4
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
1387
Okunma

Sabahı yudumlarken karanfiller...
Ellerimde, geceye serptiğim yıldızlar...
Şafak, sözlenirken güneşle, bir eylül bestesinde.
Benim… Ufka demlenen yüreğimde, dipsiz uçurumlar...
Fitili ateşlenmiş vedaların inleyen sesinde, zaman yanar...
Gözlerimde kısalırdı saatler.. Ve susardı gün...
Yangına nispet ayaz çalardı yüreğime...
Yaprak dökümüne dönerken temmuz, ilk yaprak döken olurdu gözlerim...
Dökülen her damla avuçlarımı kanatır
Katran karası gece utangaç bir melek gibi sırnaşır...
Hüznüm kanatır dudaklarımı… Suçüstü yakalanır hep düşlerim...
Öyle bir hüznüm var ki gözlerinden içeri, yağmurları sen damlayan bu kent de...
Aşk masum bir ateş sanki bal rengi gözlerin gibi...
Işıkları ıssız bir kent’i kucaklayıp, hiç yaşanmamış bir gençlik iksiriyle, hiç yaşanmamış aşkları kuşansak bedenimize... Sevinçlerin örselenmiş yanlarını unutarak gözyaşlarımızı uzak tutsak ömrümüzden… Süzülsek kendimize, kendimize dökülsek bir yıldız çığlığıyla...
Hayat bazen insanların birbirine âşık olmasını engelliyor... Karmaşık yollar çiziyor avuçlarımıza, çıkmaz sokaklar gibi kör… “ucurum”
5.0
100% (4)