sonra bir gün
bütün pencerelerine siyah perdeler çektiler şehrin
güneş alıp başını gitmişti oysa
karanlık çıplaktı
ve çoktan çürümüştü avucumuza saklayıp
gömmeyi unuttuğumuz cesetler
bildiğin gibi değil
sarı saçlı vazgeçmişliklerin üstüne sinen kokusuyla ölmek
ve kovulmak cehennemden...
(yıllar geçmiş olmalı üstümüzden, yoksa bu kadar kolay ölemezdik biz)
durağan zamanlar
ve ardı sıra gelen
tahrip gücü yüksek gidişlerin
gözlerimizi parçalayan
isabetli ihanetleri
sancılı bir düğüm atılıyor aklıma
ve aklım
yalınayak peşine düşüyor kızılca kıyametlerin
burasında inilmeliydi bu şiirin
ki zaten
’soğuk ve şehirler arası otobüslerde vazgeçmiştik çocuk olmaktan’
...
iki yakasını bir araya getiremediğim cümlelere
kırmızı küfürler giydiriyorum
ve dilim
ayaz bir kışa yataklık ediyor
(ben bir korkağım aslında)
sen bilmiyorsun!
her şafak söktüğünde
zemheriye düşmüş
kadınlığım firar ediyor
çocukluğumdan
alnı açık bir cinnetin koynunda yatıyorum
ve her cinayet mahaline
baş harfini bırakıyorum isminin
’nasılsa
faili meçhul bir ayrılıktı bizimki
ve eşgali hiç belirlenemedi katilimizin’
öldük
oldu
bitti..!
Bazen şiir de
bazende yalızlığımızın en baş köşesinde...