0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
749
Okunma
I.
kendisine ait izinsiz ve şifresiz bir kayıptı
sorgulu akşamlarda hep kendi üstüne yağdı
ıslanmak yakasında söz yağmurlara küfürsüz
cihangirde gördüm en son bir kıza aşık diyorlardı
dağılıp giden şarkılar kadar yalan
ve okunan şiirler kadar uzaktı macerası...
ezber düşlerde çıkmaz yollar vardı sesinde
sayılmayacak kadar asi urganı hep o cebinde
sanki bütün tayfaları dağıtan gemilerdi rakısı değil
ve her nasılsa yalnızlığa en çok hüznüyle gidilir
uzak bir mevsim değildi bütün aşkları sabah kadardı
saçlarında sarhoş dalga ve dilinden okkalı efkar yağardı...
destanı parkasından uzak dağlar kaçkını
bütün sevilerden hep aklı kadar içerde kaldı
yanıp sönen nefer kıyılarda
en başta ve en fazla masallara da ziyandı
sesine dargın bir duruşu vardı belki talandı
keman ne zaman çalsa gözleri sanki tavlı bıçaktı...
kendisine kalsa belki bu kadar dağılmazdı
ki yayla yüzlü ceketine has bir duruşu vardı
cihangirde gördüm en son bir kıza aşık diyorlardı
saçları kıyı yorgunu ağzı şarapnel parçası
sekiz akşam sordular adını hiç söylemedim
o denizsiz bende sesime kimliksizdim...
II.
turnalar vardır sevdiğim az asi uçarlar
ve hayat ömürlere içli bir meyhanedir
bütün gurbetler göçüne dursa bile
söze düşen hep vuslata dair yemindir
bıktım her hikaye ben değil sevda uzak
ve bu rıhtım artık yükümü de taşımayacak…
sus olduğum iklimlerde ıslanmak ne
ağrısız bir darağacı bile yoktu sesime
ölmek bir ihtimaldi belki / ki sormadınız
sis etmez yüzünüzle azraile belki bir şarkıydınız
usandım bu tarifi yoksul maceralardan
bize hep mektup kaldı / tek satır / vefasızından…
her aşk caddelerde biter haneler bir yalan
dağınık olur afişler hicran gölgen kadardır
kendini vurmak istersin bilmediğin sokaklara
oysa her cadde kendi yalnızlığından yaralıdır
tiksindim infazı orman kaçağı avcılardan
belki bir hikaye kalır gezdiğiniz o patikalardan...
neden böyle arabesk çalıyor bu şarkılar
vivaldi garson olsa dört mevsim beş mi olurdu
lümpen dizelerde neden böyle yalnızım anne
ve bütün sinemalar aydınlıkta yaşanmaz mı
bitirdim ihtilal yengilerin güleç yüzünü ömrüme
bazen bir dize bile eder tek bir tekme….
III.
(azgın değildi sular…ay kadar düşmüyordu izler peşimize…bir şiirler dürüstü
bir de şarkılar geçitlere…ağlamak güzeldi…yaralanmasın bir ceylan topuğundan…
ki ispanyolca ağıtlar ve portekiz limanlarını anlatan şarkılar çalınırdı…hesapsız…
kıtasız…
şiir gözleri yüzlerce ölümdü…ve imge zaten hayata bir küfürdü…öyle dalardı kendisine
mevsim desen...efkarı etmiyordu işte…dağınık kelimeleri vardı yeminden önce…ki yemin…
caddelerin soytarı çocuğuydu gözlerinde…yıldızları bilirdi…ne tarafa gider…gök dağınık
bir yorgan…kim sırtına alsa…önce ay ihbar eder…
çok fazla deseni yoktu…kumral bir kız demişti bir akşam…adı irem…sonra o demeden
ben dedim…Nilgün olsa ne fark eder…sonucu olmayan romanlar gibi bakardı…belki o
bütün yoksulluğunu…sadece bir merhaba için bıraktı…)
IV.
avlulara güvercin düşer istasyonlara ekmek
alnım çatı kırığı ağzı desen hazır tüfek
olmaz bir serüven mesela masal gibi
çayları kim söyleyecek mekan bizden içeri
göğsünde kan zaman erken üşüştü
ben tanık değildim falcılar girsin içeri…
ki dağılmış bir martı gibi aslında yaşam
ki balıklar bunu siren’lerle söyler çalar
evliya dualarına düşen bu toprak
en fazla türbesi kadar ağlar
ben sokağıma yetmedim de
peki anne neden yıllar beni sana sorar…
uslanmaz bir ikindi ezan vakit sahipsiziz
dağılmış bir ses sokaklar kadar çıplak
mezarlar sıcak bütün gözyaşlarına
ki her ölünün gözü kendi taşında
eli ayasına ve duasına küs şehirlerde
şairler kadar biz bize serseriydik işte…
yenilgilerim erkete ıslığı ah bu kağıtlar olmasa
depreşen kıyamet hep ilkim değil / bazen maça papazı
fakir bir kumardır hayat kim oynasa yalnız
ve her aşk ilk öpüşmesi kadar sonrası dudaksız
kimdim unuttum müsait bir dil’im kalmadı söze
soğuk bir akşamdı vurdular beni ihbardan düş’e…