0
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
1640
Okunma
ÇANAKKALE DESTANI
1. Bölüm
Dünyanın bir ucundan bir ucuna
Evinden uzak diyarlara
Kendine olmayan savaşlara
Denizi aşarak geldiler,
Jetleriyle gökyüzünü deldiler
İskenderiye’nin kızgın çölünde
Karargâh kurdular
Üniformalar içinde fidan boylu delikanlıydılar
Resmiyle avunduğu bir güzele sevdalı
Avustralya-Zelandalı, Anzak askerleriydiler
Güneşi batmayan İmparatorluğun
Onlar sömürge neferleriydiler
Kuzey denizinde ada
Adanın efendisi şatoda
Donanması yüzüyor
Çanakkale’nin mavi sularında
Demir kanatlı jetler uçuyor
Gelibolu yarımadasında
Borazanlara eşlik ediyor
İngiliz epik şarkılar
Ölü bedenlerle vedalaşıyor
Gemilerden fırlatılan toplar
Yirmilik genç Anzak askerler
Çan ayininde yattı
Şafak vaktinde kalktı
İyi giyimli, neşeliydiler
Yardım çağıran İngilizin
Borazan sesine dikildiler
Binlercesi dizildiler
Kuşanıp yürüyüşe geçtiler
Onlarında ardında bıraktığı
Anası, babası, sevdalısı vardı
Mehmetçiğin anası gibi
Onlarında gözyaşı aynıydı
Yüreğindeki sevgi,
Sol yanında mendil işlemeli sevdası
Gözlerinde korku vardı
Onların da anası,
Anadolu anası gibi kekik kokardı
Yalvardı onların da anası,
Götürmeyin oğlumu savaşa dediler
Çok dil döktüler
Ağıt yakıp dua ettiler
Vurmayın güvercin yürekli çocukları
Ağlamasın analar kuzusuna dediler
Nafile, bir söz dinletemediler
Onların da anası kara yaslıydı
Onlar da Anadolu’nun başak kokulu anasıydı
Savaşlar insanlık savaşı değil,
Egemenlerin kirli savaşı
Arzkürenin dört bir yanında
Savaşa çağırıyor davullar
Halaylar düğün için değil,
Bir avuç burjuvanın çıkarında
Vuruyor tokmaklar
Hırsından çatladı
Kanla sulanan topraklar
Askerler askere
Kuşlar kuşlara
İnsan insana ağladı
Ağladı bilumum mahlûkatlar
Ayakta öldü ağaçlar
Yurdumun dört bir bucağından gelenler
Çanakkale, Gelibolu, Suvla, Seddülbahir,
Conkbayır’da düşmana geçit vermeyenler
Sizden gayri âlemi cihanda
Centilmence savaşan başkası varmıdır dünyada
Vatan uğruna ölmeden önce ölenler
Sırlı toprak altında yatanlar
Kaldır onurlu başını bir bak
Cihanı âlemde dalgalanan şanlı bayrağına
Huzur içinde rahat olunuz
Ayrılmaz yanı başınızda
El açıp dua eder torunlarınız
Sizden ilham alan nice şecaatler
Sarı saçlı, mavi gözlümün yanında
Koştular bir başka cepheye anında
Yine düşmana dur dediler
Yine geçit vermediler
Onların her birisi birer
Mustafa Kemal’in askeriydiler
2. Bölüm
Çanlar savaş için çalıyor
Papazlar avucunu ovalıyor
Öldürmeye çağırıyor saraylı lordlar
Ülkesi, ırkı, dili, rengi farklıydılar
Bir ordu kurdular
Dini bir olan son haçlı kuşatması
Sömürge uğruna
Kanla sulandı Çanakkale Ovası
Sessiz ve umarsız
Çaresiz değildi Anadolu şahbazları
Ellerinde tüfekleri
Dillerinde türküleri
Ayağında çarıkları
Kalbinde imanları
Çıkınında duası verilmiş helva
La Havle Vela Kuvvete illa
Az biraz peksimet
Sevgisi bol bereket
Vatan verilmezdi
Ölmeden yabana ganimet
Anasının taktığı gevşen muska boynunda
Yar kokulu işlemeli mendil koynunda
Heybesi sırtında
Eşeğine palan vuran köylü Mehmet
Anasının hayır duasını aldı
Yârine hasret kaldı köylü Mehmet
Türk, Kürt, Alevi, Sünni,
Laz, Çerkez, er ve kadınlar
Şarktan, garptan muharip Araplar
Osmanlı topraklarında bilumum şecaatler
Bu bir vatan savunması
Namus davası dediler
Ve Gelibolu Yarımadası’nda
Düşmana dur dediler
Onlara adıyla, şanıyla
Mehmetçik dediler
Kilise baronları
Onları bilememişti,
Saray lordları
Atalarına sormadan gelmişti
Ve nihayet tanıdılar
“Geldikleri gibi giderler” diyeni
Onlar, kokusu Anadolu, çarıklı şahbazlardı
Onlar, ölmeden dönmem diyen ölümsüzlerdi
Onlar, mancılıkla, silahlarla değil
Dilinden düşürmedikleri tekbirlerle
La İlahe İlla İla nidasıyla
Ölümle sözlüydüler
Toprağın kokusuna sevdalı
Bülbülün sesine âşık gül
Dağına taşına
Nakış işlemeli dokumasına
Hasret kokan yar bakışına
Bağrına taş basan yavuklusuna
Ardından erzak taşıyan anasına
Can feda olsun bu vatana
Belki bir ölü
Belki bir sakat
Belki bir gazi madalyasıyla
Dönecekti yavrusuna
Hain karanlıkta sığınağa sığınan
Onun değildi güm güm bu atan yürek
Kurşun yarasına isyan eden
Bir şarampole can veren
Onun değildi teskereyle yaralı giden bu ten
Onun değildi besmeleyle ölü giden bu beden
3. Bölüm
Tezek sanki barut kokusu burnunda
Yar olmuş ölüm korkusu yanında
Göz göze, göğüs göğüse vuruşuyor
Çiçekler ağlıyor, börtü böcekler kaçıyor
İşte sonunda olan oluyor
Binlerce ölü bedenler toprakta
Cansız yatıyorlar gecenin koynunda
Yıldız kayıyor her birinin ruhunda
Sicim gibi mermi yağıyor
Ağır bombardıman altında
Sığınaklar, cephanelikler darmadağın
Canlar çırpınıyor taşlar arasında
Bir kol, bir bacak kanlar içinde
Gövdeler uçuyor toz bulutunda
Dudaklarında son söz Allah
Dillerinde kelime-i ayet
Şecaadet neferleri
Şahadet şerbetini içtiler
Çok sayıda şehit veren
Mecidiye Tabyasında
Cabiri Seyid Onbaşı
Bir kuvvet ki ilahi
İki yüz on beş okkalık mermiyi
Topa sürdü billahi
Donanmanın zırhlı gemisi
Sulara gömüldü vallahi
O an gök gürledi hırsından
Sicim gibi döküldü bağrından
Hem ağladı, hem güldü güneş
Iradı karşı dağların ardından
Yârin yanağından gayri
Açlığı, susuzluğu,
Paylaştılar kaderi
Sıladan gelen memleket kokusuna
Ağlaştılar yârin mektuplarına
Kum torbalarından yama diken terziydi
Güneş altında terine kese atan tellak
Kimisi uzayan sakala berberdi
Üç beş zeytin tanesi
Ortak yiyecekleriydi
Babalarının adı Mehmet
Onlar Mehmet oğlu Mehmetçikti
Ana demek açılığı tok etmekse
Şimdi vatan demek ana demekti
Hain saldırıda öne fırlayan
Arkadaşına siper olan
Ölmeden yaralı dönmekten korkan
Onlar civandı korkmayan
Apoletli, imparator senetli, dili zehirli
Gökkuşağına kurşun atan zalimleri
Çanakkale Boğazı’ndan geçirmediler
Onlar günlük tutacak zaman bulamayan
Tarihe destan yazan yiğitlerdi
Karagözlü, karakaşlı
Civan, genç subay idiler
Ölümü sol yanında taşıyan
Cennete önden giden öncü idiler
4. Bölüm
Bu sevda başka sevda sen bunu bilemezsin
Bu bir aşk lokmasıdır sen bunu yiyemezsin
Burası Anadolu sen izinsiz giremezsin
Dediler
Dediler ve
Kırıkkale kırmasıyla jetleri püskürttüler
Suvla, Gelibolu, Seddülbahir, Conk bayırında
Şarkta, Garpta, Trakya topraklarında
Toprağa düşen bir düşman olsa da
Eller semaya açıldı,
Varıldı ölü üstüne
Bir Fatiha okundu sahipsiz naaşına
Lanet okundu sahipler savaşına
Diller sevgiye açıldı
Sarıldı gül üstüne
Gül yanar ezilen can toprağına
Bülbül ağlar kırılan gül dalına
Barışa hasret gül ve toprak
Özgürlüğü arar gül ve bülbül
Tophaneli Hakkı
Hafız Nazmi komutasında
Nusret mayın gemisindeydiler
Boğazın karanlık sularına yüzdüler
Müttefik donanmasına görünmediler
Deniz tarlasına mayın ektiler
Queen Elizabeth güvertesinde
Kumsalı izleyen kibirli komutanın önünde
Zırhlı gemilerini,
Çanakkale Boğazı’nın soğuk sularına gömdüler
Nice yiğit Mehmetçikler arasından çıktı
Mustafa Kemal’ler
Saygı gösterip diz çöktü
Kıskanç generaller
Kaygı içip dil döktü
Şaşkın siyasiler
Sakarya’ya koştu
Dumlupınar’a yetişti
Sarıkamış’ta dondu
Nice Gazi Mehmetçikler
Adı savaş olan bu kirli oyunda
Nice mahlûkatlar kurban edildi
Kuşlar yuvasına varamadan cansız düştü
Nice börtü böcekler siperlerine sindi
Otlar, çimenler, çiçekler korkudan öldü
Nice ağaçlar vurulan dallarına ağladı
Kristal sular derelerden coşmadı
Özgür, delişmen çağlamadı
Sazlıklarla sevişmedi ırmaklar
Adı savaş olan bu kirli oyunda
Bulutlar karardı, hırsından kaynadı
Ay korktu bulutların ardına saklandı
Yıldızlar küstü fenerini açmadı
Yakamozlar kandil yakıp oynaşmadı
Balıklar firar etti okyanusa kaçtı
Kuzular anasından ayırtıldı
Elleri koynunda gelinler dul kaldı
Islak karagözleri şehit yoluna aktı
5. Bölüm
Bir bile bilseler,
Bıyığı tütün sarısı babalar
Ne kadar hızlı yaşlandılar
Bir hissedebilseler,
Kan damlayan gözyaşını
Yüreğine akıtıyor çilekeş analar
Bir görebilseler,
Duvar dibinde kaldı
Boynu italik yetim çocuklar
Kara yas bağladı,
Geçim derdine düşen bacılar
Öküzün yanında koşuldu,
Eri cephede olan gelinler
Çeyiz bohçasında,
Cepheye erzak yollandı
Bir cephede babalar
Bir cephede oğullar
Birbirinden habersiz şehit oldular
Kara haber tez yayıldı illere
Bir ağıt düştü acılı dillere
Anadolu’dan civan kızlar
Hemşire oldu Revirlere
Gün görmeyen analar
Yün çorap, içlik ördüler
Sevgilerini sardılar
İşlemeli mendillere
Nerden geldi, nere gider, kim bunlar?
Fark eder mi isimleri?
Ha Ali, Hasan, Hüseyin, Ahmet Mehmet,
Ya da Hans, Corc, Maykıl, Musa, İsa’sı
Allah değil mi dört kitabın sahibi?
İbrahim değil mi peygamberlerin atası?
Ab-ı hayat alır hain kurşun yarası
Nerden geldi, nere gider yolun orası?
Ne fark eder evi nere, barkı neresi?
Yurdu, ülkesi, dili, dini, rengi, mezhebi?
Onlar efendilerin çıkarına kurban edilmiş
İnsandılar insan, değildi daldaki kuş sesi!
Issız dağlardan öksüz akan suyun sesi
Bir garip gurbette mezarları sahipsiz
Anzak, Britanya, Yunanlı, Fransız
Boynu haç kolyeli her birisi
Yaramaz ergen bıyıkları yeni terlemişti
Tüy sıklet, körpe bedenli çocuk askerdi
Sarılamadı bir daha sevdiğine
Bir dönebilseydi memleketine
Doya doya bakacaktı anasının gözlerine
Ebedi yurt oldu bizim eller ellerine
Mezar oldu kömürleşen haki topraklar gövdesine
Sarı saçlı, mavi gözlü komutan demişti ki;
Demişti de ne güzel demişti!
“Uzak diyarlardan savaşa gönderilen
Askerlerin anaları
Gözyaşlarını dindirsin
Evlatlarınız bizim bağrımızda
Huzur içinde rahat uyumaktalar
Onlar bu topraklarda can verdikten sonra
Bizim evlatlarımız oldular
Mehmetçikle koyun koyuna yatmaktadırlar”
Anadolu’nun yiğidi, dadaşı
Ege’nin efesi, gardaşı
Karadeniz’in uşağı, bacısı
Kürdün ciğer yakar türküsü
Şam’ın çöl aslanları
Hazar’ın Türkmenleri
Sökün etti Arz-ı mev’üd muhipleri
Bir oldular
Diri oldular
Düşmana göğüs gerdiler
Çanakkale’de geçit vermediler
6. Bölüm
Dert vurur sazın mızrabı
Dayanışmadır halayın sırrı
Çile ezer horon kemençenin sesine
Diz çökmez efeler aşktan gayrisine
Ah ne güzeldir sürüye serenat çeken
Dertli çobanın kaval sesinden
Garip aşığın yanık nefesi
Eşlik eder sazın tınısına
Billur derelerin şırıltısına
Şiirler dökülür aşkların en güzeline
Düşman kapımızda, sinemize dayanmış
Toprağımızda, ekmeğimizde gözü kalmış
Gökten ölüm kusuyor jetlerin sesi
Sinemize gam vuruyor sebepsiz
Yorgun, bitkin ölüm sırasını bekleyen askerler
Vurgun yiyen geceyi sessizliğe gömdüler
Nedensiz gelenler geri döndüler
Sebepsiz ölenler çeri döküldüler
Gün ağarıyor, sabah oluyor
Deniz güneşi doğuruyor
Makineliler yırtınıyor,
Sanki horozun sesi
Çığlıklar düşüyor,
Rüzgârla savaşan çalıların sesine
Cesurlar düşüyor,
Topla atılan bombanın sesine
Ürkekler yatıyor,
Bir çukurda ölüm ensesinde
Müttefiklerin sırtı pek,
Karnı tok, matarası dolu
Gümüş tabakasında tütünü bol,
Sigaranın dumanında göründü yol
Beri taraa Mehmetçikler
Açlıktan zil çalıyor mideler
Maksat doymak değil
Hedeeydi nefisler
Açlığı sigaranın ateşinde közlediler
Gecenin ayazını hayallere gömdüler
Rüyanın içinde memlekete gittiler
Bir tutam sevgiyle döndüler
Yeni günün sabahını jetlerin sesi deldi
Kuşlar korktu, çiçekler titredi
Gökten sicim gibi mermi serpildi
Askerler yine siperlere mevzilendi
Gez, göz, arpacık, nişan dediler
Can pazarına horoz düşürdüler
Gözden ıradı demir kanatlı makineler
Nefes aldı nicedir yaralı askerler
Ciğerine tütün sarıyor kimi Mehmetçikler
Sevdiğine mektup yazıyor kimi kalemler
Selam salıyor tekmil diller
Yazıldı kara kalemden ak kâğıda dökülen kelimeler
Salât ve selam olsun
Âlemlerin yüce Rabbine
Salât ve selam olsun
Peygamberine-Ehli Beyt’ine
Selamlar olsun
El açıp dua edenlerin nefesine
Selam salıyor tekmil diller
Dağa, taşa, ekine, bostana, ahırdaki sarı öküze
Selam olsun dediler
Güzel gözlü karakaçan eşeğe
Koyuna, kuzuya, ineğe
Kapının sadık dostu köpeğe
Helal olsun cücüğü kapan kediye
Selam gönderdi tekmil diller
Varını yoğunu cepheye gönderen emmiye, nineye
Selam durdu tekmil eller
Kalplere cesaret aşılayan türkülerin nefesine
Semahın şifresine ney’in sesine
Salât ve selam olsun
Şifreyi açan ozanların diline
Selamına selam olsun
Şairlerin hümanist yüreğine
Selam geldi tekmiline birden
Anadolu evliyası, pir’inden
Cepheye ekin biçen emekçiden
7. Bölüm
Adı savaş olan oyun kuralını
Yazıcılar karargâhta çizer planlarını
Adı yazar olan tarihçiler
Karargâhta yallaşır saptırır anılarını
Görmez onlar sıra sıra dizilen kefensizleri
Allar pullar satarlar abartılı tezleri
Adı asker olan çocukları
Cepheye sürerler önde sıralı
Görmez, anlamazlar sevdaları
Bir şehit madalyasında aranan anaları
Kendisinin olmayan bir tepeyi almak için
Hamle yapıyor müttefik askerler, niçin?
Al bayrağı göklere diken neferin
Kızıla boyadı toprağı alın terin
Bir karış toprağını vermemek için
Ölümüne direniyor Mehmetçikler
Toz duman bulutlara karışıyor
Derelerin tepelerin dumanı tütüyor
Uçakların, bombaların sesi yırtınıyor
Ve birçok asker çıldırıyor
Gözlerde kaybolan bilinçler
Hedefe meydan okurcasına,
Avare dolaşan bir hiçtiler
Adamlıktan çıkmış, vaziyetleri perişan
Simaları dönmüş kömür karasına
Rüzgârın önünde susuz dilleri kuruyan
Güneşin şavkında umutsuz yüzleri solan
Dünya savaşına meydan okuyan
Vuslatta semah dönen dervişti onlar
Dönmeden can veren vatan uğruna
Ölmeden ölen, sil baştan dirilendi onlar
Bir kayaya sinen korkuya ay şahitlik ediyor
Cırcır böceklerinin çığlığı uyutmuyor
Yıldızlar firarilere yön tayin ediyor
Ateş böceği savaşmayın diye yalvarıyor
Seddülbahir’de İlyas Baba sesleniyor
Kırmayın, kıymayın, birbirinize diyor
Barut dumanı tüten bir tepenin ardında
Kalp atışları aynı her iki yakada
Bir yıldız kaysa gök kubbede
O an hisseder analar yüreğinde
Bülbülün siperlendiği gamzelerinde
O an korku siperlenir gözlerinde
Rüzgârın siperlendiği alın çizgilerinde
Bir hikmet vardır kader bilgilerinde
Kurşun gibi ağır kör karanlıkta
Teselli arar sigaranın dumanında
O an orada gideceğini biliyor da
Omzuna çöken korku ecele faydasızdır onda
Kimi kârlı kalktı bu oyunda
Kimi çakılı kaldı masada
Kimin eli kimin koynunda
Ve olanlar oldu sonunda
Ceset kokusu yabanilere davetiye çıkarıyor
Çakallar, baykuşlar, kuzgunlar,
Pike yapıyor akbaba, kartallar
Gecenin karanlığında hırlaşıyorlar
Güneşin şavkında sinekler cirit atıyor
Kolera, tifüs, sıtma kol geziyor
8. Bölüm
Ey cesur asker kork!
Kork ki ağlamasın anan, bacın, kardeşin
Kır elindeki silahı
Gökyüzüne fırlat elindeki bombayı
Egemenin yüzüne fırlat içindeki nefretini
Alamasınlar suyunu, ekmeğini
Aşamasınlar ırmağını, derelerini
İzin verme sana kefen biçmelerini
Gitmesin kimseler bir daha uzak diyarlara
Piyon olmasın kimse ocağından ırak savaşlara
Adı savaş olan bu oyun bir politika
Kazanç kapısı açar bankere, silah tüccarına
Ali, Veli, Ahmet, Mehmet,
Adı Maykıl, Corc ne fark eder?
Türk, İngiliz, Fransız, Anzak
Soyu sopu ne fark eder?
Onlar Tanrı’nın aciz kulları
Muktedirler ölümü işaret eder
Umutlarını, aşklarını bırakır
Tohum olur toprağa atılır
Egosu şişkin kibirli muhterisler
Acımasız kanlı savaşı sürdürürler
İnsanı insana kırdırır
Dünyayı yer bitirirler
Yeni bir gün doğdu
Şafak vakti ezan vakti, ayin vakti
Eller semaya açıldı, dualar okundu
Aynı Allah’tan yardım dilenildi
Her iki cephedekiler fırladılar
Duman tüten haki tepeciklere
Suyu bol denizlere
Gülü solmuş dikenlere
Yemişi bol ağaçlara
Ermişi çok dağlara
Son bir hamle atıldılar
Son bir defa saldırdılar
Yine başladı göğüs göğüse kavgalar
Bilendi çelik kasatura, hançer, baltalar
Havada vınladı kınından fırlayan yalın kılıçlar
Göğsünü parçalayan şarampol parçası
O an olsa neylesin sırça sarayı?
Neylesin altın gümüş-parayı?
Hangisi sarabilir bu zalim yarayı?
Kim avutabilir şu mazlum anayı?
Kim susturabilir şu masum yavruyu?
Bir serseri mermi gelmiş
Birinin sırtına girmiş
Birinin kafasına saplanmış kasatura
İşte orada öylece kurumuş kanlarıyla
Acımasız, yakıcı güneşin şavkında
Yatıyor askerler yan yana
Kurtlar, çakallar, akbabalar
Ziyafet bulmuş savaş sofrasındalar
Uzaktan yakından gelenler
Yan yana düşen ölü bedenler
Son nefeslerinde gülümsediler
Ezel dilinde dillendiler
Bu bizim savaşımız değil
Ben ölüyorum
Senin ölmen gerekmiyor dediler
Göz göze bakıp helalleştiler
Can cana yatıp veda ettiler
Bu çıkar savaşında, garibin talihine
Ne yazı geldi, ne tura
Bir daha asker evlerine
Ne yaz geldi, ne bahar
5.0
100% (3)