1
Yorum
0
Beğeni
5,0
Puan
1209
Okunma

Çorak toprakların güneşe ihtiyacı yok mu sanıyorsunuz?
Karanlığı sevmeyenlerde var bu şehirde.
Üstümden geçen boz serçelerin,
Geçim davasına atıldığı toprağın bağrından neler çıkar neler…
Beni bekleyen Azrail karalara boyansın,
Zira ben siyahın on tonunu da görmüş biriyim.
Karın delip de yeşerdiğinden kardelen adını alan çiçek,
Bana da öğretseydi keşke soğukla mücadele etmeyi.
Ben ki soğuk hikâyeler demledim kadere zamanında,
İçtiğimde o çayları yaşım yirmi beşti.
Sigaraya alıştığım İstanbul, büyülü denizini yüzüme vuruyor,
Serin alnını göğsüme dayıyordu sanki.
Ayakkabım çamur içindeydi
Ve tüm kâinat bir elifi andırıyordu gözümde,
Ben bu aşk ile sarhoştum.
Renklerin en güzelini gördüm bu dev tabloda,
Kimi siyahî kimi gök beyaz.
Camilerin kiliselerle yan yana kahve içtiği,
İsa’nın insanlığa selam verdiği,
Ezanların tok seslerinin kalbi delip geçtiği şehir burası.
Öğle arasına sığmayacak kadar geniş bir vitrindin sen
Ey şehr-i hüzün!
Sana kucak açanların elleri boşa çıkar,
Sen kucaklara sığmayacak kadar eskisin; pit pazarı gibi
Sana Marmara kadar gözyaşı dökseler az gelir,
Sen tüm âlemin nuruyla yıkanmış ve yıllanmışsın
Üsküdar’ı, Beyazıt’ı, Fatih’i, Beyoğlu’su,
Daha nicesi senin karakterinle yıllanmış şarap gibidir
Güneşe yüzümü çevirdim sen, Aya baktım sen
Gökyüzüne bakmaktan kör olmuşum
Her yer sen, yine sen.
Ben sensizlikten matem giysisiyle gezinir oldum ey şehr-i matem…
MG-KEFaret
5.0
100% (1)