5
Yorum
15
Beğeni
5,0
Puan
1066
Okunma

-Gül Şarabı-
...
Gıcırdayan menteşe sesinde,
kapağını her açışımda
uğurlamak istedi beni,
sapı paslı valizim.
Lavanta kokusu sinmiş
oyalı mendillerim aslında kurnaz bir oyunun kursağında bırakılmış oyalama
tesellisi gibi, belki lazım olur tembihlerini
hatırının sol köşesinde saklamayıda
nasıl becerdiyse onca hüznün ardından.
Beşeriz ışte belki bir umut,
belki bir yanılgı,
belkide eskiyi/en eskiyi ve hatta
en tomurcuk günleri unutamamaktı.
Her ne desem olmadı/olmazdı
güllerin kokusundan gül reçeli,
yada belki gül şarabı yapmak
gibiydi ve bir rüyaydı,
tıpkı;
sevgilisinin dantel işlemeli
raflarından kalaylı bakır tasının içine
sıcak somun ekmeğinden koparıp
bandıra bandıra birbirine tutan
lokmaların şerbetinde tadından değil
sevginin elinden yenmesiydi mutluluk.
Göz kırpmasıyla gıcırtı özüme döndürdü
beni.
Gitme vaktiydi ve ipek eşarbımı bir
çırpıda alelade bağlayıp vedalaşmak
için son bir şey kalmıştı yapmam
gereken.
El emeğiyle yılların hatrı için yapılan
şaraptan bir şişesini an’sızın koyu vermek
valizin en üstte duran teninin kokusu sinmiş kazağının üzerine.
Ve ardına bakmadan koşarcasına, yarınlarında yıllandırmak
için,
sevgimi,
şarabımı,
birde kendimi,
kapının eşiğinde son bir törendi seyircisi
olmadan alkışlanan kaderin perdesinde.
Yanımdaydı kokusu ve elveda demek
ićin sar/hoş olmak gerekti.
Bende sar/ıldım
............hoş/oldu mu bilmem.??
Sevil Özdemir
5.0
100% (10)