7
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
2209
Okunma

yokluğunun yoksulluğu yüreğime umutsuz çığlıklarını bıraktı
mavi dudaklarının şefkatine sığınmış kum zerrelerine
vakit
kara peçeli gece ayazda şems gülüşlerini üzerime çarşaf gibi örtmeye niyetlendi
sonsuzluk girdabının dakikalarında
ketum kalemimin lâlliği Süleymaniye döndü
beyaz duvaklı kağıdın her satırında özlem yanığı ağıt
sensizliğin sessizliğinin kör düğümde
seni arıyorum şark ülkesinin Hicaz eyaletinde
nurlu tepelerde ayak izini sürüyorum
Hacer’in bedeninde zemzemi arıyorum cancağızım
dua asılı bulutlara uzanıp
Şemsi koynuma sen diye sabır taşlarını topladım
hicrana inat varlığının huzuruyla sana koşuyorum
yazıyorum.
yüreğimi Âlak süresinde bıraktım
sana sitem ettiğimi düşünme sakın cancağızım
bir fincan huzura yetinip vuslatı solumayı öğreten cansızım
saatin tik takında ki sesi canımı kasdetmeye uğraşıyor
yüreğini ’yüreğim’ bilmesem
çoktan unutulduğumun korkusu arifesinde
bir off çeksem sensizliğin koynunda
ruhum hicri-kameri
ay Zihilccedeyken gümüş pulların avuç içlerinde gezinen küçük bir kız çocuğu
gürül gürül akan Haliç’in başından geçmeye niyetlenen yetim kelebek
hicran tozlu kanatları ağır
özlem yanığı biriktirdiği düşler
şehr-i istanbul’a sabah ezanları gök maviliğinin merdivenlerinde
Marmara kağıttan gemilerimi vuslata yol aldırıyor maviliğinde
sorgusuz sualsiz
köhne binaların ardına gizlenmiş şen şakrak mahallede kız çocuğu
fırınına uğrayıp yeni çıkmış taze poğaça
hani en sıcağından
en pişkini almalıydı seninle
tarif edilmez o hazzı
lezzetini yaşamalıydı maviliğinde.
avuçlarında açan sevda çiçeklerine refakat eden kırıntıları serçelere veriyorum
Yusuf’a boyalı cemâlin
ok gözlerin gümüş pulları tam on ikiden vururken
zaman geçiyor yokluğunun yoksulu ayazda
düşler kuruyorum tampurlu müzik kutusunda
buğday çoğrafama akan nehir
yanaklarından yuvarlanıp maviliğine gidiyor
şehr-i istanbul’un efsaneviliğini bir an için durdurup
ism-i nâzımını oluşturan her harfi tınısını kevserle gusletti ayaz ellerinde
Şemsliğini serpiştirirken bir tutam alevi alabilmek için
Haydarpaşayı devasa yangınları omuzlarını sırtlamak mı gerek cancağızım
mihrap kirpiklerinin ıslaklığındaki
bir avuç senli cümlelerimin hiç mi hatrı yok can sızım
meczup halimle Azrail’e kafa tuttuğum
gülümsedi pişkince
gülümsedikçe seni aradım soluğunun biz duraklarında.
sen diye lodos zenci kölelerimi usul usul celil okşayışında
rahmet tuzlu suyu kurak çöllerime
hüzünlü yağışını izledim vakitli vakitsiz
bendeniz tenini terinden
ok gözlerini kirpiklerinden kıskanıyorum cancağızım
sen bilmez misin
ruhum akrebin kıskançlığına bürünmedi
fecr vakit evlerini yolunu tutan gümüş pullarını maviliğinde mola verirken
o meleksi yüreğini kime vereyim yâr kıskanmaz ki sevgili....
rahmet suyu inerken şehr-i İstanbul’a
rengarenk gökkuşağını giyindiriyorum
Marmara’nın maviliğinde parlayan hani
soğuk gölgelerime düşen Şems’im
korkumuyorum cancağızım seni kaybetmekten
neden diye sorma yâr
ben, sen olmuşken
bendeki beni çoktan dipsiz kuyalara attım
sen cancağızım
can özümsün yâr
gordion
03/06/2011
5.0
100% (10)