4
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
1216
Okunma

Siyah - beyaz bir filmin son sahnesindeyiz,
Yağmurlu bir havada, loş bir tren garında;
Ayrılığı haykıran kara tren düdüğü
Ve işte o düdüğün hüzünlü sesindeyiz...
Vagon penceresinde dalgın duran bir çift göz,
Bakışı sabitleşmiş peronda bir noktaya,
Loş havayı titreten bir kampana vuruyor
Ve yalnız bir adam var kalabalık içinde;
Dokunsalar düşecek, ayakta zor duruyor..
Sonra boşalan islim, o kocaman ’çuhhhh’ sesi,
Son bağları koparan bir canavar nefesi...
Sanki hiç istemeden, üşengeç kıpırdıyor
Yavaş yavaş dönüyor o yorgun tekerlekler,
Duyguların yüzlerde gölgelendiği an bu;
Kimi gurbete yolcu, kimini sıla bekler...
Ve trenle beraber, perondaki adam da
Yürümeye başlıyor, giderek hızlanarak.
Gözü hep o vagonun penceresine kitli,
Tren de sanki onu bekliyor nazlanarak...
Kalabalık peronda, çarparak sağa sola,
Başında fötr şapka, koşuyor şimdi adam,
Göz pınarına dolmuş damlayı gizleyerek
Bir yanda da vağonun penceresinde bir el,
Gözyaşıyla ıslanmış bir mendili sallıyor
Sırılsıklam gözlerle adamı izleyerek....
Mendilden dökülürken tükenen son umutlar,
Gözyaşı yağdırıyor sanki gökten bulutlar...
Adam son bir gayretle, trenle yarışıyor,
Mümkün olsa uçacak vagon penceresine.
Gözündeki damlaya, yağmurlar karışıyor...
Sonunda pes ediyor, içi dışı ıslanmış
Canlı cenaze gibi, bir direğe yaslanmış...
Filmin bu sahnesinde iki rolüm var benim;
Pencereden mendili sallayan el de benim,
Peronda ümitsizce koşan adam da ben’im....
Ünal Beşkese
5 Aralık 2012
5.0
100% (2)