilgili küçük sayılacak bir ayrıntıyla uğraşmalarını, bilerek veya bilmeyerek kendilerini erkeklerin siyasi görüşlerine alet etmelerini ve onların vesayetleri altına girmelerini yadırgıyor ve kınıyorum.
Buradaki düşünceniz ise, bu sorun tamamen kişisel haklardan çıkmış durumda olduğundan, Siyasi kişilerce çözünülmesi gereken aşamaya geldiği için ele alınmıştır. Aslında bu durum erkeklerin ele aldığı bir konu değildir. Bu kişiler kadınlarımızda olabilirdi.
“Ne yaparlarsa yapsınlar, kadınlar erkekler kadar şanslı değiller. Çünkü kadın zamanının büyük bir kısmını, ev işlerine, çocuk bakımına ve ailesinin sosyal yaşantısına ayırmak zorundadır. Bu itibarla siyasete ayıracak zamanları kısıtlıdır. Keşke yönetimde daha etkin yer alabilseler. Ama bu mümkün değil. Hem erkekler, kadınların kendilerinin önüne geçmelerine veya üstünde olmalarına izin vermezler ki !..”
Yukarda arkadaşınızın Polonyalı eşinin dediği çok doğru. Bir kurumda ayrı ayrı mesleklerde çalışan kişilerin, kadrolarına bakmadan, bende bu arkadaşımın yaptığını yapmak istiyorum demesi gibi. Kadınlarımızın fiziksel durumlarının engellediği birtakım durumlarda var. Burada kadın kendi tercihini yaptığı zaman (Çocuk bakımımı yoksa idarecilik mi gibi) kısıtlı imkânları ile ancak birini yapacaklar.
Bu sözlerden çıkan sonuç şudur: Irk ve kültürler farklı olsa da, bütün dünya kadınları benzer sorunlarla karşı karşıyadır. Bütün toplumlarda erkek egemenliğinin küçük farklarla devam ettiği anlaşılıyor. Gönlümüz, ülkemizde kadın-erkek eşitliğinin gerçek anlamda sağlanmasından yanadır. Dileriz bir gün bu da olur.
Ne yaparsın, YARADAN erkeği yaradılış ve fiziği bakımından idareci yaratmış. Bu insanlarımızca ister kabul edilsin ister kabul edilmesin. Bir kurumdaki müdürü elbette o kurumda kabul etmeyenler olacaktır. Ama kabul etmeseler de, onun müdür olması kabul görmez sayılmaz. Gönül istese de istemese de böyle. ALLAH’ ın eşitlik sıfatı yok Adil sıfatı var. Herkese adil davranmıştır.
Yorumum tamamen kişisel görüşümdür. Her düşünceye saygı duyarım. Saygılarımla.
i.Yavuz