2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1235
Okunma

Asaleti yıkılmış virane konağın
buz kesen en küçük odasında,
binbir avazda doğdum
yedi tepeli kentin alaca koynuna.
Annemin umut öpücüklerinin
moraran parmak uçlarımda
üşüdüğü geceleri
hiç hatırlamıyorum.
Düşen her kar tanesini tenimde hissettiğim
düşlere uzak, hızla büyüyen bedenime
anlamsız bakışlarla seyirci kalakaldım.
Okulun kafası en çok yarılan
çocuğu olma yolundaki başım
asla damlamadan bakan yeşillerime inat
her gün sızıntıda olsa da
bol kepçe verilmiş asilik, diz boyu
zenginlik gibi hovarda cüssem ellerime.
Kendimin bir beden büyü ğüne
hayran kalan bakışımın önünden geçen
namlusu kalleş merminin gölgesine sindiğimde
üç yetimin gözlerine dalıp hıçkıran boğazıma
çöreklendi ufak ellerim
sus, sus diye.
Sessiz ıslıklarda can veren devrilmeler
gözümün matem tutan yanına oturtulurken
henüz kendi ağırlığını taşıyamayan
çelimsiz cüsseme sarılan kemerime sıkış tırılan
soğuk şeyle büyümeye çalıştım.
Alkole koşan ve onunla coşan iç organlarımı
dost şişelerin kırık parçalarında kanattım
argo dillerin hesap defterlerini karış tırmaktan
usanmış kulaklarımı tıkayamadığımda
ağlamayı hep ama hep özledim.
Annemin dizine son kez yasladığım başımda
teslim ettiğim kimliğimi arayıp bulamasam da
kırık tetik parmağım hala sağalmada
Hayatla cebelleşmeyi ufacık yaşta hazmeden,
bazen damla olup da akamayan
kör kuyu bakışlarımda
ömrümün anlamsızlığına çağ lamak ister
dere boyu nöbette bekleyen,
hayata bakan kurak yanım
Hüzün çakılı bedenimden kopartılan tebessümlerimi
saçlarıma düşen akları saymanın tatsızlaşan keyfiyle,
yeminimin dizi dibinde son dilek ağacına astım.
Ölümlerime inat ya şamak isteyen canımın asiliğine,
bilmem neden hayran bakıyor, türkuaz sevdalım….